Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '12

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Teneke kutular (otomobil) üzerine!

Teneke kutular (otomobil) üzerine!
 

“İnsanın; hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır.”
BM. İnsan Çevresi Konferansı
Stockholm Bildirgesi

Kapitalist düzen, toplumsal ve doğasal değerlerin ne olduğunu anlamada güçlük çekiyor... Doğanın vahşi bir biçimde kullanılması, tarım alanlarının yok edilmesi, yatırımların geleceği gözeten bilimsel değerlerden mahrum olması bunu gösteriyor. Sanki yaşam onlardan ve onların yaşadığı ‘zamandan’ ibaret… Onlar çelikten, camdan ofislerinde oturmuş: Havanın, suyun ve toprağın değerini ya bilmez olmuşlar ya da bilmezlikten geliyorlar. Hastalıkları, ölümleri, kuraklığı, doğasal felaketleri, sosyal patlamaları, yoksul kitleleri ve yerel savaşları görmüyorlar ya da tüm bu olumsuzluklara destek oluyorlar.

Doğanın rasyonel işleyiş kurallarını hiçe sayarak, rastgele üretiyorlar. Hayatın her alanına karşılık gelen, gerekli gereksiz binlerce ürün… Üretirken emek değeri, doğasal değerler, gelecek önemli değil. Tek önemli olan şey var: o da ‘’kâr’’… Emek nerede ucuz ise, mobilize edilmiş fabrikalarını hemen oraya konumlandırıp; üretime başlıyorlar. Havada uçan kuşlar, suda yüzen balıklar, toprakta karıncalar ölmüş umurunda bile değil. Duymuyor bile. Hukuka başvursan hukuk onun. Yürüsen, yazsan çizsen; neden izin almadın deyip yargılıyor.

Kapitalistlerin yaptırımı 20. Yüzyılla birlikte, siyasi anlamda demokratik ulus devletler sistemiyle, küresel anlamda bireysel bir serbest piyasa, ürün çeşitliliği ve tüketim çılgınlığı olarak ifade edebileceğimiz bir tersine işleyişiyle çelişkili bir ekonomik-toplumsal yapıya bürünür. Her ürün ‘birey’e indirgenerek, bir çeşit toplumsal yapıya başkaldırırcasına ‘bireye özel’ üretilir. Burada toplumsal bir çıkar gözetilir gibi görünür; ‘her şey insanlar için’ denir ancak dikkatli bakıldığında görülen şudur ki: kapitalist düzenin tüm sistemi “her şey senin için” demektedir: Tüketimi bireyselleştirilerek daha çok kâr sağlamak. Kapitalist üretim biçimi akla gelebilen birçok şeyi bölüp parçalayarak üretme ve yaşatmayı hedefleyerek yabancılaştırma, çaresizleştirme ve yok etme anlayışına göre üretim yapmaktadır. Geniş aile yapısını küçülterek çekirdek aileye, konutları çok katlılaştırarak, küçülterek, bir artı sıfıra (20 metrekare) kadar minimize etmiş ve çekirdek aileyi de parçalamıştır. Çünkü her parçalanışta daha çok beyaz eşya üretecek ve daha çok satacaktır. Daha çok ürün ve daha çok çöp çıkaracaktır. Daha çok kâr edecektir. Kapitalizmin karşıtı olan Komünizmde -kendi popülerleştirdiği kültürel söylemiyle özgürlük(!)- yoktu. Her mahallede bir yemekhane, bir çamaşırhane, bir gazino, sinema, tiyatro vb. vardı. Ulaşım devlete yani topluma aitti. Demiryolları, metro, hava ve deniz yolları gibi. Karayollarında, kara taşıtları bireysel boyutta değildi. Buna gerek de yoktu zaten. Bir insan bir yere rahat bir ortamda gidip gelecekse neden özel olarak ekonomiyi ve kendisini tüketerek gitsin ki?

 Buradaki toplumsal düzenin temelindeki davranışlar: Kişisele indirgenen bireysel özgürlük yerine, doğanın yaratımlarını toplumsal ve doğasal ve daha akıllıca kullanma felsefesi vardı. Bunun insanlığa ve yaşadığı doğaya saygılı ve geleceği de gözeten bir anlamı vardı…

Şu an içinde yaşadığımız kapitalist düzende ise: Piramitsel olan toplumsal yapı ve ekonomisinde yaşamın işleyişi ilginçtir. Altta kalanın yok olması pahasına ‘’hüküm’’ sürer. En tepedekilerin ırksal, dinsel ve mülksel sorunları yoktur. Her ulus ona kucak açmıştır. Her ulus ona mülk edinme hakkı vermiştir. Her yer onundur. Bir, on, yüz, bin, on bin, yüz bin, milyon ve milyarlarca insanın omuzlarında nicel olarak azalan nitel olarak zenginleşen bir hantal karmaşa eğreti yapılanma: Kapitalizm.

Hayatı planlayan ve programlayan üretici kapitalist güç, eski yüz yıllık uygarlıkların sanatsal, yaşamsal ve doğasal izler taşıyan kentlerini büyük yeni site kentlere açarak toprakları işgal edip; dereleri doldurup tepeleri düzleyerek devasa köylere dönüştürdüler; yaptırdılar ve yapıyorlar… Adına da ‘’Büyükşehir’’ dediler. Doğal olarak kâra yönelik yapılaşma, ulaşımı felce uğrattı.

Gelişmiş batı ülkelerinde sırasıyla: Doğal arazinin tarihsel yapısı hakkında bilgi edinilmesi, jeolojik yapının incelenmesi, alt yapının (kanalizasyon, yol, su elektrik, demir, kara ve hava yollarının) planlanması gibi çalışmalar yapılır. Kamusal alanlar, park ve otopark alanları planlanır. Kent jeologlar, kent planlayıcıları, mimar ve sanatçıların ortak bilgi ve kararlarıyla oluşturulur.
Modernizasyon sürecinde ve yüksek kapitalizme ulaşma çabasında ülkeler için ise; ”insan”ı ve “işlevselliği” öne çıkaran değil, cahil beyinlerde “kâr”ı öne çıkaran bir yapı işlemekte… Geri kalmış ya da bıraktırılmış ülkelerde kapitalizmin çarpık ve acımasızlığı vahşi bir biçimde işler. Kentlerin nasıl oluşturulduğuna değinmiştik, işe çoğunlukla tersinden başlanır. Önce konutlar, sonra yollar sonra jeolojik araştırmalar, sonra yollar sırasıyla belirli aralıkla hep kazılır. Kanalizasyon için kazılır, yapılır, asfaltlanır. Bir süre sonra İski kazar, kapatır. Telefon şirketi gelir kazar, gider, sonra doğal gazcılar kazar, kapatır. Yol yine asfaltlanarak, yama yapılır. Bu kez eski yapılanlar bozulur, patlar haydi yine kazılır düzeltilir; bir süre sonra yol çöker, çukuruna insan, otomobil ya da tır düşmüştür; birkaç güne tekrar yapılır. Fiber optikçi, internetçiler kazar, kapatır, bütün bunlar yapılırken kaldırım patlamıştır. Belediye hep çalışır, yamar vb. iş bitmez. Vatandaş hep bir yapılanma, onarım görmekte ve yaşamaktadır...

Genel olarak, ‘’özel’’ uğruna savaşan bir toplum hedeflenmiş ve oluşturulmuştur. Bu özel insanların, yaşamlarının en önemli parçası, özgürlüklerinin sebebi: otomobilleridir. Otomobil sevdalı bir toplum olarak, herkes en az bir otomobil alarak, otomobillileştirilir.

Kaptan koltuğuna oturduklarında kendilerine çelikten zırh giymiş gibi güçlü hissederler. Koltuklarına oturdukları taşıtın markası, büyüklüğü, hızı da sürücüsünü başka bir güçlü canlıya dönüştürür. Artık kendilerini içlerinde oturdukları aracın yapısına göre kimlikleştirmiş ve bir robota dönüştürmüş olarak algılarlar. Artık bu oto-insanlaşan zırhlılar yayaları da hiçe sayarak, kendilerinden markaca güçsüz olan kendi gibi olan oto-insanlarla yarışırlar. Otomobilin (teneke kutular) yokluğu, yaşamın oracıkta durması, egemenliğinin son bulması, özgürlüğünün esarete dönüştüğü andır. Onsuz marketlere gidilmez, bir arka sokaktaki komşuya hiç gidilmez; o olmadan tuvalete bile gitmek çok zorlaşır. Hatta o olmadan kadın, kız bile ayarlamak olası değil. Saygı ve itibar görmenin, içinde bulunduğun toplumda farklı olmak, sürücüsü olduğun teneke kutunun teknolojisine bağlıdır. Hava onunla alınır, onunla atılır. Şarkıları bile yapıldı. Bugün yerküremizde 7 milyar insana karşılık, 1,3 milyar taşıt vardır.

Böylece durmaksızın üreten; çarpık gelişen kapitalizm: Bir yandan devleti, yani topluma ait işleyişin yolunu tıkarken; toplu ulaşıma yapılacak yatırımların yerine çözüm olarak kara yolu taşımacılığına destek olarak her kesin altına en az bir ‘’teneke kutu’’ vermeği hedeflemiştir. Öylesine bir işleyiş sağlanmıştır ki, sistemi elinde bulunduranlar tarafından vatandaş zor durumda bırakılmıştır.

Toplu taşıma araçları ağır çalıştırılıyor: Hem araç yetersizliği, hem yol yetersizliğinden. Çünkü toplu taşıma araçları tıka basa dolduruluyor ve yeterli ölçüde trafik düzeni olmadığından vatandaş iş ya da evine birkaç saatte gidebiliyor.. Durumun böyle hantal ve çıkmaz oluşuna karşın ‘’özel araba al kurtul’’ mantığı ile araba satışlarını körüklediler. Burada amaçlanan, bilerek zorda bırakma ve satışları artırarak ‘’teneke kutuları’’ satma ve ayrıca da kredi alanın geleceğini ipotek altına almaktı.

Bugün, dünya nüfusunun 7 de birinin, Türkiye nüfusunun ise 5 de birinin motorlu aracı (teneke kutusu) var. İstanbul’da özel araçların toplam araç sayısının yüzde 96,3’ünü oluşturduğu, taşınan yolcu sayısının yüzde 23,1’lik bir orana sahip olduğu vurgulanmaktadır.

Yollar tıklım tıklım dolu otomobilin hız göstergesi 340 km. diye yazıyor ama ne mümkün; buna ne yol var ne trafik işleyişi izin veriyor.

Sanayi devrimi sonrası kapitalizm hayatın her alanına egemen olmayı, ürünlerini çeşitlendirip her yere ulaştırmayı amaçlamaktaydı. İğneden ipliğe her şeyin satıldığı gros marketler zinciri oluşturarak daha çok kârı ve insanları bağımlı kılmak için bankaları çoğaltıp devreye sokmuştu. Bankalar kredi kartları dağıtarak ‘’tüket de tüket’’ anlayışıyla sürekli olarak insanları alışveriş çılgınlığına itti. Gelişen ve değişen kentleri oluşturan bu yeni toplumlara ürünleri satmak, satmak için banka kredileri sağlamak insanları göreceli bir özgürlük anlayışına ve yaşama biçimine sokmuştur. Kendisine sağlanan kredilerle insanlar otomobil alarak, kendilerini göreceli (geçici) olarak özgürleştirmiştir. Sonuç her yer teneke kutuyla dolmuş, koyacak yer kalmamış, koyacak yer ve yol için: Doğa ziyan edilerek yaşadığımız çevreyi teneke kutulara tercih edilmiştir! Teneke kutular yüzünden yerleşim alanlarında iklim bile değişti. Çocukların oyun alanları yok oldu. Ağaçlar kesilip oto park yapıldı, yapılması da sürmektedir.

Sanayi devrimi ve otomobilin icat edildiği ülkelerde toplum, otomobil ve diğer ulaşım araçlarının değişimine paralel olarak mimari yerleşim yerlerini, yollarını ve onun kültürünü de birlikte geliştirmiştir. Bugün gelişmiş sanayi ülkeleri bu teneke kutuların sıkıntısını diğer -geri- ülkelere kıyasla daha az yaşamaktadırlar. Onlarda her ürünün geri dönüşümü yasalara bağlanarak çevreci ve doğasal uyumluluk sağlanmıştır.

Sanayi öncesi savaşlarla yer değiştiren toplumlar, sanayinin gelişmesiyle, ekonomik krizlerin ve günümüzdeki yerel savaşların da etkisiyle uluslararası nüfus akışkanlığını hızlandırırlar.

İstanbul nüfusu yüzyıllarca aynı oranda kalırken, 1950’li yıllardan sonra nüfusun arttığını görmekteyiz.. İstanbul’da 1955, 6–7 Eylül olaylarından dolayı göçüp giden azınlıkların yerine kırsaldan gelen göç dalgasıyla kentin ’’sosyal yapısı’’ yeniden ivme kazanmıştır. İstanbul’da 29 Mayıs 1453, 6-7 Eylül 1955 olayları ve son olarak 12 Eylül 1980 darbesiyle nüfus yoğunluğunun aşırı denebilecek ölçüde katlanarak arttığını görmekteyiz. Özellikle 1980’li yıllarda nüfusun katlanarak artması kentin yerleşik kültürel değer yargılarını baskılayarak, İstanbul’u ve diğer büyükşehirleri de kozmopolit bir kente dönüştürmüştür.

Sonradan kentleşen ve sanayi ürünlerine tepeden inme hazırdan erişen toplumlar: Gelişen teknoloji ürünlerine hazırlıksız ve yabancı olduğundan olacak tanımı zor yapılabilen tuhaf çarpık bir toplum yapılanması oluşturdu.

 Bu çarpık toplumsal yapı içerisinde Kapitalizm bir yandan ürünlerini satarken, pazarlarken, garanti verirken ve o ürünü sigortalamayı da önemseyerek insanları göreceli olarak aldatmaktadır. Sattığı ya da alınan ürünü sigorta yaparken onun çok önemli yan etkilerini görmezden gelmektedir. Bu görmezden gelinen yan etki, doğal yaşamı ve insanların yaşamını risk altına atmaktadır.

Sigorta şirket sözleşmeleri önceden daha iyi idi. Şimdi geniş kapsamlı daha çok güvence sağladıklarından olacak: Otomobilini kullanan kişi trafik kurallarına uymadan, trafik kurallarını sigortasına güvenerek çiğneyerek kullanabiliyor. İstediği biçimde toplum sağlığını hiçe sayarak trafikte saldırganlaşıp olumsuz davranışlarda bulunabiliyor. Sigorta şirketlerinin toplum, trafik ve insan haklarına bağlı kalmadan; sigortalanan ürün sahibinin ürününü korumaya almasının, ulusal ve dünya ekonomisine zarar verdiği kanısındayım.

Bugün dünya ülkelerinin tümüne baktığımızda insan ve çevre hukukuna bağlı ülkelerde taşıma raylı sistem ağırlıklıdır. Bir yarım ada olan ülkemiz ve her yanı denizlerle çevrili İstanbul kentinde deniz yollarının kullanımı kısıtlı. Oysa ki deniz taşımacılığı İstanbul için taşımanın atar damarı gibi kullanılabilir. Toplu taşıma sistemi oluşturulmadığı sürece İstanbul’da hava, doğa kirliliğinin yanında yeşil alanlar da yok olacak. Kara taşıtlarına yol köprü ve park alanları bulunamayacak gibi görünüyor. Bu gidişle korkarım İstanbul Boğazı’na 3. köprü değil, 4. 5. 6. köprü derken boğazı tümüyle kapatıp beton dökecekler! İstanbul kentinin önemini ve anlamını kavrama gücünden yoksun olan anlayış, bu gidişle İstanbul Boğazı’nı dolgu yapıp üstüne otopark, otel, motel ve cafe gibi şeyler yapabilirler!

Kapitalizmin tutarsız düzeninin yapılaşması ve üretiminin çarpıklığından felaketler, her gün daha da artış göstererek sürmektedir.. İnsanlık için çözüm toplum ve çevre sağlığına değer veren bir düzenin sağlanması ile olasıdır. Küresel ısınmanın, iklim değişikliğinin doğal yaşamı etkilediği bir gerçek. Böylece bu sistem sorunları çözmenin ötesinde, sorunları daha da çıkmaza sokarak ve yeni sorunlar yaratarak insanlığın ve onun doğasını yok etmek için var gücüyle her yolu yasal sayarak yaşıyor…

’’Teneke kutu’’ üretiminin sınırlandığı, temiz doğal çevrede ‘’toplu taşıma’’ araçlarının hayata geçirildiği; sanayinin kontrol altına alınıp, doğaya uyumlu bir hale getirildiği; BM. İnsan Çevresi Konferansı, Stockholm Bildirgesi ‘ne uyarak bir düzen içinde yaşamak umuduyla…

‘’Herkes çevreye, insanlığa ve gelecek nesillere karşı sorumludur. Yaptığı her iş öncelikle insanın kendisine duyduğu saygıdır.’’ [C.D]


Canip DOĞUTÜRK
Kaynak:
http://www.yapi.com.tr/Haberler/arac-sayisi-artiyor_77731.html
http://www.yaya.org.tr/Insan-Nedir-ki%3F

 
Toplam blog
: 18
: 1578
Kayıt tarihi
: 16.07.09
 
 

Eğitimci, Yazar ..