Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '17

 
Kategori
Öykü
 

Terasta

Terasta
 

Çisil çisil yağıyor yağmur. Yağarken çıkarttığı çıtır çıtır ses, ağaçlarda öten kuşların melodisine karışıyor. Terastayım. Tatilin üçüncü günü.

Hesapladım, yedi buçuk ay şehirdeki evde, dört duvar arasında yaşamışım. Bu yıl kış uzun ve soğuk geçti. Onca zaman kapalı alanda kaldıktan sonra, dışarıda olmak, huzur veriyor. Nefes aldığımı hissediyorum. Sanki şehirdeki evde hiç yaşamamışım gibi, hep buradaymışım gibi.

Hafifçe esen rüzgârın etkisiyle, pergolada asılı rüzgâr çanı hareketleniyor; çın çın ötüşüyle, doğanın sesine katılıyor. Bu rüzgâr gülünü, yıllar önce San Francisco’da Pier 39’daki bir dükkândan almıştım. Yüzlerce çeşidin arasından, kalbime seslenen tınısıyla seçtirtmişti kendini. Ne zaman rüzgâr esse, yine o günlere dönerim. Merkezden tramvayla gittiğimiz sahilin, en sevdiğim yeriydi  Pier 39. Cıvıl cıvıl, her memleketten gelen insanların buluşma noktasıydı.

Ağaçlardan sadece kuş sesleri gelmiyor, arıların uğultusu da duyuluyor. Tam çiçeklenme zamanı. Ben diyeyim yüzlerce, siz deyin binlerce arı var. Ağaçlar, küçük küçük çiçeklerini, rüzgârın esişinde, serbest bıraktığı için, teras, bahçe, bahçe duvarının hemen yanına park ettiğimiz arabaların üstü dolup taşıyor. Yağmur yağdığı için, kendini göstermeyen güneşin yerine, bu minik çiçekler sarıya boyuyor dünyamızı.

Evimizin önündeki sokaktan komşuların kızları geçiyor. Her seferinde olduğu gibi gülümsüyoruz birbirimize, “Günaydın” diyoruz. Yılların geçip gittiğini, onların her yıl daha büyüyen halleriyle gülümsemelerinde izliyorum.

Bir ara yağmur diniyor ve güneş başını azıcık da olsa gösteriyor. Hemen kalkıp etrafa bakıyorum, belki gökkuğaşı görürüm diye. Göremiyorum. Bulutlar, saniyelerle kısa bir zaman için izin veriyorlar güneşe.

Bugün sakin geçiyor. Günlerden Pazar. Babalar günü. Birlikte olduğumuza şükrederek kutluyor, ancak tantana yapmamaya özen gösteriyoruz. Kısa süren el öpmeler, günün kahvesiyle tatlanıyor.

Bir hikâye yazmak geliyor içimden. Bilgisayarı açıyorum. Bugün alış veriş yapmak için merkeze inmek gerekmiyor, hava kapalı olduğu için denize girilemiyor,  yazmak için ideal bir ortam olduğunu hissediyorum.

Uzaktan bir guguk kuşu öterken, toprağın ve çiçeklerin kokusuyla mest oluyorum. Yanımda, dün bitirdiğim kitap, onun yorumunu yazmalıyım ve yeni başlayacağım kitaba da karar vermeli. Geçen yıl aldığım ve okumaya fırsat bulamadığım, bu yıl okurum diye getirdiklerimle, bir hayli seçeneğim olduğunu keşfediyorum.

Okumanın besleyiciliğine inanarak, yazmanın ferahlığını yaşıyorum.

Sol yanımda,  bir hareketlenme seziyorum. Başımı çevirince, tomurcuk halindeki bir çiçeğin hızlı çekim versiyonla topraktan çıkışına ve çiçeklerini açışına şahit oluyorum. Önce kırmızı renkteki, sonrasında da gökkuşağı renklerindeki diğer altı rengi açışını, belgesel modunda izliyorum. Nefesim kesiliyor, nutkum tutuluyor. Akşam uykusuz kaldığım için, uyuya kaldığımı ve rüya gördüğümü sanıyorum. Hafifçe sağ elimle sol koluma çimdik atıyor ve yanan canıma hayret çığlığı atmamak için kendimi zor tutuyorum. Güneş tam o anda tekrar belirip, çiçeğin üstüne gönderiyor ışınlarını. Her bir yapraktan,  yedi ayrı renk fışkırıyor etrafa. Bahçenin cıvıl cıvıl renklere boyanmasını, bir çocuğun hayreti ve sevinci derecesinde seyrediyorum.

Renkler terasa ulaşıyor sonra ve önce masayı sonrada, masanın üstünde duran kollarımı sarıyor. Yedi renge bürünen bedenimi izlerken, şaşkınlığımı, mutlulukla taçlandırıyorum. Bir ara bilgisayarın ekranına takılıyor gözüm. Başımın, hatta saçlarımın da rengârenkliğini görüyor ve ellerimi saçlarımın arasına götürüp, salladığımda, etrafıma sarı, kavuniçi, mavi, yeşil, kırmızı, mor renkler sıçratıyorum. 

Uyandığım andan itibaren griye boyalı olan dünyamın, böylesi cümbüşe dönüşmesini ağzım açık izlerken, içeriden kapının itildiğini duyuyorum. Annem, meyveleri yıkadığını söylerken “şşşiişş” diyorum, “biraz sessiz olun lütfen, hikâye yazıyorum.” Beni, bahçeyi bu tuhaf halde görmesinden çekiniyorum. Hemen susuyor ve kapıdan uzattığı başını içeriye çekiyor. Alışkın benim sessizlikte yazabildiğime. Durumda anormal bir yan hissetmiyor o nedenle. Böyle davranarak onları kısıtladığımı düşünüyor ve biraz üzülüyorum. Ancak, bu konuşma sırasında, etrafımdaki renklerin solarak, tekrar griye dönüştüğünü fark ediyorum. Annem kapıyı kapatıp içeriye gittiğinde, sol tarafıma bakıyorum umutsuzca, toprağa aceleyle çekilen mor renkli son yaprağı, görür gibi oluyorum.

Tatillerde, hele de Pazar günleri oldukça kalabalıklaşan bizim buraların, sessizliğinin kıymetini ve biraz önce yaşadığım doğanın sürprizini düşünürken, futbol oynamak için gelen mahalle çocuklarının gürültüsüne maruz kalıyorum.

Üstüne babamın babalar gününü kutlamak isteyen kuzenimin aramasıyla, yazdıklarımın sonuna geldiğimi anlıyorum.

 

Çimen Erengezgin

18. 06. 2017 – Foça

 

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..