Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '15

 
Kategori
Dünya
 

Terörün Pariziyen kurbanları

Terörün Pariziyen kurbanları
 

Haklı olarak, terörün farklı kurbanları olabilir mi diye sorabilirsiniz.

Tabi ki, terörün kurbanları farklı değildir. Sonuçta hepsi masumdur. Hepsi şiddete karşı savunmasız ve hazırlıksızdır. Hepsi en beklenmedik anda ve en beklenmedik yerde tuzağa düşürülmektedir.

Terörü bu kadar nefret edilesi yapan da budur. Günlük yaşamın tam da göbeğine çökerek, hayat damarlarını ölüm girdaplarına dönüştürmesidir, korunma seçeneği bırakmamasıdır.

Bu açıdan dünyadaki tüm terör kurbanları birbirinden farksızdır.

Korunma seçenekleri hiç olmamıştır ve olmayacaktır.

Ancak terörün hedefindekiler, Paris gibi bilinen ve sevilen bir metropolün sakinleri olunca, doğal olarak dünyanın ilgisi de bu bilinme ve sevilme katsayısına bağlı olarak, çok daha büyük oluyor. Terör eylemi de aynı şekilde çok daha büyük ses getiriyor. En medyatik haline bürünüyor. Dünyanın her yerinde gözyaşları dökülüyor, mumlar yakılıyor.

Peki, bizde durum farklı mı?

İstanbul göbeğinde patlayan bir bomba, örneğin Hakkâri’dekiyle aynı etkiyi mi gösteriyor?

Tabi ki, hayır.

Çünkü kurbanların eğitimle kültür ve ona bağlı olarak yaşam düzeyleri arttıkça, böylesi bir eyleme kurban gitmeleri daha bir yadırganıyor. “Onların” dahi başına böyle bir şey gelmiş olması, güvenlik duygusunu yerle bir ediyor. Dünyada yaşanacak yer kalmamış algısı yaratıyor. Empatiyle beraber korku da artıyor.

Bu yüzdendir ki, gelişmiş Batı Paris katliamıyla böylesi sarsıldı.

Bu türlü “kirli” işler hep geri kalmış bölgelerdeki geri kalmış insanların başına geliyordu. Gelişmiş ülkelerdeki gelişmiş insanların bunlarla ne işi olabilirdi ki?

Çok uzun bir süre de hiç olmadı zaten.

Yangınlar hep çok uzaklarda gerçekleşti. Napalm bombaları Vietnamlıları kavurdu. Afrika ve Güney Amerika’daki iç savaşlar şükür ki hep oralarda kaldı. Ortadoğu desen hep diktatör ve savaşlarla anıldı. Türkiye ise “isyancılarla” uğraştı.

Ama sonra birden bire New York’un kalbine uçaklar saplandı. Bu bahaneyle de Afganistan, ardında da Irak iğdiş edildi. Ama bu dünyayı ya da en azından gelişmiş Batı’yı daha güvenli hale getirmek şöyle dursun, düşman görülenleri daha da güçlendirdi. Der Spiegel, El Kaide için Afganistan lise, Irak üniversite oldu demişti. IŞİD ise Suriye'de master yaptı. Savaşla harap olup boşalan bölgeler, yeni sakinlerine yer açtı. Yılların ezilmişliğiyle bilenmiş ve global dünyanın imkanlarıyla donanmış çok uluslu, hareketli ve hücre birimli bir ordu oluştu.

Batı bu oluşumu kendi değerlerine saldıran caniler güruhu olarak görüyor. Doğu ise Batı’nın kendi menfaatinden başkasını düşünmeyerek bu canavarı kendi eliyle yarattığını düşünüyor.  

Batı daha da acımasız ve sert önlemlerle kendini koruyabileceğine inanıyor. Doğu ise bu savaşı çoktan kaybettiklerini biliyor. En çok da yine kendisi için kaygılanıyor.

Bu açıdan terörün ve terör kurbanlarının farklı bir algısı oluyor.

Doğu için, Afgan ve Irak işgallerinin kendisi birer terör eylemi. O kadar insanı kurban vermesi neredeyse kanıksanmışken, Paris’teki “bir avuç” sayılabilecekler için dünyanın yarısının ayağa kalkması gücüne gidiyor. Batı’nın sadece kendi kurbanları için ağladığını düşünüyor. Fransa’nın en büyük silah üreticilerinden biri olduğunu da çok iyi biliyor.

Avrupa’ya doğru yürüyen o umutsuz insan kuyrukları ise ne kadar da “The Walking Dead” dizisini çağrıştırıyor. Yaşayan ölüler yürüyor. Yaşayan ölüler.

Geçen gün bir resim vardı, o mülteci botlarından biri sahile vurmuş. Can yelekli küçük bir erkek çocuğu kayalara tutunmuş, nasıl da dehşet içersinde ağlıyor. Yürek dayanmıyor.

En azından benimki dayanmıyor. O açıdan yüreğim kesinlikle Doğu’da.

Ancak Ankara’daki kendi kurbanlarımızın ardından, son milli maçta şimdi bir de Paris’tekilerinin yuhalanmasına da dayanamıyorum. Bu yuhalayanlar için bir yakınım, kıyıdaki köşedeki herhangi bir Avrupa ülkesi vatandaşlık verse, anında kabul ederlerdi diyor. Aynen katılıyorum. Bu açıdan Batı’nın ikiyüzlülüğü kadar, kendi devasa iç çelişkilerimiz de büyük sorun.

Şiddet ve nefretle hiçbir sorun çözülmez, ancak yenisi üretilir. Paris’i vuran canavar, aslında en büyük zararı yine çıktığı bölgeye veriyor. Dindar kesimdeki yorumları ve tartışmaları da bu açıdan hep biraz havada kalır gibi görüyorum. Çok teorik ve biraz da romantik, örneğin bilimsel faaliyette bulunmadan, bilimin dini-etik kurallarını oluşturmaya çalışmak gibi. Oysa hangi değeri savunursanız savunun, onu yaşatmanın yolu her şeyden önce doğru çalışmaktan ve akıllıca üretmekten geçiyor ve de gerçeklerle yüzleşmekten.

O gerçeklerden biri de, terör kurbanlarının bile gelişmişlik düzeyine göre farklı değerlendirildikleridir. Ancak görünen o ki, terör de artık gelişmişlik düzeyine bakmadan, her yerde esiyor. Estikçe de nefret, önyargı ve ırkçılık tohumları ekiyor.

Zor bir döneme girdik yine.

Yoksa yüzyılların başında hep böyle mi oluyor?

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..