Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Terkeden sevgiliye ölümcül sone...

Terkeden sevgiliye ölümcül sone...
 

Çoğu kez, ayrılıgın ne denli ölümcül bir sarsıntı oldugunu bunu yaşayanlar çok iyi bilirler.

Aşk bitince sanki ölüm kapıyı çalmış gibi gelir.Halbuki aşk ta yeryüzünde bir çok şeyde oldugu gibi, içeriginde bir "düalite"içerir.

Aynen "yaşam ve ölüm"de oldugu gibi.

Filozoflar, ölümle savaşın yanına çogu kez aşkla savaşı birlikte yerleştirmişler, nasıl ki yaşam ve ölüm bir paranın iki yüzü gibi ise, savaş ve aşkta aynı şeyin diger iki yüzü gibidir.

Ve Hiç bir şey savaş ile aşk kadar birbirine aykırı bir duruş sergilemez.

Şeytanla melegin de bir bedende taşınıyor olması anlaşılamaz gibi görünebilir, aynen aşk ve savaşta oldugu gibi, ama insan da hem melek hem şeytandır.

Ama görün ki dogada ağaca dönüşmek için çatlayan tohum, ağacın yapraklarını koparan rüzgar, üçüncü bir yaşama yol vermek isteyen eril ve dişil hücreler hep bir savaşın içindedirler ama bu aynı zamanda bir yeniden doguşun da, filizlenişin de habercisidir.

Neredeyse her şeyde bulunan bu düalite bu karşıt hal, aslında bizatihi doganın gelişiminin deviniminin de bir ön koşulu gibidir.

Diyebiliriz ki, insanoglunun kendi evreninde de "yer"leri ve "gök"leri vardır, bir başka deyişle üst ben'i ile "küçük ben"i vardır.

Bunlardan "küçük ben" yaşamı boyunca kişisel ve egoist bir düzlem içinde arzu ve tatminlerin peşinde koşarken, üst ben ise bütün bir insanlıgın gelecegi üzerine takılıdır.

Bu her iki benin bireysel bir yüzleşmesi, bir hesaplaşma hali ve daha dogru bir deyişle bir savaş hali bütün bir yaşam boyunca sürgit devam eder.

Bu savaş hali iyiye işarettir, bir doguma gebe olmaktır, yeniden bir ümit besleyebilmenin imkanı gibidir.

Günümüz dünyasında ise bu karşıtlık hali sanki giderek yok olmaktadır.

Gerçek karşıtlıkların yerini, herkesin daha çok "kendi için" mücadelesi, "ruhsuz"bir güç için üstünlük elde etme mücadelesi almış gibidir.

Çünkü onur kaybolmuştur, idealler yok olmuştur, insanoglu artık yerde sürünmektedir, bu nedenle gerçek bir savaştan söz etmekte mümkün gözükmemektedir.

Öte yandan aşk, bir yanıyla ihtiyaç duydugumuz şeyle birleşmeye duyulan derin ihtiyaçtır aynı zamanda.

Bu özelligiyle aşk bir bakıma acı ile zevkin de arasında bir yerdedir.

Özellikle kaybettigimize inanırsak "o"dedigimiz kişi tam da orada, yitirdigimize inandıgımız yerde kalmıştır.

Terkeden sevgiliye hissedilen duygular, çogu zaman aşagıdaki sone de oldugu gibi hafızadan dile dökülür:

"...Seni seviyorum diye gelişine kadar rötar yapmış hayatımı, seninle yaşamaya hazırlanırken sana uzanan yollarımı kapaman niye? Biliyorum haykırışlarım boşuna, şahin pençesinde asılı serçe gibi nafile tüm çırpınışlarım. Boşuna sesleniyorum duymayacağını bile bile, seni beklemem nafile. Gözlerinde zifir siyah bir perde, alkış tutuyorsun alabildiğine şamdandaki mum gibi eriyip bitişime.

Sen kulaklarını değil, yüreğini tıkamışsın sana seslenişime, oysa ben tüm yokluğuna inat varlığını yaşatırken içimde. Gül pembesi çizgilerle resmini işliyorum karanfil moru gecelere, şiirleri seninle yüklüyorum kanatırcasına. Dizeleri ağlatıyorum seni işliyorum hecelere, tüm yaşayamadıklarıma inat.

Seni yaşamak istememdi ütopyalarım, tek sana adanmışlığımdı ölümüne, tek senin doldurduğundu rüyalarım.

Acılarımı yüreğimin bir kenarında bıraktım, unutmadım asla. Sarhoş gecelere yasladığım kopası başımı, yorgun sabahlarda zor ayılttım güne. Sensiz sabahladığım gecelerin tırnakları yüzümde bir iz ve sensiz gelen günler ayrılığın katıksız şahitleridir.

Şiirlerin, türkülerin ve bütün edebi sözlerin kifayeti, namlunun ucunda ki yaşamı söndüren mermiye kadar.

Dost nefesli kokan sözcükler şeytanın sancısı, kabristanlarda ayaklanan taşlar, vefasızlığın baş kaldırışı ve ruhun cesede büyük huzursuzluğudur.

Acı nedir?.. Bir kere tatsaydın pamuk şeker helvalardan arındırılmış, acı dediğin bütün şekerlerden sonra yaslasaydın kuduran gecelere başını, o zaman görürdüm yüreğinde ki asıl yaşı.

Acılarım her geçen gün yüreğimin bir kenarını daha doldurmakta, korkuyorum sevgili, umudumun gelmeyişine direnişinin tükeneceğinden.

Satır başından mutluluğumun kaynağı hep gözlerindi, gülen yüzünle hayata bağlayan, bu şehri sevdiren sebebimdin ve en demli muhabbetimdi elma kokulu sözlerin sen sırtını dönüp gitmeden önce....

Sebebim sendin bu şehir kararmadan önce.

Sevincim, gülen gözlerim ve mutlu yanlarım vardı sen yüreğimi vurup gitmeden önce.

Çay ve kahve bir başka kokardı, sen başımdan aşağı kaynar suları dökmeden önce.

Şer bir haber gibi düşmüştü yüreğime ayrılık, ayrılık ölüm gibi bir şeydi sen gitmeden önce.

Gittin işte, elma kokulu sohbetlerimizi unutarak, çay ve kahvemizi içtiğimiz ince belli bardaklarımızı kırarak.

Günle birlikte bende doğardım, kuşlarla arkadaş olur, sokak köpekleriyle konuşurdum sen sırtını dönmeden önce.

Kuşlar suskun buruk bir matemi yaşar gibiler, köpekler avucumdan ekmek yemez, sokaklarda görünmez oldular ve ben her doğan günle sensiz bir günü öldürürken, bir gün daha nefes almak istiyorum ölmeye böylesine razıyken.

Umudumu hissedebilen yüreğine rehin bırakıyorum, belli mi olur belki yeni günle gittiğini hatırlar, burada kalbimizi kıran bardaklarımızın hüznünü hissedersin diye.

Şimdi bir tutam gücüm kaldı en sona sakladığım.

Bilmiyorum ansızın çıkıp gelecekmisin bir avuç toprak olmadan, sonunda sen diye kucakladığım.

Bir gün anlayabilme ihtimalin var ya sevdiğimi, düşüp gelme umudun var ya yüreğinin peşine.

Yüreğin bende emanet biliyorsun ve yüreğin yüreğimde, yüreğin ellerimde çok yakında çekip gideceğim yok oluşun koynuna.

Biliyor musun aklıma takılıp kalan sözcük yığınlarının arasında gözlerin.

Bakıyorum, hayır bakmıyorum dokunuyorum.

Avuçlarımda gözlerin. Avuçlarıma yağmur yağıyor. İncitmeden siliyorum akan her bir damlayı. Ne güzel sıcacık. Avuç avuç içiyorum, tuzu dilimi yakıyor önce sonra boğazıma doğru akıyor. Isınıyorum.

Bütün bu kafamdan geçenleri dün aldığım gazetenin boş yerlerine yazıveriyorum.

Gemi yapmayı bilir misin?

Katlıyorum kağıdı.Kareler kareler kareler...

Bittiğinde son kez bakıyorum gemime ve yazdıklarıma . Pencereden aşağıya atıveriyorum...

Şimdi söyle bu şehri suyla doldurabilir misin? Kelimelerimi yüzdürebilir misin?

Su doldu bogazıma kadar, galiba artık boguluyorum..."

Artık ego sıkışmış, ihtiyaç duyulan kaybedilmiş ve sanki de ölüm kapıya dayanmıştır.

Aşk insanoglunun en üst duygularından biri olmasına karşın, aynı zamanda yoksunlugunun da bir göstergesi gibidir.

Bizde olmayandan ötürü, ya da bırakmamız gerektiginde acı çekeriz, sanki bizde olmayınca tümden yokolup gitmiş gibi egomuz bizi kasıp kavurur.

Parçalanmış hissederiz kendimizi, bölünmüş gibi oluruz.

Ama bilmeyiz ki bu kazanıp kaybetmeler bizi biraz daha yukarı taşıyabilir, göklerle buluşabilir ruh yeniden uçabilir.

Hem de bu haliyle aşk, bölünmüş parçalarımızı bir daha bir araya getirmeye olanak tanıyabilir, yitip gitmekte oldugunu sandıgımız aklı tedavi edebilir.

Ve ruh tekrar kendisiyle bir üst basamakta yeniden tanışma imkanı bulabilir.

Kendimizle tekrar tanışmamıza olanak verecek, soylu arayışları düşleyip, onurla ayakta duracak cesaretin herkeste tekrar olması dilegiyle.

Aşk olsun hepimize.

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..