Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '09

 
Kategori
Anılar
 

Terkedilmişlik!

Terkedilmişlik!
 

Terk edildiğim de Topkapı’nın Sur içerisinde, izbe bir otelin loş ve tozlu odasında bulmuştum kendimi.
Sıkıntılı bir geceydi.
Ellerim ve ayaklarım tutmuyordu.
Yüreğim de inceden inceye bir erime vardı ve bir şeyler yapamıyor olmanın çaresizliği tüm ruhumu sarmalamıştı.
Kontrolsüzdüm.
Kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum.
Yatağa girdiğimde, halen, bütün elbiselerim üzerimdeydi.
Siyah montum, siyah kot pantolonum ve siyah renkli boğazlı kazağımı çıkarmamıştım.
Soğuktu.
Uyuşturucu almayan bağımlının, yatakta battaniyeye sarılmış haline benzetiyordum kendimi.
Güvensiz ve savunmasız.
Oda loş ve karanlık.
Hemen yanı başımda bir lavabo.
Eski püskü bir yatak.
Koyu kahve bir battaniye.
Hiçbir şeye odaklanamıyorum.
Uyuyamıyorum.
Sağa ve sola dönemiyorum.
Ne kötü bir geceydi.
Zar zor sabah olmuştu.
Ve battaniyenin altından çıktığımda, soğuktan ala bildiğine üşüdüğümü hissettim.
Gözlerim kan çanağına dönmüştü.
Yavaşça ve usul usul cama yaklaştım.
Kar serpiştiriyordu.
Ve arabaların motor sesleri her yanı kaplamaya başlamıştı.
Yüzüme birkaç kez su vurdum ve lavabonun kenarına asılı havlu ile yüzümü sildim, kapıya yöneldim, merdivenlerden indim ve otelden çıktım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum.
Yürüdüm, Millet Caddesine doğru.
Oradan Aksaray istikametine yöneldim.
Yürüyordum.
Etrafımda olan, bitenlere bakmıyordum bile.
Bakamıyordum.
Sadece zihnimi meşgul eden şey “neden terk edildiğimdi”.
Düşündükçe yüreğim eriyor ve hiçbir şey hissedemiyordum.
Yalpalıyordum adeta.
Ve bir telefon kulübesine yanaştım.
Antalya’daki ablamı aradım, her şeyin bittiğini söyledim.
“Biletini al ve Antalya’ya gel, orada durma” dedi.
“Tamam” dedim.
Serpiştiren karın altında, ne yapacağımı bilmez vaziyette yürüdüm.
Yolda camlı, seyyar bir arabanın içerisinde satılan poğaçalardan bir tane aldım, yiyerek Bayezit’e doğru yürüdüm.
Sahaflarda dolaştım.
Kapalı çarşıya girdim.
İçim de derin bir sızı vardı.
Eminönü’ne indiğim de öğle saatleri olmuştu ve ben iyiden iyiye üşümeye başlamıştım.
Karaköy’e geçtim ve Yüksek Kaldırımdan İstiklâl Caddesine çıktım.
Karaca Tiyatrosunun hemen yanı başındaki kahvehaneye gittim.
Lise yıllarındayken sık sık gittiğimiz bir kahvehaneydi.
Sıcacıktı içerisi.
Bir çay geldi önüme ve derken bir tane daha, bir tane daha.
Vakit hayli olmuştu.
Isınmıştım, ama yüreğimdeki sızı büyüdükçe büyüyordu.
Yok! İnsan içinde olmam gerekiyor.
Zihnimi dağıtmam ve başka şeylere odaklanmam gerekiyor.
Göz yaşlarım yüreğime akıyor.
Yüreğim de yeni yaşları alacak yer kalmadı.
Kim bilir ne zaman tekrar gelecektim?
Üzüntü ile etrafı seyrederek Taksim’e çıktım, Bakırköy otobüslerinden birisine bindim.
Bir köşeye çekildim ve sadece etrafa bakmaya çalıştım.
Ama olmuyordu.
Hiçbir şeyi istediğim gibi görmüyordum.
Göremiyordum.
Akşam saatleri yaklaştıkça içime daha bir hüzün çökmeye başladı.
Eşyalarımı toplayıp ayrılacaktım bu kentten.
İncirli’de indim ve Güngören minibüslerinden birisine bindim, eve geldim.
Annem kapıyı açtı.
Sessizce içeri girdim ve bir çantaya gerekli eşyalarımı koydum.
Annem beni izliyor.
Sordu “ Ne yapıyorsun Nihat?”.
“Gidiyorum” dedim.
“Antalya’ya mı?” diye sordu.
“Evet” dedim.
“Ne kadar kalacaksın?”
“Sanırım hep kalacağım” dedim.
Bağlamamı siyah süngerli kılıfına koydum ve omzuma astım.
Çantayı elime aldım ve kapıya yöneldim.
Yüreğime akıttığım göz yaşlarım işte o anda yanaklarımdan süzülerek inmeye başladı.
Kendime hakim olamamıştım.
Sessizce, ama şiddetle gözlerimden boşanıyordu yaşlar.
Ve annem bana sarıldı “ağlama” dedi.
Ama annemin de gözlerinde usulca yaşlar iniyordu.
Çıktım evden, arkama bakmadan, yürüdüm yola doğru ve bir taksiye bindim.
“Otogar’a” dedim.
Kafam öne eğilmiş, savunmasız bir şekilde terk ediyordum İstanbul’u.
Biletimi aldım ve otobüse bindim.
Hareket ettiğinde otobüs artık her şey geride kalıyordu.
Ağır ağır İstanbul’dan çıkıyordu otobüs.
Beşiktaş, Küçükyalı derken on iki saat sürecek olan Antalya yolculuğu başlamıştı.
Ve ben hüzünle son bir kez İstanbul’a bakıyordum.
Gece olmuş, herkes uykudayken benim gözüme uyku birazcık olsun girmemişti.
Hoş, bir gece öncesinde ve hatta birkaç gece öncesinden beri hiç uyumamıştım.
Elim de olmadan yaşlar gözlerimden boşalıyor ve yanaklarımdan aşağıya doğru iniyordu.
Mola yerlerinde otobüsten inip öylesine yürüyordum.
Öylesine ve boş gözlerle etrafa bakıyordum.
Antalya’ya geldiğimiz de içim de bir hafifleme oldu.
Güneşli bir hava vardı.
Otobüsten indim ve eve doğru yürüdüm.
Yakındı ev.
Ablam kapıyı açtı ve bana sarıldı.
İçeri girdim.
“Hemen bir duş al” dedi.
Duş aldım.
Bir şeyler yiyemedim.
Üzüntü iyice ruhuma egemen olmaya başladı ve önüne geçemiyorum bu durumun.
Ablam işe gitti ve ben yine yalnız kaldım.

Yeni bir yaşam başlıyordu hayatım da.
Ve bir kez daha fark ettim ki İstanbul bana mutluluk vermemiş.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..