Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Teröre lanet olsun

Sezgin TANRIKULU Diyarbakır Barosu'na bağlı bir avukat. O da terör eylemlerinden dertli. Geçenler Hasankeyf’te meydana gelen bir patlamada hayatını kaybeden dört kişiden biri Avukat Sedat ÖZEVİN en yakın arkadaşlarından biri imiş. Uzaktan kumanda ile sinsice ve alçakça meydana getirilen bu patlatmada hayatını kaybedenlere rahmet dilerken Sayın TANRIKULU ile diğer terör şehitlerinin yakınlarına sabırlar dilerim. Sayın TANRIKULU birkaç gün önce yaşanan bu acı olaydan dolayı Lanet Olsun başlıklı bir yazı yazmış. Bugün öğle üzeri okuyabildim ancak. Terör eylemlerinin nasıl bir düzenleme içerisinde uygulandığının ilginç bir örneği olan bu menfur olay ile diğer terör eylemlerinin Sayın TANRIKULU tarafından da ‘’savaş’’ olarak nitelendirilmesi yeni değil.

Belli ki Sayın TANRIKULU da kimilerinin söylemlerindeki gibi ''savaş'' kavramını bilmiyor. Çünkü eğitim düzenimizde savaşlar da barışlar da o bildik ezberlemelere dayalı olarak; yeterli kavram açıklamaları yapılmadan ‘’hap gibi’’ yutturulur. Hep böyle yetiştik. Eğitimdeki ayıplarımız ne yazık ki her alanda olduğu gibi terör eylemlerini anlatırken de karşımıza çıkıyor. Oysa üniversite eğitiminde ‘’kavramlar ile tanımları’’ adlı başlı başına bir dersimiz olmadığından işimiz oldukça zorlaşıyor. Bu yüzden de bazı konuşmalardaki kavram kargaşaları gün gibi açığa çıktığından iki meslektaşın bile anlaşamadıklarını görüyoruz. Dün olduğu gibi bugün de anlı şanlı üniversitelerimizdeki hukuk, uluslararası ilişkiler, öğretmenlik, halkla ilişkiler ile sosyoloji bölümlerinde Savaş Sosyolojisi adlı bir ders okutulduğunu sanmıyorum.

Bu yüzden 1984'ten belki de 1960'lardan beri giderek yaygınlaştırılmaya çalışılan ayrılıkçı eylemler ve PKK'nın sinsice saldırılarına bağlı olarak ortaya çıkan katliamlardan doğan huzursuzluk ortamına SAVAŞ adını veriyor. Terör örgütünün uzantısı olduğu bilinen kimi siyasi oluşumlar ile kendinden menkul kimi yazarlar da bu düşüncede. Bu süreçte ''aba altından sopa göstermeyi'' de sık sık söyleyip duruyorlar. Toplumsal huzuru bozmaya ve ayrılıkçılık tohumlarını yeşertmeye yönelik bu tür çıkışlar ne yazık ki yer yer karşılığını buluyor: Kimi sokak gösterileri, bazı mitingler, yüzleri kapatılarak çocukların caddelere salınan çocukların taşkınlıkları ile bir kaç kentteki öfkeli taşkınlıkları görmezden gelemeyiz. Görülen o ki silahların gölgesinde geliştirilen terör eylemleri kimi düşüncelerde ve eylemlerde giderek taraftarlarını çoğaltmaktadır. Bu etkinlik karşısında çok daha etkili bir biçimde gelişmesi umulan ''milli birlik ve kardeşlik'' çabaları ne yazık ki ''laf-ı güzaftan öte'' bir anlam taşımıyor.

Biliniyor ki son yıllarda giderek artan bir biçimde, önüne gelen herkesi uzaktan kumandalı tuzaklar ya da C4 adı verilen bombalar ile mayınlar ve canlı bombalar ile yok etmeye çalışan kışkırtıcı bir terör unsuru var. Adını ağzına almasa da onun adı kimi listelere bile alınmış olan uluslararası bir terör örgütü. Uyuşturucu ticareti ile uğraştığı, Türkiye'de ya da yurt dışında paravan şirketlerin arkasında çalıştığı biliniyor. Girişilen kimi resmi çabaların ne yurt içinde ne de yurt dışında pek de etkili olmadığı düşüncesi yaygınlık kazanıyor toplumda. Anlaşılan yanlış giden birşeyler var. ''Tavşan kaç, tazı tut'' benzetmesi yanında ''ne şiş yansın ne kebap'' benzetmesi sergeleniyor bana göre. Oysa teröre karşı mücadeleye kalkışmış devletlerin yalnızca kendi ülkelerinde değil, kimi ülkelerde bile ''taş üstünde taş'' bırakmadıkları bilinen bir gerçek. Çünkü acımasız ve alçak terörün dünyadan silinip atılması sağlanmadığı sürece ne huzur ne demokrasi ne de sağlıklı bir küreselleşme mümkün.

Mavi Marmara Gemisi'ne yönelik İsrail askerlerinin orantısız güç kullanarak uluslararası sularda giriştiği katliam sonucu dokuz kardeşimizin öldürülmesine azmedildiği sırada TSK'nin İskenderun yakınlarındaki bir birliğine karşı girişilen bir PKK saldırısı ile henüz yirmili yaşlarındaki altı askerimizin, sinsice vurularak şehit edildiğini hepimiz biliyoruz. Bu iki olay arasındaki eş zamanlılık ya da Devletin bilgilerine ek olarak PKK terör örgütünün ''bir taşeron'' olduğu en yetkili ağızlardan ve kimi gazeteciler tarafından söylendi, yazıldı.

Her iki durumda da alçakça birer saldırı vardır. Bunun adı terör saldırısıdır. Çünkü terör örgütünün adını duyurmak ya da bir sorundan dolayı dikkatleri diri tutmak ve gerektiğinde çeşitli saptırmalar da yapılarak, belirli bir senaryoya göre propaganda savaşına hız vermek için değişik alanlarda yapılan saldırılardır bunlar. Karşılıklı olarak savaşa tutuşmuş iki ordunun savaşı değil bu. Ne topyekûn savaştır ne mevzii savaşıdır ne de iki devlet sınırı arasında arada bir meydana gelen bir çatışmadır bu. Ne siyasi anlamda ne askeri anlamda ne de sosyolojik anlamda SAVAŞ durumu değildir bu.

Oysa her ne hikmet ise Sayın TANRIKULU da geçenler yazmış olduğu Lanet Olsun başlıklı; içi acı, üzüntü ve öfke dolu zengin içerikli yazısının ilk cümlesine: ''Bu savaş...'' diye başlıyor. Oysa ''bu savaş'' değil belirli amaçları olan ve kurnazca adının içinde ''parti'' kelimesi yerleştirilmiş bulunan bir terör örgütünün; fırsat bulduğunda ülkemizin her hangi bir yerinde canlara kastetmesinin binlerce örneklerinden birisidir. Belki terör örgütünün bu kez bilinen senaryolara göre yanlış gelişen bir karşı eylem sonucu; yazılanlara göre silahlı eylemlerden yana olmayan diye anladığım Batmanlı dört değerli yurttaşımızın ''kalleşçe'' ve ''hunharca'' şehit edilmesinin acısından dolayı böyle bir genelleme yapılmış olabilir.

Ne ki yazısında sık sık kullanmak zorunda kaldığı ''savaş'' kelimesi ne bu olayın özü ne de Türkiye genelinde yer yer yaşanan katliamlar Sayın Tanrıkulu’nun da nitelemiş olduğu bu gibi ''kalleşçe'' saldırılar ve ''hunharca'' can almalar için örtüşüyor. İşte bu yüzden onun ve yakınlarının acılarını paylaşırken; kendisinden esinlenerek teröre lanet olsun, diyorum ben de.

Hiç kimsenin başına gelmesini istemediğim olayın özü şu: ''PKK’lı teröristlerin Demirlipınar Köyü yoluna döşediği mayının patlaması sonucu bölgeye gitmek isteyen İHD eski başkanı ve köy muhtarı Sadi Özdemir, kardeşleri BDP’li eski yöneticilerden Salih Özdemir ile Almanya’da oturan (45) yaşındaki Sofi (Sıddık) Özdemir ile Batman Barosu eski Başkanı (48) yaşındaki Sedat Özevin öldü.''(Alıntıdır)

Geçtiğimiz salı günü yaşanan acı olayın ayrıntısı ise aşağıdaki gibi gelişmiş:Olay, dün geceyarısı Hasankeyf ilçe yolu üzerinde bulunan Güney Raman petrol bölgesindeki ’1' ve ’2' no’lu kuyularının bulunduğu bölgede meydana geldi. Kuyuların bulunduğu bölgeye gelen 4 terörist, buradaki 4 özel güvenlik görevlisini etkisiz hale getirdi.
PKK’lı teröristler daha sonra işçilerin yattığı konteyneri ateşe verdi. PKK’lı teröristler daha sonra Demirlipınar Köyü’ne giden stabilize yola mayın döşedi. Konteynerden yükselen alevleri gören 2 kilometre uzaklıktaki Demirlipınar Köyü’nde oturanlar alevlerin anız yangınından yükseldiğini zannederek söndürmek için hareket etti.
Demirlipınar Köyü Muhtarı ve İHD Batman Şubesi eski Başkanı olan 47 yaşındaki Sadi Özdemir, ağabeyi BDP eski yöneticilerden 55 yaşındaki Salih Özdemir, Almanya’da oturan kardeşi 45 yaşındaki Sofi Ödemir ile Batman Barosu eski Başkanı 48 yaşındaki Sedat Özevin de özel araçla yangını söndürmek üzere hareket etti.
Özevin’in yönetimindeki 72 DY 411 plakalı otomobil, stabilize yolun 500'üncü metresine döşenen mayının üzerinden geçince büyük patlama oldu. Patlamada araç parçalanırken içindekiler de öldü. Patlamada ölen Batman Barosu eski başkanlarından Sedat Özevin’in, halen BDP Batman İl Başkanlığı’nı sürdüren Saadet Becerekli’nin amcasının oğlu olduğu belirlendi. (Alıntıdır)

Terör örgütünün yapmış olduğu nice eylemler gibi bu olaydaki sır perdesi de henüz kaldırılmış değil. Bu yüzden olayların Devlet'in güvenlik güçleri tarafından mı karanlık ellerce mi yoksa ortalığı germek isteyen terör örgütü tarafından mı gerçekleştirildiği bir türlü açıklığa kavuşmuyor. Kamuoyunda da olayların Devlet güçleri ya da terör örgütü tarafından yapılmış olsa bile ''sinsice ve alçakça'' bir düzenleme olduğu konusundaki fikir birliği değişmiyor. Bu da bulanık suda balık avlamaya çalışanların işlerini kolaylaştırdığı gibi özellikle Devlet'e ya da Hükümet'e olan güvenin azalmasına yol açıyor. Böylece kimi resmi açıklamalara rağmen ''faili meçhullerin sayısı'' giderek artıyor. Bütün olan bitenlere karşılık milletin sorguladığı konu şu: Terör neden ortadan kaldırılamıyor ve neden sağlıklı açıklamalar verilmiyor kamuoyuna. Biliniyor ki terör eylemlerinden dolayı yaşananlar ve Devletin yapmış olduğu nice yanlış uygulamalar yüzünden yörede hiç kimse “kanla yazılan bir tarih'' istemiyor.

Ölenlerden Salih Özdemir'in kuzeni BDP İl Başkanı Saadet Becerikli: “Saldırı kimden gelirse gelsin tasvip etmiyoruz” değerlendirmesi yaparken Batman Barosu Başkanı avukat Yusuf Tanrıseven: “BDP'ye yönelik bir tepki var. Ancak provokasyonları düşündüğünüzde insanın aklına soru işaretleri de gelmiyor değil. PKK'nın daha çok uzaktan kumandayla mayın patlattığını biliyoruz. Neden sivil bir araç patlatılsın diye düşünmeden edemiyor insan. Ölenlerin şiddete karşı insanlar olduğu çok iyi biliniyor. Biz kanla yazılan bir tarih istemiyoruz” diyor.

Şırnak Baro Başkanı Nurşivan Elçi çatışma ortamının taraftarı olmadıklarını belirterek: “Kurşun adres sormaz. Mayın kurulunca kime denk geleceği belli olmaz... Elbirliği ile çatışmasızlık ortamı yaratılması lazım. Kimsenin siyasi kaygılarla buna göz yummaya hakkı yok. Herkesin siyasi kaygılarını bırakması lazım” temennisinde bulunuyor.

Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, Sedat Özevin ile de yıllarca birlikte mayınlara karşı mücadele verdiklerini söyledi. Sezgin Tanrıkulu: “Bu savaşa lanet olsun... Mayınlara lanet olsun... Sedat ile birlikte yıllarca mayınlara karşı duyarlılık yaratmaya çalıştık. 'Devlet de PKK da mayın döşemesin' dedik. Mayına 'dur' diyen Sedat Özevin'in mayınla yaşamını yitirmesini; mayına kurban gitmesini kabul etmiyorum” diyor.

Bugün okuma fırsatı bulabildiğim Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin TANRIKULU'nun 5 Ağustos günü yayınlanan Lanet Olsun başlıklı yazısından bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
''Bu savaş en kalleşçe yöntemleri ile yakınlarımızı ve hem de en yakınımızdakileri almaya
devam ediyor...
Lanet olsun...
Bu savaş üstelik paramparça alıyor bizi bizden...
Lanet olsun bu savaşa...
Bu savaş, parçalarımızı toplayamayacak bir biçimde ayırıyor bizi bizden...
Bu savaşa lanet olsun...
Bu savaşta kullanılan bu alçakça tuzaklara lanet olsun...
Lanet olsun!
Bunu her kim kullanmışsa...
Hangi amaç için kullanmışsa...
Lanet olsun!
Hiç kimse, hiçbir amaç için bu savaşta kullanılan bu araçların orantısızlığını gerekçe göstererek bu tuzaklı eylemi meşrulaştıramaz.
Bu eylemin son kaybı sevgili Sedat
oldu. Bir derviş gibi bu dünyanın dışında, sadece ama sadece insanı ve yaşamı esas alan, bunu kişiliğinin ve mesleğinin odağı halin e getiren bir yaşam...
Ve o artık yok!
Bir derviş gibi nerede bir haksızlık yapılmışsa oraya koşmuş, kimsenin olmadığı yerde bir avuç dostuyla
hak savunuculuğu yapmış olan sevgili dostum, eski Batman Barosu Başkanı
Sedat artık yok...
Evet, lanet olsun!
Yaşadığımız her yeri daha da az yaşanır hale getirmeye çalışan, her şeye tuzak kuran bu yönteme lanet olsun...
Evet, hem Sedat’ın yaşamına, hem de yaşamlarını kendilerini sarmalayan ilişkiler ağından sıyırarak özgürlüğe, barışa, demokrasiye ve bu mücadelenin şiddetsiz yöntemlerle yürütülmesine adayan Özdemir kardeşlerin yaşamlarına son veren bu tuzağa lanet olsun...'' cümleleri ile haklı olarak kimi vicdansızlara sesleniyor. Bu çıkışı ile yürekleri dağlayan Sezgin TANRIKULU belki geçtiğimiz aylarda ya da yıllarda da terör kurbanları için de benzer tepkileri göstermiştir. Bir hukuk adamı olarak da ona bu yakışır bence.

Yazısındaki çok yönlü düşünüş bakımından Sayın TANRIKULU'na kulak verelim:
''Evet, bu tuzak belki de onlara kurulmamıştı...
Belki bu mayın, o yangının ihbarı üzerine muhtemelen gidecek olan askerlere denk gelecekti...
Peki, ne fark edecekti?
Bu sonuç ortaya çıkınca, yani dostlarımız, arkadaşlarımız değil de askerler ölseydi, biz susmalı mıydık?
Böyle lanet bir tuzakta ölenler asker olunca, ‘ne büyük başarı’ diye düşünüp susmalı mıydık?
Hayır! Bunların hiçbirini yapmamalıydık.
O nedenle de şimdi tam zamanıdır!
Bu savaşa ve bu yöntemlere daha da yüksek bir sesle karşı çıkmanın tam zamanıdır.
İşte şimdi, evet tam da şimdi bu savaşa, bu yönteme sadece bir değil bin kez karşı çıkmalıyız...''


Çok yakın bir arkadaşını yitirmiş olmanın acısını çeken Sayın TANRIKULU yaşanan acılar yüzünden Batmanlılara da sesleniyor:
''Bir iki sözüm de Batmanlılara...
Kaybettiğimiz hiçbir yaşamı geri getiremeyiz...
Ama Sedat’ın olduğu yerde, hele yaşamını yitirdiği yerde yaşam durmalıydı. Ama olmadı.
Bu mudur hak ve adalet duyarlılığınız?
Bu mudur vefa ve sadakat iradeniz?
Bu mudur özgürlük ve demokrasi özleminiz?
Bu mudur barış ve dostluk hedefiniz?
Kaç gündür nerdesiniz?
Hava mı sıcaktı? Yoksa patlayan ‘kendi mayınımız’ olunca, parçalanan bedenler en sevgili insanlarımız olsa bile ayaklarımız ve basiretimiz mi bağlanıyor? Hastaneye, asri mezarlığa koşamaz hale mi geliyorsunuz?
Bir derviş gibi bütün yaşamını hak ve özgürlük mücadelesine adayan ve bunu beklentisiz yapan, görünmek istemeyen, ağır yürüyen, yüzünde gülümsemesi hiç eksik olmayan, bu yaşamda tek bağı ve inancı insan ve insanca yaşam olan dervişinize, sofinize (sufi, hak aşığı) sahip çıkmanız bu muydu?
Alnının açıklığı ile sıcaklığı ve sevecenliğiyle her acınızı beyninde hissederek, hiç telefonunu kapatmadan size cevap veren, her derdinize koşan o değil miydi?'' (Alıntı yeri: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1011867&Date=07.08.2010&CategoryID=99)

Önemli yazısında ''Bu eylemin son kaybı sevgili Sedat oldu. Bir derviş gibi bu dünyanın dışında, sadece ama sadece insanı ve yaşamı esas alan, bunu kişiliğinin ve mesleğinin odağı haline getiren bir yaşam...'' diyen Sayın Tanrıkulu'nu bu yürekli yazısından dolayı tebrik ederim.

Bu menfur olayda hayatını kaybeden Salih, Sadi ve Sıtkı ÖZDEMİR kardeşler ile Sedat ÖZEVİN terör eylemlerinin kimseleri ayırmadığını; kör kurşunların ya da mayınların toplumumuzda nice infiallere yol açması için patlatıldığını bir kez daha gösterdi bize. Onlarla birlikte diğer terör saldırılarında hayatını kaybeden aziz şehitlerimiz nur içinde yatsın.

Umarım bu terör belası bitecek ve terör şakşakçıları ile sinsi işler çeviren niceleri ve kimilerinin ''gerilla'' demekten büyük bir haz duyduğu teröristler de bir gün pişman (nadim) olarak; yok olduğunu bildiğim bir ehven-i şer olan ''adalete teslim olarak'' yargılanmaya boyun eğerler. Fikir ayrılıklarına, fikir tartışmalarına evet; ancak teröre lanet olsun, diyerek; eğer kurulabilir ise demokratik bir ortamda yaşamanın güzellikleri hepimizin gönlünde yücelsin isterim.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..