Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '15

 
Kategori
Öykü
 

Tereyağlı ballı ekmek - Bir kız çocuğu: 2- Dolandırıcı Manav

Paytak paytak yürüdüğüm, iki apartman ötedeki sokağın o güne kadar gittiğim en uzak yer olduğunu zannettiğim günlerden kalma, hayal meyal hatırladığım ilk anım babamın elime bir avuç para tutuşturup beni yokuşun aşağısındaki manava, elma almam için göndermesiydi. Parayı avucumda düşürmemek için sıkı sıkı tutarken aklımdan da ne alacağımı tekrarlıyordum unutmamak için. Bu sırada, beni ilk defa yalnız başıma sokağa salan annem telefona yapışmış manavın numarasını çeviriyordu. “Kızım geliyor Ahmet Abi. Bir kilo elma alacak, aman ne olur sokağın köşesinde karşıla, ben zaten balkondan bakıyorum.” Manav amcalara, tanıdık komşulara, eşe dosta, aile efradına, sokaktaki simitçiye güvenildiği günlerdi. Ama yine de pinpirikliydi annem. Nedeni ilk defa yalnız sokakta olmam değildi; nedeni başlıbaşına ruhunun pinpirikli olmasıydı. Onun ve diğer tüm annelerin tabiriyle anne olunca anlayacaktım bunun ne demek olduğunu. Onlar manav amca ile telefonda tembihleşmeye devam ederken ömrümün en uzun, ömrümün en uzak yolunu tepiyordum, avucumda bir tomar para. Yürü yürü bitmiyordu yollar. Evimizin balkonu ardımda küçüldükçe dudağımın kenarındaki gülümseme genişliyordu. Uzaklaştıkça özgürleşiyor, büyüyor, koca bir kız oluyordum. Elma alacaktım; hem de öyle böyle değil tam tamına bir kilo elma. Yiyecektim yiyecektim ama bitmeyecekti; çünkü bir kilo elma çok elma demekti. Üst komşumuz Zühtü Amca’ların bizimki kadar küçük mutfağında kapının kenarında duran sepetin içerisinde öylece yenilmeyi bekleyen elmalar kadar çok. Yol boyunca ruhsal bir değişim geçirmiştim; artık manav amcanın önüne gittiğimde evden çıkan o küçük kız çocuğu değildim. Koca bir abla olmuştum. Tek sıkıntı boyumun biraz kısa olmasıydı. Buna bir de manav amcanın güneşin tam önünde durması ve kafamı yukarı kaldırdığımda yüzünü seçemiyor olmam eklenince, daha yürünecek çok yolun, geçilecek çok sokağın olduğunu içten içe kendime itiraf etmiş ama manav amcaya birşey çaktırmamıştım. “Bir kilo elma istiyorum” dedim bir kelimesinin üstüne bastıra bastıra. Kim olduğumu anlasın ve bana saygı duysun diye geçirdim aklımdan; bugüne bugün bir kilo elma alacağım ondan, az buz değil. “Kim bir seferde manava gelip tam tamına bir kilo elma alır ki? Ancak çok zengin veya çok önemli biri olması lazım. Biz de çok zengin olmasak da elime bir tomar para tutuşturabilen bir babam var. Belki zengin değiliz ailecek ama kesinlikle önemliyiz.” diye manavın önünde, elmaların, armutların, patates ve patlıcanların yanında, aklımdan bizi bir sosyal mevkiye yerleştirmeye çalışırken bir anda bu kadar çok elmayı nasıl eve götüreceğimi düşünüp paniğe kapıldım. Sonra manav amcadan elmaları eve taşımamda yardımcı olması için ricada bulunurum diye kendimce bir çözüm ürettim; nasılsa bulunduğumuz mevki bunu gerektirirdi. Bir iki dakika içerisinde manav amca elinde bir poşet, içerisinde 4 adet büyük kırmızı elma ile bana doğru yaklaştığında birşeylerin ters gittiğini anlamıştım. İnanamayan gözlerle poşete bakıp manav amcaya dönmüş “Ama ben bir kilo elma istedim; bir kilo. Sense buna 4 tane elma koymuşsun.” diyerek bağırmaya başladım. Sinirimden kendi kendime de kızıyordum; elmaları almadan bir tomar parayı tutuşturmuştum eline manav amcanın. Bildiğin dolandırılmıştım. Adam yazık ne dediyse inandıramamıştı beni. Benim git gide hırçınlaştığım ve manav amcanın muhtemelen anneme ve babama duyduğu hürmetle susmakla yetindiği, ve komik bir çocukla karşı karşıya kalmanın zevkini sürerek yüzüme baka baka gülümsemeye devam ettiği bu monolog, benim kendisinin suratına tükürüp elimde içerisinde topu topu 4 adet elma olan torbayla eve doğru yürümeye başlamamla sonuçlanmıştı. Ardımdan büyük olasılıkla manav amca bizim eve telefon açıp durumu bildirmişti ki babamla annem çoktan balkona çıkmış beni bekliyorlardı. Ömrümde o kadar sıcak bir Cumartesi daha hatırlamıyorum. Adamcağızın suratına tükürmüş olmak bile yeteri kadar sinirimi almama yardımcı olmamış olacak ki daha apartmana bir iki ev kala başlamıştım bizimkilere bağırmaya. “Kötü manav, kötü adam! Bir kilo elma istedim; tam bir kilo. O ise beni dolandırdı; 4 tanecik elma verdi bana. Bunun neresi bir kilo! Palamı da (doğru dürüst “para” diyemediğim zamanlardı o zamanlar) aldı. Pis işte pis! Baba sen git, döv onu!” Sonraki haftalar, babamın bana o 4 tanecik elmanın aslında bir kilo geldiğini anlatmaya çalışması ile geçti. Kilo ile adet arasındaki bu orantısız bağı, eşyaların ve zamanın ve dahası kavramların göreceliliğini anlamaya başladığım an ise, içimde manav amcaya karşı yapmış olduklarımdan dolayı içten ama ağır bir suçluluk duygusu hissettim. Dünya üzerinde hiçbirşeyin net olmadığını, herşeyin, her duygunun zamana, mekana, duruma göre değişebileceğini bu şekilde öğrenmiş olmam ise ilerde matematiğe duyacağım öfkenin bilinçaltımda temellerini oluşturmuştu.

Hayatımda ilk defa o gün dolandırılmış, aldatılmış, kandırılmış olmanın ne demek olduğunu öğrendim. Ağzımda garip acımsı bir tat bırakmıştı. Hani ilacı ağzınıza atarsınız, elinizin altında su olmaz da su almaya gidene kadar ilaç dilinizin üzerinde erir ve acı bir tat bırakır ya geriye; sonra suya ulaşsanız da uzun bir süre geçmez o tat, ne yeseniz sizinle beraber gelir, işte öyle bir tattı hissettiğim yüreğimin içinde. Kimseyi aldatmamam, kandırmamam gerektiğini daha o gün, o küçük evin kapısından içeriye girmeden kazımıştım ruhuma. Bu acı ilaç tadını başkasına tattırmak dünyanın en büyük günahı olmalıydı. (DEVAM EDECEK -- TO BE CONTINUED)

 
Toplam blog
: 17
: 162
Kayıt tarihi
: 30.12.13
 
 

Gezen anne, cocukla nasil gezilir, yemek fotografcisi, mekan yorumcusu, gezenti, yay burcu ..