Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Terbiyesizim, arsızım, haddimi bilmem ve önüme gelenin hayatına sarkarım!

Terbiyesizim, arsızım, haddimi bilmem ve önüme gelenin hayatına sarkarım!
 

Düşünce, sadece düşüneni değiştirir !” F.  David Peat

Çamurlaşmış, balçıklaşmış coğrafyalarda insanın “yığın karakter tipi” kendi gibi olmayana sulanmaya bayılır.

Hayatım boyunca bir diğerinin yoluna sarkmadan mümkün mertebe sadece kendi yolumu paylaşmışımdır.

İnsanların da sürüden, yığından ayrılıp kendi özgün ve özel yollarını bulmalarının gerektiğini söylemekten dilimde tüy bitmiştir.

Yığın insanının karakteridir, kültürüdür onu yığın insanı yapan. Sınıfı, maddiyatı değil. Adı üzerinde toplumsal kümelenmenin içinde yaşıyordur. Farklı ve farkında değildir. En büyük arzusu ayrık otu olarak gördüğü azınlık olan “insan gibi insanı” da sürüye katmaktır.

Ne yapar?

Elinden geleni ardına koymaz.

Her türlü silah ile saldırır.

Örnek olarak iyi anlaşan bir çiftten oluşan bir aile varsa mutlaka alt insan bunu hedef alır ve taarruza geçer.

Sürü insanı bundan hiç haz etmez zira. Kendi evinde sevgisiz, mutsuz, doyumsuzdur. Dışarıdaysa içeriyi ister, içerdeyse dışarıyı arzular.

Kendinde ne varsa bir diğerine itina ile iteleme, bir diğerinin yaşam biçimine sarkma; bu terbiyesiz, arsız bünyenin hareket tarzıdır.

Erkek sürü insanı erkeğin; kadın sürü insanı ise hemcinsinin egosuna oynar.

Ne yapar mesela?

Der ki: “Ya Kardeşim, amma hanım evladısın, hep karının dizi dibinde gel biraz da akalım gecelere. Niye koşa koşa ailene gidiyorsun oğlum, gel akşam bizde erkek erkeğe kafaları çeker biraz da poker oynarız.”

Der mi, der. Demekle de kalmaz bayıltana kadar ısrar eder.

Burada not etmek gerekir ki elbette zaman zaman sosyalleşme için birçok ortamda ayrı olarak bulunmak konu değildir. Bu tip yazıların içine koyduğum altyazılar doğru düzgün okumadan açık bulayım kendimi rezil edip ortaya atılayım tarzı anlamadan mevzuya dalanlar içindir.

Sonra karşı cins sazı eline alır:

“Ya, ne bu böyle hep kocanla, ailenle zaman geçirme. O da gitsin gezsin, sen de gel bizimle bu akşam kız kıza yemek yiyelim o da bu akşam yalnız yesin ne olacak sanki. Hem bıkmadınız mı birbirinizden Aa  Aaaaaa… Ne konuşuyorsunuz ki! Benim kocam her ortamda araziye uyum sağlar, ben evden çıkayım diye fırsat kollar. Ne öyle seninki…”

Şimdi burada işte zurnanın zırt dediği yere geldik. Haddini bilmezi "silinecekler" dosyasına koyup devam edelim.

Çamuru yoğun toprakların genetiğinde yer alan en önemli karakter zuhur ediyor.

Farklı yaşayan ve halinden mutlu olan, yığın yaşam biçimine bulaşmıyor hiçbir zaman ancak her daim bulaşan ise yığının lağım kokusu. Durmadan farklı bulduğunun üzerine istifra ediyor. Arsız durmuyor, vazgeçmiyor, cenk ediyor…

İşte o yüzden bu tip basit bir örnekte de olduğu gibi Nietzsche’nin dedikleri her daim kulaklarda çınlıyor. Ne diyordu Üstad:

"Birey, her zaman sürü tarafından yutulmamak için mücadele etmelidir.

 Eğer bunu denerseniz, genellikle yalnız kalırsınız ve hatta bazen korkabilirsiniz.

Ama hiçbir bedel kendinize sahip olma ayrıcalığından daha değerli değildir."

Daha ne desin. Anahtarı veriyor, kişiye çevirmek kalıyor.

Bu spesifik örnek dışında herhangi bir konuda da sayısal yığının kümeleştiği öbeğin hareket tarzı budur. Kendi doğrusu, kendi yaşamı, kendi kutsalı ya da kendi değersizliği veya sözde ahlak boyasını kendi yaşamakla kalmaz. Yanındakinin de suratına sürmek, orasına burasına sıvazlamak ister.

Yığın insanına aidiyet bir sınıf, eğitim, etiket, paye farklılığı ile değildir. İstediği kadar okusun, toplumda bir yerlere gelsin yığın, yığındır. Bu kavram her daim eziklikten prim sağlayan sürü insanının konumlanış biçimi ile ilgilidir. Yığın, yığın gibi olmayanı sevmez. Sürü gibi olursan, beyaz bayrağı çekersen zevkten dört köşe olur. Onun sevdiğini seversen, onun yaptığını yaparsan, onun gibi yaşarsan göbeğinin yağları erir, kulun kölen olur. Sürü psikolojisinin insan hayatına tezahürüdür bu.

Bir kişi birçok noktada sayısal yığının hareket tarzı ile ortak hareket ediyorsa ancak eşzamanlı olarak kendini de farklı görüyorsa önce aynayı kendine tutmalıdır. Bir yerlerde bir yanlışlık var demektir.

Şimdi, tamamen alakasız bir başka örnek verelim:

Bir otantik, coşuk, çıldırılmış düğün düşleyelim…

Ortada halaya katılmış insanlar tepin tepin tepiniyor.

Halay başı anlından akan terleri de sildiği mendilini delice yanındakinin de burnuna soka soka sekiyor.

O ortamda “ben ne arıyorum burada” diye kendine soran bir aile de uslu uslu yemeğini yemekle meşgul.

Laubaliyeti sıcakkanlılık sanan yığın insanı yemek masasındaki aileye kapaklanıyor. Erkeğin çatalını düşürecek hızla yerinden kaldırmak için izin dahi almadan sarsmaya başlıyor. Taarruza karşı koyuş görünce şok geçirip daha da hiddetle çekiştirmeye başlıyor. “Kalk ya kalk iki göbek atalım, oturmaya mı geldin” gibi bir şeyler söyleyip hala örseliyor.

Şimdi bu mizansende birey gidip: “Bu lanetane şarkıyı burada çekmek zaten yeterince eziyetken bir de etrafta tepişmeyin” deyip sayısal yığının halayını dağıtmıyor, yerlerine oturtmuyor; o dişini sıkıyor en kötüsü.

Yaptığını yaptırmak isteyen kabile kültü, aşiret yaşam biçimi budur her zaman…

Sayısal yığının bu başına buyruk, saldırgan tavrının temelinde cümlenin ilk kelimesi vardır yani sayısal olarak egemenlik bayrağını taşıyıp ona buna dikme ihtiyacı. Farklı insanlar yani insan gibi insanlar o bayrak için taarruz edende makul bir noktaya geri iade ederler bayrağı ve bu reddedilme de onların iştahını iyice kabartır.

Bu bitmek tükenmek bilmeyen cebelleşme için son bir örnek daha verelim:

Değer erozyonundan muzdarip yığın insan karakteri sevdiklerini bir kahkahaya kolaylıkla satabilir. Bu satılan için içerisine düşebileceği en kötü durumdur. Zira yakınının kendini sattığından habersiz diğer insanlar ile bir araya geldiğinde aile içinde yol arkadaşının kendisini nasıl kolayca sattığını bilmemektedir. Satıcı insan tipi, eşini, ailesinden herhangi bir bireyi onun olmadığı ortamda aşağılar, arkasından konuşur, rezil eder. Bu rezilliği yapmakla kalmaz bir de diğer insanlardan bekler. Kendi kocasını, karısını, ailesini ortaya meze yapmayanlardan hiç hoşlanmaz. Kirli dedikodu en temel besin maddesidir ve herkes kendisi gibi değersiz ve erdemsiz olsun ister.

“Kendi hayatlarından bir şey çıkmayacağını bilen zavallı tiplerin dedikodu yaparak mastürbasyon yapmaları düşündürücü ve üzücüdür.” Birileri sizin hakkınızda ileri geri konuşuyorsa onlardan fersah fersah ilerdesiniz demektir. Bir hikayesi olmayan vasat insan, zor olanı tercih edip kendi hikayesini yazmayı seçmez. Hikayesi olanı kemirmeyi tercih eder zira bu kolay olanıdır. Bu yaşayan ölülerin makus talihidir.

Herkes gibi olmaya kocaman bir “Hayır!” diyen birey kendi yolunun yolcusudur. Bu onu asosyal bir ayrık otu değil, aptallık ve vasat sevmez biri yapar. Hatta tam tersi toplum içinde bulunması gerekli olan ve yığın ile beraber değil onlara rağmen bir hayat yaşamasını gerektiren bir görev insanı duruma sokar.

“Herkes gibi davranan, kendisi gibi davranamayana zorunlu olarak kızar. ” Andre Gide

Berk Yüksel

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..