Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '09

 
Kategori
Dünya
 

Tharıkof Sofrası

Tharıkof Sofrası
 

Singapur’daki bir botanik bahçesinde bulunan devasa yaprakların fotoğraflarını gördüm. Bunların üzerinde beş yaşındaki bir çocuk batmadan durabilirmiş. Singapur halkının da doğaya, hayvanlara ve bitkilere çok düşkün olduklarını okumuştum. Demek ki Singapurlular akıllı insanlar. Bitkiler ve hayvanlar olmadan, insanların varlıklarını sürdüremeyeceğini; bütün doğal dengelerin alt üst olacağını biliyorlar. Onlar, kapital hırslarına yenik düşenler gibi doğayı kelleştirmemişler.

Gümüş tepsiler geliyor gözümün önüne. Ağaçsız, çıplak bir arazide bütün çirkinliğiyle ve sevimsizliğiyle gökyüzüne uzanan bir beton yığını… Bu soğuk yapının yanında, üniversite bitirmiş olsalar da her nedense cahil suratlı, boş bakışlı, adeta çevresindekilere kaba davranmak için yaratılmış tipler... Yaz sıcağında bile koyu renk takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı, kendilerini dünyanın sahibi sanan adamlar...Yanlarında da mülk-i erkan eşleri olarak görmeye alışık olduğumuz tipte kadınlar…

Bekleşiyorlar. Bekleşmek, onların yaptıkları en önemli işlerden biridir. Saatlerce bekleşirler, hiç gıkları çıkmaz bunların. Eee..ne demişler ? “Eski bir adettir, en sonra gelir…meclise bezm-i ekabir!” Evet, ekabirsen bekleteceksin ki seni gördüklerinde dalkavuklarının yüzü gülecek. Nasıl da ses tonları değişiyor değil mi seninle konuşurken… Bir de senin ses tonun var tabii, ekabir ses tonu kabilinden...

Neyse, şimdi biz şu “açılış töreni”ne dönelim. Yine bir beton yığını açılacak bugün. Epeyce kişiye epeyce rant sağlamıştı yapım aşamasında. Şimdi daha da sağmal bir inek gibi dolduruyor meydanı. Birazdan, elinde gümüş bir tepsiyle okul formalı kılıklı bir kız gelecek. Gümüş tepside küçük bir makas.. Senin o parmaklarla o makası tutman biraz zor olacak tabii, ama idare ediver artık. Gümüş tepsiye de kallavi makas yakışmaz ki! Gerçi ne ince dekorlara ne kalas tipleri yakıştırıyorlar ya, şimdi o konulara girmeyelim hiç. Evet…Tepsi gümüş. Başka türlüsü olmaz.

İçim daraldı. Ufaktan kaçıyorum bu sahneden.

*****

Tharıkof Ane’den söz eden can dost geldi aklıma... Evet, Tharıkof Ane... Çerkes söylencelerinde söz edilirmiş bundan. Yaprakları sini kadarmış. Eskiden atlılar bu yaprakları sofra olarak kullanırlarmış yolculuklarında.

Yıllar önce tanımıştım onu. Ataları Kafkasya’dan gelmiş, yerleşmişler bu topraklara. “Kendini evinde eğit, sonra topluma katıl.” diyen bilge insanların torunuydu o. Gerçekten de kendini “evinde eğitip”, sonradan “topluma katılma” sorumluluğu alan bir arkadaştı. Sonra dünya halleri işte… ayrıldı yollarımız. Herkes bir yöne, kendi yaşantısına doğru yol aldı. Yıllar geçip gitti.

Sonra bir gün… bir telefon!.. Kaldırdım ahizeyi. Hiç beklemediğim anda, tellerin öteki ucundan sesi geldi kulağıma. Ortak bir arkadaşımızdan almış telefon numaramı. Yıllar sonra Başkent’ten, Ankara’dan arıyordu. Sağ olsun, hep aradı daha sonraları da..

O arkadaşımdan duyduğum bir atasözü, belki de bütün söylemek istediklerimin bir özeti, özü olsa gerek: “İyi yanınızı küçültmeyin, kötü yanınızı gizlemeyin!” Anadolu kültüründe de var bu söyleyiş: Mevlana, kendi felsefesiyle “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek tevazuyu da böbürlenmeyi de reddeder.

Arkadaşım, geçen yıl Kafkasya’ya gitmiş. "Kabartay Balkar Özerk Cumhuriyeti"ne... Yıllar önce oralardan ayrılan dedesinin köyüne uğramış. Doğu Karadeniz iklimi ve bitki örtüsü hakim, diyor oralarda. Bir de fotoğrafını yollamış bana. Bir gök taşının yanında durmuş, fotoğraf çektirmiş.

Bahçeli evlerde doğanın tadını çıkarıyorlarmış köylüler. Köyler ve mahalleler merkezî olarak ısıtılıyormuş. Günde 12 saat sıcak suları akıyormuş ve bunun için çok az para ödüyorlarmış. Sosyalizmin halen tasfiye olmamış nimetlerinden yararlanıyorlarmış. Çiftliklerde toprak işçileri varmış. Eski Kolhozları özel kişilere kiralamışlar. Bütün kuaförler bayanmış...

Seni konuk etmek için köylülerin nasıl yarışa girdiğini anlatmana hiç gerek yok, arkadaşım. Çerkeslerin konukseverliğini çok iyi biliyorum ben. Ne kadar kibar ve insancıl olduklarını da… İnsan, her yerde insandır. Bütün dünya halklarının başım üstünde yeri var. Ama bu başka bir şey. Bu, bir kültür sorunu.

Sağ olasın. Aldın beni, yemyeşil diyarlara götürdün. Dağ havası soludum, çimenlere bastım, serin sulardan içtim. Kafkaslarda dolaştım sayende. Ben de sana şu çerkes dizelerini armağan etmek istiyorum.

Artık ne başımda kara kalpağım,
ne belimde gümüş kamam var.
Rüzgarla yarışan atlarımı da vurdular,
ama hala saçlarım güneşle boyalı,
gözlerim vadi yeşili,
yüreğim ise, bedenimin onurla taşıdığı
dağlı yüreği...
ve içimde gitmek korkusu da yok artık,
zaten gidilmiş diyarlardan geldim.

*****

Doğa tertemiz olsa.. Yağmur damlacıkları inci taneleri gibi parlasa yaprakların üzerinde. Mis gibi toprak koksa. Koyunların çıngırak sesleri gelse kulağımıza. Bir derenin şırıltısını duysak.. Bir tırtıl tırmanıyor olsa ağacın dallarına.. Kuş cıvıltıları karışsa arı vızıltısına.. Hanımeli, karanfil, gül kokuları yayılsa bahçelerden.. Mavi uzaklıklarda bembeyaz yelkenliler süzülse.. Olgun bir kayısı düşse dalından.. Balıkçı motorları yanaşsa rıhtımlara...

Toplansak bütün yol arkadaşları bir araya.. Yol arkadaşları sofrası olarak da bir Tharıkof yaprağı bulsak.. Tharıkof Ane... Tharıkof sofrası... Ane, sofra demekmiş, öyle dedi arkadaşım. Sonra başka diyarlardan, başka kültürlerden de yol arkadaşlarımız olsa...

Ekmeği.. bütün dünya bölüşsek.

...

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..