Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Terzi Hasan

Terzi Hasan
 

 http://www.youtube.com/watch?v=VB1O20vNUjc 

Kapının camına yansıyan suratının hali, üzüntüyle geçen son üç ayı açıklar gibiydi. Tabelada Terzi Hasan yazan kapının önünde birkaç dakika durdu, olup biteni gözden geçirdi tebessümle hatırlanacak üç beş dakikalık bir hatıra bile gelmiyordu aklına, son geçirdiği üç aya dair.

Babası aynı zamanda ustasıydı ve ne acıdır ki onun ölümüne hazırlıksız yakalanmıştı. Üç ay kadar öncesi  cenaze işlemleri ve başsağlığı için gelenleri kabulüydü derken uzun süre açamamıştı terzi dükkanını. Dükkanın tahta kapısının camında , komşu dükkanın sahibi  berber Rüştü nün astığı "Cenazedeyiz" yazan not hala asılı duruyordu. Anahtarı kilide takmış ve derin bir nefes almıştı. İçerisi soğuktur diye geçirerek yavaşça anahtarı çevirmiş ve içeriye girmişti bile.  İlk işi camdaki yazıyı kaldırmak olmuştu. Küçük dükkanın içine göz gezdirmişti  kumaşların olduğu rafların çok tozlandığı gözünden kaçmamıştı. Dükkana şöyle bir göz gezdirdiğinde yandaki duvarda küçük çocukların ellerinden çıkan ve rastgele bantla tutturulmuş olan resimlere uzun uzun baktı. Dükkanın dağınıklığı, tozu, çatlamış olan camı tüm bunların hepsi bahaneydi aslında. Dükkana girmek ona acı vermişti. Orada durmak istese de kalamamıştı, damarlarından kanı çekiliyordu sanki. Başını kaldırıp duvardaki boy aynasına   baktığında sanki  mezurası boynunda asılı bir şekilde ustasını görür gibi nefesini ve kısık kısık öksürüğünü duyar gibi olmuş. Gayri ihtiyari irkilip bu onu sahip olmadığı bir mekana zorla giren bir adamın ruh haline bürünmüş ve bu duyguya kapıldığınde her denemesinde daralmış bir halde  dışarı atmıştı kendini.

Bu ruh hali içinde son birkaç haftayı böyle geçirdi. Her defasında dükkanın kapısına kadar geldi. Ama kapıyı açıp içeride çok fazla kalamadan kaçarcasına tekrar kilitleyip evine gitti.

Kış geçti, ardından gelen baharla  birlikte dertler de bitti sanki. Yavaş yavaş kendine geldi. İnsanın güneşi iyiden iyiye aradığı günlerdi. Lodosla birlikte yağmur toprağı doyurmuş ve çiçekler ve ağaçlar uyanmıştı. Birgün rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak gibi terzi dükkanının önünde  buldu kendini. Elleri cebindeydi. Kapıyı açmakla açmamak arasında gitti geldi. Dışarıdan biriymişçesine dükkanın içini seyretti. Yaz gelse de  kaldırmaya fırsat bulamadığı tuğlalı döküm sobanın üzerindeki çaydanlık duruyordu. Masanın kenarında, elbise fırçası, tezgahın üzerinde ağzı açık kalmış iğne kutusu ve ahşap sandalyede bir top kumaş olduğu gibi duruyordu. Oysa bir kuş yuvasını andıran bu küçük terzi dükkanında her şey yerli yerinde titizlikle konulmuş olurdu. Hatta ahşap rafta kumaşlar bile cinslerine ve renk uyumuna göre muntazam dizili olurdu. Duvarda ustasının yeşil bir kumaştan diktiği torbanın içindeki  Kur an asılıydı.  İşte  ne zaman o eski zamandı, ne de bugün dükkana gelen o eski adamdı...

İçeri girerken babasından gördüğü gibi  sağ ayağıyla besmele çekip içeri girdi. Doğruca emektar kaset-çaların önüne geldi, düğmesine bastı ve ustasının çok sevdiği şarkı ve Zeki Müren sesiyle doldurdu dükkanı. Rahmetli ustası arada  "Şu teybi aç  bakalım üstad kulaklarımızı şenlendirsin." derdi. Bu sefer ustasını derin bir  iç çekişiyle  andı. Unutmak ne büyük bir nimet, diye mırıldandı. Ya acılar ilk günkü gibi kalsaydı? Yine boy aynasının önünde durdu. Parmak izleri olan aynanın üzerine ustasının dükkanı kendisine bırakırken "Sana öğreteceğim son şey" diyerek duvara astığı vasiyet niteliğindeki tabelaya baktı "Ekmek teknenden memnun çıkan her müşterinin yüzündeki tebessüm bakidir." Dudaklarının arasından iki kelam dökülüverdi. "Biz de bu yalan dünyanın müşterisi değil miydik, neden tebessümlerimiz hep veresiye gitti be baba."

Hiç tatmadığı baba sevgisini ustası vermişti. Esnafın hemen hepsi rahmetliyi babası bilirdi. İlkokulu bitirir bitirmez dedesinin elinden tutarak gelmişti onun terzi dükkanına. Tam yirmi iki yıl hem çırak, hem de evlat olmuştu ustasına.  Hasan Usta yalnız biriydi. İlk bebeklerine  hamileyken ölmüştü eşi ve  daha da hiç evlenmemişti. Mübarek bir arefe günü kendisine emanet edilen yetimi evlat bilmişti.

Bundan üç ay öncesine gitti Mart ayının kuru  ayazında  Hasan Usta sırtını sobaya vermiş, birşeyler okuyordu . Birden fenalaştı, göğsünü tuttu. Bir koşuşturma, su, kolonya falan derken... Komşu esnaf ve evlatlığı ne kadar uğraşsalar da fayda vermedi, kelime-i şehadet getire getire, ayağını gere gere, yüzünde eşsiz bir tebessümle bu yalan dünyaya veda etti. Zaten hep böyle dua eder, "Üç gün yatak dördüncü gün toprak." derdi.

Sanki birkaç hafta öncesinden bu vedaya  hazırlanırcasına konu komşu kim varsa  helalleşmişti. İşte o günlerde evladını da yanına çağırdı. On yaşında bir oğlanın başını okşar gibi kırkına gelmiş evlatlığının saçlarını okşadı. Sonra usul usul konuşmaya başladı  Şimdi iyice dinle beni, artık insanlarla dünyalık hesabım kalmadı, bu dükkan artık senin. Ben misafir olarak geldim bu dünyaya , gideceğim de. Sen de gideceksin, herkes gidecek yalnız senden bir isteğim var. Öldüğümde cenazem için gerekli tüm malzemeler şu çekmecede. Ben seni evlat bildim, sen bana  baba dedin. Ölünce beni sen yıka, ayıbımızı kimse görmesin, bir de mezara sen koy, bedenimize harama değmiş el değmesin. Sen bana dedenden emanetsin, ben sana hiç haram lokma yedirmedim." demişti de, o, tüm bu olup bitenleri bir ihtiyarın hüsnü kuruntusu zannetmişti. Aslında içini en çok acıtan, bu durumu anlayamamış olmasıydı.

Hasan Usta çok merhametli biriydi onun yetim çocuklardan, düşkünlerden para aldığına hiç şahit olmamıştı. Elinin emeğinin hakkı olan parayı vermeden dükkandan çıkanlara bile   yine de  ses etmez, fısıldar şekilde " ya sabır" der, işine dönerdi. Paranın ve boş  lafın peşine düştüğünü hiç görmemişti.

Bayram yaklaştığında çarşıya çıkar oyuncak bebek, araba, top, balon gibi küçük oyuncaklar alır. Bayramın ilk günü bu almış olduğu oyuncakları ve  bir poşette çikolatayı paketler ve çağırdığı taksiyle yetimhaneye gitmek üzere yola koyulurdu. Çocuklar ona Hasan Baba derdi elini öpmek için karşısına gelen her çocuğun başını okşar ve hatırını sorardı.  Yetimhaneden döndüğünde  çocukların ona yaptığı resimleri büyük bir özenle ve mutlulukla küçük dükkanın duvarlarına asardı. Bir dahaki bayrama kadar o resimler orada kalırdı.İşte bugün ustasının geçmişte pek de önemsemediği inceliklerini bir bir çözüyor, merhameti kendi içinde tekrar tanımlıyordu.

Dükkanın duvarında asılı duran, ustasının büyük bir muhabbetle bağlandığı Ali Usta sının fotoğrafının üzerindeki örtüyü aldı. Çerçevenin camını sildi, örtünün tozunu silkeledi. Hasan Usta nın dikiş makinesinde dikiş dikerken habersiz çekilen fotoğrafını çerçeveletip duvardaki resmin sağına ama biraz altına özenle yerleştirdi. Sandalyeden dikkatlice  indi, iki adım geri çekildi, uzun uzun baktı. Her şey muntazamdı.  

Yirmi iki yıl  önce bu dükkana rahmetli dedesi tarafından getirilip HasanUsta ya teslim edildiğinde ilk yaptığı iş boy aynasını temizlemekti yine öyle yaptı. Ceketini çıkardı gömleğinin kolunu katladı. Askıda duran ustasının önlüğünü giydi. Aynanın, rafların, tezgahın tozunu uzun uzun aldı. Dükkanın camına büyük harflerle "Okulunu aksatmayacak bir çırak alınacaktır" yazılı kağıdı astı.Zaman, o gün de sanki  su olup aktı , hava kararmaya başladı ve dükkanı kapatıp evin yolunu tuttu. Sabah uyandı en güzel ve en yeni kıyafetlerini giydi, camiye gitti.   Az önce telefon edip çağırdığı taksi kapının önüne yanaştı ve içinde oyuncaklar ve çikolatalar bulunan koliyi bagaja elleriyle yerleştirdi. Arabanın koltuğuna oturduğunda yüreğinde acıyla karışık garip bir huzur hissetti.  Hayırlı Bayramlar ağabey. Nereye gideceksiniz" diye soran taksiciye doğru baktı ve dilinden bir tek kelime döküldü "Yetimhaneye" ..... 

 
Toplam blog
: 146
: 762
Kayıt tarihi
: 02.05.14
 
 

İnsanları ve yaratılmış tüm canlıları severim. Yazmak amatörce de olsa hayatımda bir süredir var...