Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '14

 
Kategori
Blog
 

Teşekkür ederim...

Teşekkür ederim...
 

İlk yazdığım eser bir şarkıydı ve 9 yaşında yazmıştım onu: “Ver onu bana”. Rock’n Roll formatında bestelemiştim ve o zaman ki Yugoslavya’nın Erovizyon şarkısı “Julie”den esinlenmiştim. Sonrasında orta birinci sınıfta Belçika’da okuyan bir sevgilim olmuştu benden tam 4 yaş büyük, ona mektuplar döşenmiştim. 

Sistematik olarak yazmaya ise lise birinci sınıfta başlamıştım. Hatta üst üste on şiir yazıp o dönemde bizi ziyaret etmekte olan anneanneme göstermiştim tüm heyecanımla! “Gençlikte insanlar yazar” demişti, “gelip-geçici bir heves bu”.  Halbuki, o sene 15 şarkı yazıp bestelemiştim. Üstüne üç tane çizgi-roman yazıp çizmiştim. Ve büyük hayal kırıklığıydı anneannemin sözleri.

Hayal dünyam, yaşam dünyamdan son derece genişti o günlerde! 1986 yazı Reşat Nuri Güntekin’in tüm eserlerini okumuştum. Keza Puşkin, Dostevski, Borris Patternak, Aziz Nesin, Duygu Asena gibi yazarlar hayatıma girmişti. Hayatımın yarısını spor oluştururken, diğer yarısını da hobilerim!

İçine kapanık olduğum için daha insan ilişkilerim son derece zayıftı fakat insan psikolojisi hakkında durmadan okuyordum. Ve annemin de o dönem en samimi arkadaşı olduğum için insanlar hakkında bir sürü hikayeler dinliyordum. Ve aynı annem bana çalışma yasağı koyduğu için de yaz tatillerinde bomboş vakitlerim olurdu o zaman!

Ama Anıl ile ilgili her şey, 1987 yazında başladı. Çünkü bu yaştan itibaren sosyalleşmeye, insanlar içinde rahat hareket etmeye, bildiklerini karşı cinsle konuşmaya ve hatta flört etmeye başlamıştım. Hobilerim arasına insanları da yerleştirmiş ve üstüne üstlük kendime Gökçen isminde bir kız-dost edinmiştim. Daha on altı yaşındaydım ama hayata dair bir giriş yapmayı başarmıştım. Eskisi gibi insanlar arasında sıkılmıyordum. Hatta Cumhur abi bana kadınları nasıl elde edebileceğimi de öğretmişti.

Yazmak ilgili her şey ise Suat Konuralp isimli şef mühendisin bana bir ajenda hediye etmesiyle başladı; Bolu Çimento’da stajımı bitirdiğim gün! Bu defterin adı, önce YOL-DEFTER oldu ve arkasından KRONOLOJİ. İlk gerçek aşklarımı ben bu deftere yazdım ve ilk defa Slovakya’da Drevoindustria şirketinde geçirdiğim birinci günü anlatarak yazmaya başladım. Oysa bugün o defter kayıplara karıştı. Karım nereye kaldırdığını bilmediği için 365 günü %100 dolu olan o ajenda bugün için bulunamıyor. En son o deftere 2001 yılında yazmıştım; evlenmeden evvel eşim için bestelediğim şarkının sözleri: “Desperate in your eyes (Gözlerinde umutsuzum)”!  

Bu kadar ayrıntılı olarak geçmişimi hatırlamam bu arşivleri yıllar boyu gözden geçirmemle ilintili! Günlük tutmanın, mektuplar yazıp birktirmenin, en önemli avantajı bu!

Evet, çok kitap okudum ve okuduğum bu kitaplar arasında beni en çok iki roman etkiledi: Steinbeck, “Cennetin Doğusu”  ve Tolstoy, “Anna Karenina”.

Birincisi koca Amerikan toplumunu sadece bir aile üzerinden anlatmayı başaran muhteşem bir eser ve hatta insanlar tarafından sinema uyarlaması olarak daha çok biliniyor ki en az romanı kadar başarılı kotarılmış bir film, “Cennet Yolu”, Elia Kazan tarafından 1955 yılında çekilmişti ve James Dean başrolünde oynamıştı.

İkincisi edebiyatla uğraşan sağır sultanın bile bildiği bir başyapıt, Anna Karenina. Üzerine birçok film yapılmış olan, hayatımda okumuş olduğum en kapsamlı eser, Rusya’daki halkın hareketini, sosyal sınıfların üzerinden verirken, üst sınıfın mutluluk umutsuzluğunu aşk üzerine yaşanan bir intiharla, alt sınıfın mutluluk arayışını ise yakalanan bir aşk üzerinden anlatıyor. Ve daha ötesinde bir toplumda olması gereken AHLAK vurgusunu da yapmayı ihmal etmiyor! Bu kitap ile ilgili satıhtaki aşk üzerinden yorumlarda bulunup kitabın 898 sayfasını küçümseyebilirsiniz. Oysa kitap için bir sostan ibaret olan aşktan daha öte, yepyeni bir toplum oluşturmanın temellerini atmak gibi yüce amaca hizmet eden bir görüş içermesi açısından bu kitabı çok önemli bulurum. Ve ben her zaman Konstantin Levin olmak istediğimi bilirim. Onun gibi halk kahramanı ve alçak gönüllü!

İnanın yazmak ile ilgi hiçbir zaman kendim için bir hedef çizmiş biri değilim. En büyük hayalim bu toplum için faydalı ne gerekiyorsa onu yapmaktı. Ancak insan kaderinde nelerden sorumlu olduğunun farkına varması için büyümesi gerektiği gerçeğiyle, zaman geçtikçe, karşılaşıyor.

Öte yandan kariyer açısından bakıldığında bir gün genel müdür olacağımın ötesini de planlamamıştım. Zaten bunun nasıl gelişeceği konusunda net fikirler beyan etmek, tabii ki de, aldatıcıdır. Yine de insan genel hatlarıyla kim olacağı konusunda içsel düşler kurmadan da edemez.

1987 yılından bugüne hayata dair birçok insan hikayeleri biriktirdim içimde. Bu hikayelerin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonu da var. Yani hikayeler kendi içinde tamamlanmış ve tutarlı. Ve umarım bir gün, kendimi ve zamanımı vakfedebilecek kapasiteye eriştiğimde, ben de aynı Tolstoy gibi, bu toplumu anlatan ve yönlendiren bir roman yazmaya cesaret edebilirim. Bunun için hamurumun yeterli olduğunu –nihayet- düşünebiliyorum.

2011 yılında blog yazarı olmayı kabul ettiğimde, -bu teklifi o zamanki adıyla Asabi Kedi, bugünlerdeki enfes ismiyle Güz Özlemi yapmıştı- nerelere varacağımı bilmeden, bilinçsizce, bu yazma görevine soyunmuştum. 400 blogluk bir performans çok önemli olmasa da, asıl önemli olan, farkına varmadan bir tarz oluşturacak kadar yazabilmekti. Ve yaza, yaza bu kıvama geldiğimi görüyorum.

Yani bundan sonra daha bilinçli bir yol izlemenin zamanı geldi. Umarım elimize, yüzümüze bulaştırmayız.

Ve bugüne kadar bir hatamız olmuşsa af ola…

Her şey için Milliyet Blog' a teşekkür ederim…

Saygılarımla,

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..