Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '13

 
Kategori
Anılar
 

Tesadüfi Uzatmalar !

Tesadüfi Uzatmalar !
 

Yıl 1999. Elli altmış kişilik küçük bir Türk şirketinde çalışıyordum. Her zamanki zor günlerden biriydi. Günde 5 saat uykuyla yetinebilen ben o güne de oldukça erken başlamıştım. Sabahın altısında beni karşısında görmeye alışkın emektar gece bekçimiz de her sabahki olağan karşılayışını yapmıştı.

“Müdür bey, bir sabah da geç gelsen de uyuyabilsek!”

Böyle şakalaşırdık Ali Rıza Amca’yla. İlerlemiş yaşına rağmen bilirdim ki gözünü kırpmazdı gece boyunca. İşkolikliğim babamdan mirastı. O’na da babasından. Günün en verimli saatleri 06-09 arasıydı.Yani kimseler gelmeden, telefon çalmadan, toplantıya davet edilmeden geçen sessiz ve verimli saatler. Neyse, sabahtan üretim toplantısı, öğle yemeğinde müşterilerle buluşma derken tekrar masama dönmem 15:00’i bulmuştu. Ertesi gün de Ankara’da önemli bir toplantım vardı ve ona da hazırlanmalıydım. Çok şeye hakimdim şirkette ve bir bilen olmak da keyif verirdi. Saat 20:00’yi gösterdiğinde ben hâlâ masamdaydım ve seyahat için çantamı dahi toparlayamamıştım! Çalan telefonla kendime geldim.

“Müdür bey, arabanı gördüm de daha gitmemişsin! Sana bir kahve yapayım mı?” diyordu Ali Rıza Amca.

Çıkacağım bahanesiyle reddettim. Yine de şirketten çıkışım 22:00’yi buldu.

“Çok çalışıyorsun beyim. Ne zaman uyuyorsun bilmiyorum!” diyerek uğurlardı Ali Rıza Amca her akşam. Arabayla gidecektim Ankara’ya. Bagajda da epey numune vardı. Erkenden yola çıkmayı ve -geçen yıllar içinde güçlü dostluklar kurduğum- müşterimiz olan firmada sabah çayına yetişmeyi severdim. Only flying is better yazardı arabamın plakalığında; ama yine de uçakla gitmeyi tercih etmezdim! Araba kullanmayı severdim ve İstanbul-Ankara TEM de bu özlemimi giderirdi fazlasıyla. Biraz uyuyayım dediğimde saat gece yarısına geliyordu.

04:00’te yola düştüm. Göz kapaklarımda bir ağırlık vardı. Açılırım biraz sonra diye düşünmeye başladığımda esnemeye de başlamıştım. Daha önümde 400 km vardı. Keşke uçakla gitseydim dedim bir an. Ziyaret edeceğim firma da Esenboğa Havalimanı’nın birkaç km ötesindeydi üstelik! Ahlanıp vahlanmak için çok geçti. Radyoda hareketli bir müzik buldum, camı da araladım ve İzmit Körfez BP’ye geldiğimde ağzım yırtılacakmışçasına esniyordum. Şekersiz, koyu bir kahve ısmarladım. İyi gelmişti. Gün de ağarmaya başlamıştı. Yolun geri kalanını esnemeksizin geçirdim, sabah çayına da yetiştim.

Arkadaşlarım arabayla gelişlerimde yol anılarımı sorarlardı hep; ama bu sefer endişelendiler anlattıklarımdan ve "Bu akşam gidemezsin." diye de zorladılar. Öğlen hep beraber kebapçıya gittik. Olağan müşteri-tedarikçi ilişkisinin dışında bir dostluğumuz vardı. Verimli bir gün oldu herkes için. "Hadi ben kalkayım artık." dediğimde telaşlandılar. Belli ki çok yorgun görünüyordum. Dinlemedim onları!

Saat 16:00’yı biraz geçiyordu yola düştüğümde. Kendimi iyi hissediyordum ve uykum da yoktu. Demek ki sabah yorgunluğuydu benimkisi. Birkaç telefon görüşmesi yaptım. Arkadaşlarım her şeyin yolunda olduğundan emin olmak istiyorlardı. TEM'i yapanlara dua ettim. Eskiden 8 saatte aldığımız yol şimdi max 4 saate düşmüştü. Çamlıdere mevkiine geldiğimde esner gibi oldum. Esnediğimi esnedikten dakikalar sonra fark ettim. Koltuğumda biraz dikildim, camı araladım ve süratimi düşürdüm. Kebap da ağır gelmişti sanki. Süratım 110 civarındaydı. Bir gariplik vardı anlam veremediğim! Dışarıdaki görüntüler arasında kopukluklar oluyordu. Yakındaki köyün cami minaresine bakarken birden ağaçlar görüyordum. Aynadan baktığımda da arkada köy filan görünmüyordu! Sanki gözümü açınca ayrı, kapayınca ayrı manzara vardı! Gözler kapanınca görülene manzara değil rüya denirdi oysa. Ürktüm bu düşüncemden. Hiç olur muydu öyle şey!

“Mehmet, oğlum bir porsiyon daha ye istersen.”

“Bence sen de yeme dostum, bak valla ağırlık çöker yolda.”

O gürleyen de neydi? Sanki bir transatlantiğin bacasının yanındayım ve beynimde çalıyordu düdüğü! Mehmet gitti gözümün önünden. Yol boştu ve ileride dağlar görünüyordu; ama dikiz aynamda selektör yapıp korna çalan bir TIR vardı. Bir derdi olmalıydı. Aynadan izliyordum. Şoför kolunu dışarı çıkarmış ve durmamı işaret ediyordu. Sağa çekip durdum. O da durdu. İnip bana doğru koşmaya başladı. Elinde de bir bidon vardı! Dışarı çıktım.

“Abi, ya sen deli misin? Abi sen uyuyorsun! Nasıl zigzaglar yaptığının farkında değil misin? Yanımdan geçerken az kaldı çarpıyordun bana." dedi telaş içinde!

Herhalde Mehmet’e bir porsiyon daha yesene dediğim anlarda yapıyordum o zigzagları!

“Hadi abi, yıka şu yüzünü gözünü iyice! Biz yapsak neyse de sen uykusuz nasıl yola çıkarsın? Canına mı susadın?”

Su öyle iyi geldi ki.

“Sağ ol arkadaşım. İçim geçmiş işte. Allah razı olsun. Neredeyiz?"

“Cankurtaran’dayız abi. Senin biraz uyuman lazım; ama burada yolun ortasında uyuyamazsın. Hadi şimdi bin arabana, tüm camları da aç. Az ileride bir benzinci var. Seni oraya kadar takip edeceğim.“

Arabama bindim. Hayatımı kurtaran o asil Anadolu insanı açık farları ve beş dakikada bir gürleyen kornasıyla Kaya Otel sapağındaki Opet’e kadar takip etti beni ve ben benzinciye girerken kornasını uzun uzun çaldı. El salladım ona. Koltuğumu yatırır yatırmaz da uykuya daldım. İlk işim Mehmet’e, “Fazla yiyorsun oğlum, sonra o göbeği eritemezsin.” demek oldu tatlı rüyamda. Gözümü açtığımda saat 21:00’e geliyordu.

Dönüş yolunda gözlerim onu aradı. Uykusunu almış gözlerimle ona bakmak ve tekrar teşekkür etmek istedim. Yoktu. Hayatımı bana geri vermiş ve gitmişti. 
 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..