Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '08

 
Kategori
Öykü
 

Tesadüfler

Geçen sene yazmaya başladığım ve yazdan beri hiç dokunmadığım bir öykü... Umarım tamamlarım…


BÖLÜM - I -


Gözlerini açtığında güneş çoktan doğmuştu. Kuşların sesleri ona mutluluk veriyordu. Yatağında tatlı tatlı kıvrılırken birden sıçradı. Saat kaç olmuştu? Hayır, dokuza geliyordu ve Mert yine geç kalmıştı. Son günlerde üzerinde çalıştığı tez için görüşmeye gidecekti. Görüşme saat ondaydı, onun buradan ayrılıp otobüs beklemesi, bir de o yolculuktan sonra inip oraya kadar yürümesi ise en azından iki saatini alırdı. Yine de denemeye karar verdi ve tam iki dakika içinde giyinip yüzünü yıkayıp dosyalarını alıp evden çıktı. Anahtar masanın üzerinden seslenmişti ona: “Beni unutma!” diye ama o duyamadı tabii…


Yoldan hızla geçti, otobüs durağına gidiyordu. Tam o sırada bineceği kırmızı otobüsün orada olduğunu gördü, karşısındaydı. Koşmaya başladı. Herkes ona bakıyordu; ama kimse otobüsü durdurmaya çalışmıyordu. Oysa Mert daha önce defalarca kez yardım etmişti şu an kendi durumunda olanlara.


Güne güneş ve kuş cıvıltılarıyla başlamıştı. Şimdi ise görüşmesine kırk beş dakika varken, bir otobüs durağında saçı başı dağınık, kravatı elinde, umutsuz ve boş gözlerle oturuyordu. Bir sonraki otobüsü beklemesi de onun bir işine yaramazdı. Tam ümidi kesip eve dönecekken yoldan yeni arabasıyla geçen bir arkadaşını gördü. Mert’in böyle lükslerde gözü yoktu, hiç olmamıştı. Şimdilik sadece başarılı bir üniversite hayatı ve ileride de iyi bir meslek istiyordu. Üniversite hayatı hep iyi olmuştu ama bugün bunu bir kez daha düşünmesi gerekiyordu sanki… Arkadaşı Görkem’in arabasına şöyle bir baktı, pahalı bir arabaya benziyordu. Görkem de onu görmüştü, el salladı. Mert tam arkasını dönmüş gidiyordu ki bir fren sesi duydu ve dönüp baktı. Görkem arabayı kenara çekti ve sinirle arabadan aşağıya indi. Motoru açtı ve korkunç bir duman bulutunun içinde kaldı. Görkem bu zamana kadar çok rahat büyümüş, bir yerden bir yere şoförle gitmişti. Kendi arabasını da kendi kullanmak istemişti herhalde ama arabalar hakkında çok bir şey bilmediği kesindi. Mert ise tam tersine arabalar konusunda uzman sayılabilirdi. Babası otomobil tamircisiydi, Mert küçükken ona çok yardım etmiş, sürekli incelemiş ve babası gibi usta olmuştu bu konuda.


Görkem’in yanına gidip baktı, arabanın sorunu belliydi, motorda su kalmamıştı. Bu çok basit arızayı çözmek Mert için zor olmamıştı. En son motor kapağını kapattı, ellerini silkeledi ve Görkem’e göz kırparak:


-Hayırlı olsun Görkem, babanın hediyesi galiba, dedi.


Görkem’in yüz ifadesinden yanılmadığını anladı.


-Nereye bakalım, dedi ikinci sorusu olarak.


-Sorma dostum, bir arkadaşım gelecek. Onu almak için karşıya geçeceğim ben de.


Mert’in gözleri parladı birden. Onun da karşıya geçmesi gerekiyordu. Görkem’e başından geçenleri anlatırken hızla arabaya bindiler.


-Şimdi dostuma yardım sırası bende, dedi Görkem.


BÖLÜM - II -


Mert kapıyı çaldı, kravatını ve saçını düzeltti, saatine bakarak çok gecikmediği için sevindi ve kapıyı açan hocasının elini sıkıp gülümsedi. Aklında tesadüflerin önemi vardı o sırada. Buraya zamanında gelmesi tamamen o tesadüflere bağlıydı. Hocası yaşlıydı biraz ama ruhu gencecikti daha. Zamane gençlerine taş çıkartırdı hatta. Mert çok seviyordu hocasını. Ondan öğrendiği ve öğreneceği çok şey vardı. Mert’in içini bir mutluluk sardı ve masaya oturduklarında yine gülümsedi hocasına içtenlikle. Hocası çok sakin biriydi. Evi deniz kenarındaydı ve bir sürü antika eşya vardı evinde. Biri Mert yaşında olan üç tane de çocuğu vardı hocasının. Eşi vefat etmiş, çocukları da büyüyüp okumaya adam olmaya gitmişti. Bu yalnızlığına rağmen yine de çok mutluydu hocası. Yaşadığı güzel günleri düşünür ve Mert’e öğrettiği gülümsemelerden dağıtırdı kucak kucak.


Önce biraz sohbet ettiler. Sonra Mert tez raporlarını çıkardı. Uzun bir konuşma ve tartışma ortamından sonra hocası Mert’e şöyle bir baktı. Mert hala büyük bir iştahla anlatıyordu düşüncelerini. Kafasını kaldırdığında dolu gözlerle ona bakan hocasını gördü ve kalakaldı. Gülse mi ağlasa mı bilmiyordu.


-Hocam iyi misiniz? dedi Mert ve biraz daha yaklaştı hocasına.


Hocası gözlerini sildi, döndü uzun uzun Mert’e baktı:


-Hiç bu kadar iyi olmamıştım, seninle gurur duyuyorum Mert. Eminim ailen de gurur duyuyordur. Keşke dünya böyle senin gibi sorumluluk sahibi insanların elinde olsa da bir şeye benzese.


Mert de çok duygulanmıştı. Gözleri dolacaktı neredeyse. Hocası bu duygusal duruma son vermek istercesine güldü:


-Hadi kalk da şu dolaptan tatlı getir bize. Bugün beraber şeker komasına girelim seninle. Durmasana, dolabın yerini biliyorsun.


Mert yine gülümsedi ve kalkıp hocasının dediğini yaptı. O kadar mutluydu ki bu enerjiyle her şeyi yapabilirdi. Hocası, o çok sevdiği, bir çok şey öğrendiği hocası takdir etmişti onu.


Mutlu başlamıştı güne, mutluydu. Eve gitmek istemiyordu canı. Vapura bindi, martılara simit atmaya başladı. Tam o sırada birini gördü vapurun öbür ucunda. Bir andı sadece… ve o gitti. Neden dikkatini çekmişti onlarca kişi içinden? İçeri girdi ve yanında annesi kucağında bebeğiyle masada oturan o güzel yüzü gördü tekrar. Yüreği hızla çarpıyor, yüzünde anlamsız bir gülümseme oluşuyordu Mert’in. Uzaktan seyretti onu. Annesine ve bebeğine bakışındaki sıcaklığı, sevgiyi görebiliyordu. Gülümsemesi parlıyordu adeta. Mert onun eşinin çok şanslı olduğunu düşündü içinden, sessizce…


Vapur kıyıya yaklaşıyordu. Kadın ayağa kalktı annesine yardım etti. Annesi de gençti henüz, hatta kadının kucağındaki bebek kardeşi bile olabilirdi, en azından Mert bunu dilemişti. Neden böyle düşünüyordu ki? Onu bir daha asla göremeyecekti. Şimdi karşısındaydı ama, bu anı değerlendirebilirdi, ona doya doya bakabilirdi, içinden geldiğince… Vapurdan indiler. Mert’in yolu başka yöndeydi. Ayrılık vakti dedi içinden yine. Son bir kez baktı ona ve arkasını dönüp yola koyuldu. Yüzünde kocaman bir tebessümle.


Eve dönmüştü. Kapı kapalıydı ve o yeni fark etmişti anahtarı evde unuttuğunu. Saatine baktı. Ev arkadaşları Emre ve Murat’ın gelmesine iki saat vardı. O zamana kadar kapıda beklemek iyi bir fikir değildi. Mert: “Bu mutlulukla eve kapanmak da iyi olmaz zaten, iyi ki unutmuşum anahtarları.” diye düşündü. Deniz kenarında güzel bir tur hiç de fena olmazdı.


Deniz ne kadar güzeldi, ağaçlar ne kadar yeşil. Kravatını eline almıştı Mert. Mavi gözlerini ortaya koyan mavi bir gömlek vardı üzerinde, pantolonunun üzerine çıkarmıştı gömleğini. Upuzun boyunu belli ederdi takım elbise. Yüzündeki tebessümüyle dolaşıyordu sahil kenarında. Bir çocuk gördü parkta. Küçük bir melekti adeta, durup onu seyretmeye başladı Mert. Minik ellerini, iki taraftan toplanmış saçlarını seyretti uzun uzun. Pembe elbisesinin etekleri dalgalanıyordu rüzgarda. Aklına vapurda gördüğü güzellik geldi birden yine, dalgalanan saçlarıyla o güzel kadın… Küçük melek tökezledi birden, Mert uyandı hayallerinden ve koşmaya başladı onu tutmak için. Çocuk iyiydi, düşmemişti; ama Mert’in kalbi hızla çarpıyordu. Ona doğru yaklaştı, annesinin geldiğini gördü ve durdu. Annesinin o meleğe kızışını izledi. Elinden kurtarmak istedi ama bir şey yapamazdı. Küçük meleğe bir tebessüm hediye etti ve devam etti yürümeye.


BÖLÜM -III-

Çalışanlar, dilenenler, yürüyenler… Yine sahil kenarındaydı şehrin hayatı. Bir müzik sesi geliyordu. O ilerledikçe ses artıyordu. Yerde oturmuş gitar çalan bir kızdan geliyordu ses. Giyimi değişik, zengin görünümlü bir kızdı. Gözleri kapalıydı, bağıra bağıra şarkı söylüyordu. Dilenmek için değil sadece eğlenmek için oradaydı belli ki, her ne kadar önüne atılmış birkaç bozukluk olsa da onlara ihtiyacı olmadığı her halinden anlaşılıyordu. İnsanın içini mutlulukla dolduruyordu şarkı söylerken. On dokuz yaşlarında bir kızdı. Mert bir süre onu izledi, gözleri hala kapalıydı. Sonra kız çalmayı bıraktı. Yaklaşık bir dakika öylece durdu, hala gülüyordu. Birden gözlerini açıp Mert’e baktı. Mert yerinden sıçradı adeta, bakamıyordu ona. Kızın gözlerindeki soğukluk Mert’in içindeki bütün duyguları emmişti sanki, duygusuzlaşmıştı bir an. Buz mavisi gözleri vardı kızın, Mert’in hiç görmediği bir renkti bu. Yoluna devam etmek istiyordu. Tam adımını atmıştı ki kız yine vurdu gitarın tellerine, Mert’in en sevdiği şarkıyı söylüyordu şimdi. Mert bakmaya korkarak tekrar döndü kıza, onu izleyen bir çift soğuk göz gördü. Sanki bilerek çalıyordu bu şarkıyı. Şarkı bitene kadar durdu Mert. Kıza bakmaya korkuyordu hala, sadece dinledi.


Kız Mert’i seyrediyordu. Onun mutlu olduğunu biliyordu. Onunla konuşmak istiyordu; çünkü Mert’te hissettiği bir şeyler vardı.


-Lütfen yanıma gel, bana bakmak zorunda değilsin… Sadece gel ve bana eşlik et, dedi.


Mert şaşırdı. İlginç bir gündü. Önce hocasından muhteşem bir hediye almıştı, sonra unutamayacağı bir güzellik görmüştü, şimdi de bu ilginç kız… Hiçbiri tesadüf olamazdı… Hiçbir şey söylemeden gitti onun yanına oturdu ve beraber şarkı söylemeye başladılar. Saatler geçiyordu. Mert bu güzel rüyadan tam üç saat sonra uyandı. Şaşkınlıkla ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı oradan. Giderken arkasından seslendiğini duydu kızın:


-Merak etme onu bir kez daha göreceksin…


Mert dönüp bakmak istemiyordu. O gözlerden yeteri kadar ürkmüştü ve şimdi de bir büyücü gibi aklından geçenleri mi okumaya kalkmıştı. En iyisi uzaklaşmaktı, eve gitti ve kapıyı çaldı.artık güvendeydi, bugün başka hiçbir olay olamazdı.


O akşam çizimlerine devam etti. Her resminde aynı yüz vardı. Bütün geceyi onunla geçirdi, milyonlarca kişinin arasından bile fark edebileceği güzellik… Bir elinde birası, bir elinde kalemi geceyi sabah etti kağıtların arasında…


Aradan okul ve uykusuzlukla dolu birkaç ay geçmişti. Mert’in aklından bazı ayrıntılar silinmişti artık. O kadını unutmak için çabalamış ve başardığını sanmıştı. Sahilde gördüğü kız aklına geldikçe birden değişiyordu hisleri. O yüzden onu düşünmemeye çalışıyordu artık. Hayatını rutin haline çevirmek için çabalıyordu. Tez için çalışmalara devam ediyordu. Geleceğini ve hayallerini düşünüyordu. Son birkaç gün çok yorulmuş olsa da kendisi için çalıştığını biliyordu ve bütün her şeyi hedefleri için yapıyordu. Bu yorgunluğun içinde düşünmeye vakit bulduğu bir ayrıntı daha olmuştu, ailesi… Ailesini özlemişti, annesine sarılmayı, babasıyla oturup konuşmayı, abisiyle gezmeyi, minik muhabbet kuşunun kafasını sallayarak ritim tutmasını… Evdeki o cıvıl cıvıl hali özlemişti. Hiç olmamış karısını, doğmamış bebeğini özlemişti. Geceleri düşünürdü bazen, bir gün yine düşünürken kağıda döktü aklındakileri;

“Canımdan bir parçam,


Hayattaki en önemli şey ne biliyor musun? Nereden bileceksin, bunu sana annenle benim anlatmamız lazım. Aile…Senin bu baban olacak hayalperest var ya, işte o hep kariyer dedi, hedefler dedi hayatta. Şimdi hep kazanıyor ama bazen düşünüyor, ya aile deseydi?... İşte bunu yeni fark ettim ben, meğerse ben zaten aile demişim. Senin için çalışıyormuşum bu kadar. Senin hayatın için… Sen bu dünyaya ayak bastığında yanında ben ve annen olacağız, bu dünyadan göçerken de eşin ve çocukların, yani ailen… Biz giderken sevgimiz seninle kalacak. Bilir misin, sevgiler ölmez canım. Günü gelecek oturup dertleşeceğiz seninle, günü gelecek tartışacağız; ilk sevgilinde yanında olacağız;hasta olacaksın annen uykusuz kalacak başında, ben de beceriksizce yemek yapacağım. Okula başlayacaksın biz heyecanlanacağız, liseye başlayacaksın biz endişeleneceğiz senin için. Mezun olacaksın biz sevineceğiz yine… Ama bileceğiz işte, bir gün gelecek sen evden gideceksin ve biz yalnız kalacağız yine. Hayatta yanında olan sadece ailen canım, şimdi biz, sonra yeni ailen… Belki askere gideceksin, ya da evleneceksin, belki bizi sevmeyecek ya da hep geleceksin bizi görmeye… Ama biliyoruz, bir gün gideceksin bu yuvadan. Kendi kanatlarınla uçacaksın… İşte o zaman sen de düşüneceksin bizim gibi hayatı, ve aileyi…”

Yazdıkça yazıyordu Mert, sayfalarca yazdı. Çocuğuna özlem duyuyordu. Ona öğütler vermişti. Nasıl güzel bir duyguydu baba olmak. Geleceğe duyduğu özlem neden bu kadar etkiliyordu hayatını?...


BÖLÜM – IV-

Birkaç gün sonra yine bir Pazar günü erkenden kalkıp güne tebessüm ettikten sonra eski dostlarını ziyaret etmeye karar verdi. Eline birkaç paket yiyecek ve içecek aldıktan sonra vapura bindi. Cebindeki son parayla aldığı simidi martılara fırlatmaya başladı. Aklına aylar önce bu vapurda gördüğü güzellik geldi yine. Sonra tanıdık bir gitar sesi duydu, hızla arkasını döndü ve dizlerinin titrediğini hissetti. Tam karşısında o güzellik oturuyordu yine, bir an öyle boşlukta geçti onun için.


Ne güzel unutmuştu onu, oysa şimdi tüm duyguları sarmıştı bedeninin her bir zerresini. Çok uzak bir masada kitap okuyordu. Bu kez yalnızdı. Mert onunla konuşabilmeyi çok isterdi ama bu şekilde yaklaşmak ne gibi bir izlenim bırakırdı üzerinde. Kendi haline güldü Mert, sadece iki kere gördüğü biri için bu kadar yoğun şeyler hissetmek… Üstelik adını bile bilmiyorken. Cesaretini toplayıp gitmeye karar verdi. Yapamayacaktı, çok zordu. Dakikalar geçti, birden az önce duyduğu gitar sesi geldi aklına. O ses nereden gelmişti? Etrafına bakınırken yine bir duygu karmaşasına girdi. Sanki beyninde birileri vardı ve onu yönetmeye çalışıyordu. Sonra yine o güzelliğe daldı gözleri. Adeta bir melekti, Mert’e huzur veriyordu. Tam o sırada kadın başını kaldırdı ve Mert’in bakışlarını kendi üzerinde yakaladı. Mert ne yapacağını şaşırmıştı, gözlerini kaçırmak ya da ona bakarak sıcak bir tebessüm hediye etmek? Şansını denedi ve ona gülümsedi, karşılığında kızgın bakışlarla karşılaştı. İşte, korktuğu şey başına gelmiş, kız avlamak için burada olan bir sapık yerine konmuştu. Bu yanlış anlamayı şimdi düzeltmeliydi. Kızın yanına yaklaşmaya korkarak ilerledi. Tekrar kitabına dalmış olan kızın yanına oturmak için izin bile alamadan kendini onun masasında buldu, gözlerine bakmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:


-Affedersiniz, sizi bakışlarımla rahatsız ettiğimin farkındayım. Daha önce kaç kişinin böyle hayranlık dolu bakışlarıyla karşılaştınız bilmiyorum ama inanın düşündüğünüz gibi farklı amaçlar güderek bakmadım güzelliğinize.


Konuşurken kadının gözlerindeki hoşnutsuzluğu görebiliyordu:


-Yanımdan gitmeniz mümkün mü acaba? Yoksa sizi şikayet edeceğim! diyerek etrafına bakındı kadın.


-Sadece bir yanlış anlamayı düzeltmek istedim. Özür dilerim… Sizi ilk ve son olarak aylar önce yine bir vapurda yanınızda anneniz ve çocuğunuz olduğunu düşündüğüm melek gibi bir kızla görmüştüm ve o günü sayenizde tebessümlerle dolu olarak bitirmiştim. Sizi tekrar görebileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi ve bugün sizi burada gördükten sonra elimde olmadan gözlerim size takıldı. Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim, iyi günler…


Son söylediği bu olmuştu, bir kez daha o güzel yüze baktı ve kalkıp vapurun önüne doğru yürürken kadından duyduğu bir cümle yaraladı Mert’i: “Sapıklığa da yeni adetler getirmişler, bir ‘evet’imle yatağında bulurum kendimi!”


Bitmişti işte, kendi yaralanmasından sonra bir de o cümle bitirmişti Mert’i. Aşık olmak suçtu artık bu memlekette, sapıklıktı gidip özür dilemek. Bu son görüşüydü onu, kısa da olsa konuşmuş olmak, kalbinin hızla atması, gözlerinin dolması etkilerini yitirmeyeceklerdi uzun süre, sapık damgası yemişti. Vapur kıyıya yanaştı, her ikisi de kalabalığın içinde kayboldu.


O günü gecenin geç saatlerine kadar arkadaşlarıyla geçirdi Mert. İçtiği her bir yudum bira ismini bilmediği güzelliği hatırlatıyordu ona. Arkadaşlarından biri odaya girdi:


-Bugünün şerefine biraz eğlenmeye ne dersiniz beyler, dedi ve arkasından 3 tane kadın girdi içeri.


Mert sarhoş olmuştu bile, öyle ki içeri giren kadını onu yaralayan o güzellik sanmıştı, kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Diğer iki arkadaşı kadınları aralarında paylaşmışlardı. Bunlar Mert’e göre değildi. Gitmek istiyordu, ayağa kalktı kadın uzaktan onu süzüyordu, Mert hafif yalpalayarak dışarı çıkmaya çalışırken kadın onu kolundan tuttu:


-Bence bu halde dışarıya çıkma. Merak etme biz paramızı peşin aldık, istemiyorsan kardeş kardeş otururuz, ama bu halde istediğin yere gidemezsin, dedi.


Mert anlamsız anlamsız bakıyordu. Kadının başından tutup uzun bir süre öptükten sonra kolunu ondan kurtardı, kızı tepeden aşağıya süzdükten sonra:


-Sen git arkadaşlarına katıl, benim iç.in endişelenmek sana kalmadı tatlım, dedi ve kapıyı çarpıp dışarı çıktı.


Şafak sökerken sahilde yalnız dolaşıyordu Mert. Yine düşünüyordu, bu kez hayatını. Okulu, kariyeri, ailesi…Uzaklaşmak istiyordu buralardan zaten son senesiydi. Üniversite bitecek ve hayata atılacaktı. Son zamanlarda kafası çok karışıktı. Adını bilmediği güzelliği tekrar görmek istiyordu. Arada bir sahile gidiyor gitarist kızı arıyordu, onu düşününce yine bir ağrı hissediyordu başında ama direniyordu. Onunla geçirdi sadece birkaç saatte her şeyi anlayabilen o kızı görmek ve aklındaki soruları sormak istiyordu. Bunun yanında tez çalışmaları ve okul tüm hızıyla devam ediyordu.


BÖLÜM – V –

Baharın sonlarına doğru artık son vizeleri, tez sonuçları ve sıcak havalar iyice bunaltmıştı Mert’i. Yüzündeki asla vazgeçmem dediği tebessümler bile azalmıştı. Sadece dostlarının varlığıydı onu güldüren ve onun tebessümlerini gören sadece sabah onu uyandıran güneş ile kuşlardı. Ev arkadaşlarıyla arası pek iyi değildi artık, sigara içen her akşam bir kızla buluşan kişiler haline gelmişti ev arkadaşları. Sadece Ali onun gibi geleceği için çalışıyordu. Bazen onunla beraber bir bara gidip birer bira içip dönüyorlardı.


Yine o gecelerden birinde Mert canlı müzik yapan gruba hayran kalmıştı. Ali onunla konuşuyordu ama Mert onu dinlemiyordu bile. Sadece müziğe dalmıştı, her bir notada kalbinden kopup gelen bir düşünceyi beynine yolluyordu, aklından bir sürü düşünce geçiyordu süzülerek. Birden tanıdık bir ses duydu. Grubun solisti susmuş, yerine gitarist geçmişti. Evet, oydu… Yolda gördüğü kız, onu kendine bağlayan gizemli kişi. Gözleri kapalıydı yine, o da Mert gibi kendini müziğe kaptırmıştı.


Ali Mert’i dürterek uyandırdı bu düşüncelerden. Mert yeniden sahneye baktı, deminki insanlar yoktu orada. Etrafına bakındı ama onlarca dans eden insandan başka bir şey göremedi. Ali şaşkındı, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu, Mert ise çoktan toparlanmaya başlamıştı. Ali’ye biraz para verdi ve hemen dışarı attı kendini. Bu akşam biraz fazla kaçırmıştı, başı dönüyordu. Zaten kafası yeteri kadar karışıktı, şimdi de hayallerindeki kız değişmişti. Artık vapurdaki güzelliği değil gitarist kızı düşünmeye başlamıştı. Eve gitmeden önce marketten bira aldı yine ve sahile gitti, denizle dertleşmeye. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu, düşünceleri hep aynı kişiye çıkıyordu artık. Birden bir el hissetti omzunda, içi ürpermişti. Yüzüne bakmadı ama kim olduğunu biliyordu,


-Neden? dedi sadece gitarist kıza.


-Çünkü böyle olmasını sen istiyorsun. Bir zamanlar onu tekrar görmek istemiştin ve gördün. Şimdi ise beni istedin… Ve ben yanındayım.


Mert’in elindeki birayı alıp kocaman bir yudum içtikten sonra onun yanına oturdu ve denize baktı. Mert ona bakmaya korkuyordu, o soğuk gözleri görmekten korkuyordu. Yapmalıydı, onun hakkında öğrenmek istediği çok şey vardı. Onun yanındayken mutlu hissediyordu kendini, huzurlu hissediyordu.


-Ben de seninleyken mutluyum ama fazla kalamayacağım. Sadece sen istediğin için geldim.


Mert afallamıştı. Bunları içinden söylediğini sanıyordu, nasıl duymuştu; ya da nasıl anlamıştı? Yine kafası karışmıştı, hiçbir şey söylemeden denize baktı ve birasından bir yudum daha aldı.


-Adın ne? dedi düz bir sesle.


-Melike, dedi kız.


Mert’in en sevdiği isimlerden biriydi bu. Bir tebessüm oluştu yüzünde ve bir yudum birayla ıslattı dudaklarını,


-Sen benim adımı biliyorsun, değil mi?


-Evet, aslına bakarsan senin hakkında birçok şey biliyorum.


Mert konuyu burada kapatma taraftarıydı. Kafasının almayacağı o kadar şey vardı ki bunları böyle sarhoşken dinlemek bir şey kazandırmazdı ona. Anın tadını çıkarmak istiyordu. Dönüp Melike’ye baktı, gözlerine… Son baktığında ona dayanılmaz bir soğukluk veren buz mavisi gözleri şimdi içini ısıtıyordu. İçinden geleni yapmak, Melike’nin gözlerinin derinliğine dalmak istiyordu. Yavaşça ona yaklaştı ve dudaklarını dudaklarında hissetti. Nefesinin sıcaklığı içini kavuruyordu Mert’in. Saatlerce onu öpmek istiyordu. Kendini kötü hissediyordu, son zamanlarda çok değişmişti ve bu değişime akıl sır erdiremiyordu. Elleri Melike’nin belindeydi şimdi, dudakları ise hala dudaklarında kavruluyordu. Melike’yi evine davet etti ama beklemediği şekilde bir ret ile karşılaştı. Son bir öpücük verip birasının son yudumunu da içtikten sonra eve doğru yola koyuldu.


Sabah dayanılmaz bir baş ağrısıyla uyandı. Geceyi biraz hatırlıyordu. Melike’yle ilgili her şey aklındaydı. Onun gelişi, öpüşmeleri, eve davet edişi… Ne kadar aptalım diye düşündü. Onu o sarhoşlukla eve davet etmesinin tek bir sebebi olabilirdi… Mert’in korktuğu tek sebep…

BÖLÜM – VI –


Seviyor muydu Melike’yi? Hayır, sadece istemişti dün onu. Ama şimdi hiçbir şey hissetmiyordu. Değişiyordu Mert, bu pislikten arınmak için kendini duşa attı hemen ve sonra da koşar adımlarla çıktı evden.


Melike de sabahın ilk ışıklarıyla sahile gitmişti. Mert’e ulaşmaya çalışıyordu ama beynini yoğunlaştıramıyordu. Bu özellik kendini bildi bileli vardı Melike’de. Birisiyle karşılıklı birbirlerini düşündükleri zaman onunla iletişime geçebiliyor, onu yönlendirebiliyordu.


Mert sahilde oturdu, o sırada yanına Ali’nin yaklaştığını gördü. Yalnız kalmak istiyordu ama hayat ona bu acıyı yaşatmaktan zevk alıyordu belli ki. Ali yine başlamıştı konuşmaya. Birkaç dakika sonra Ali’nin cebinden bir paket sigara çıkardığını gördü Mert. Bunu en son bekleyeceği kişilerden biriydi oysa ki. Bir sigara da Mert’e uzattı Ali ve artık her şeyin değiştiğini, güveneceği bir şeyi kalmadığını anlayan Mert de yaktı bir tane, asla içmem dediği sigaraya sarıldı bu sefer. Yaklaşık bir saat boyunca oturdular Ali’yle. Sonra yalnız kaldı Mert. Önünden geçenleri izledi, parkta oynayan minik çocukları izledi. Bir yandan birasını içiyordu. Bir kız çocuğu geçti önünden, minicik bir etek giymişti, çok güzeldi. Sonra da liseli kızları gördü bankta oturan. Bir tanesi ona bakıyordu. Mert’in aklından çeşit çeşit düşünceler geçti, bu kızların aileleri biliyor muydu acaba onların şu an okul yerine burada olduklarını. Üstelik kendilerinden yaşça büyük birine böyle tahrik edercesine bakmaları, kısacık etekler giymeleri… Gerçi artık bütün liseli kızlar böyleydi, marifet gibi; ama Mert hiç sevmiyordu bu havaları. Bir de erkek olarak bakmak lazımdı olaya tabii. Aslında onların sütun gibi bacaklarını görmek bir erkeği mutlu etmeliydi. Nereye kadar gideceğini merak ederek karşısındaki kızın kaş göz hareketlerine karşılık verdi.


Kızlar her zamanki gibi akılları bir karış yukarıda geziyorlardı. Onun yıllarında olandan biraz daha süslülerdi sadece. Bir süre sonra kızlardan biri ayağa kalkarak Mert’in yanına geldi. Mert düşünmüyordu artık, kızın isteği belliydi. Yanlış kişiden istiyordu bunu, Mert öyle biri değildi, en azından yıllardır böyle düşünüyordu. Kızı bankta yalnız bırakıp ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Deniz her zamanki gibi maviydi ama Mert her zamanki gibi değildi artık, gülmüyordu, insanlara tiksintiyle bakıyordu. Değişmişti, bundan artık emindi…


Melike Mert’i anlayamıyordu artık. Onu ilk gördüğünde mutlu, hayata ve ailesine önem veren, tanımadığı birine aşık biriydi. Oysa şimdi hayatın bir anlamı yoktu sanki. Mert de aynı şeyleri düşünüyordu. Yarın finalleri başlayacaktı ama o hiçbir derse girmemiş, hiçbir ders hakkında bilgi almamıştı. Hayatının belli olacağı dönemdi bu oysa, hayata atılmadan önceki son sınavlarıydı bunlar. Kınadığı gençliğe katılmıştı Mert, elinden sigarası birası eksik olmayan sokaklarda zamanını harcayan gençliğe… Bazı geceleri barlarda tanıştığı kadınlarla geçiriyordu, parası bittiğinde annesine üniversite ve ev için ihtiyaçları olduğunu söylüyor, gelen parayı yine kadınlarla yiyordu. Bazen eve hiç gitmiyordu…


Bir sabah uyandığında cıvıldayan kuşların sesini duymadı bu kez. Leş gibi sigara kokan bir odada, yanında dünden kalan yüzünü bile hatırlamakta zorlandığı bir kadınla uyandı. Saate baktı, 10:35… Sonra kafasını yastığa gömdü yine. Şu an sınavda olması gerekiyordu, hayatını kurtarması… Yanındaki kadın uyanıyordu, kafasını kaldırıp Mert’e yaklaştı ve onu öpmeye başladı. Mert tiksinmeye başlamıştı bundan, ama madem oyun başlamıştı devam etmeliydi. Geri çeviremezdi artık…


Devam Edecek….

 
Toplam blog
: 41
: 542
Kayıt tarihi
: 30.03.08
 
 

Müzisyenim. Gebze'de TEV İnanç Türkeş Lisesi'nde okuyorum. Arada bir bir şeyler yazmak hoşuma gidiyo..