Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '11

 
Kategori
Seçim
 

The Economist neden doğru söylüyor?

The Economist neden doğru söylüyor?
 

Ülkemizin geleneksel vesayetçi rejiminin klasik bir yönetim şekli vardı. Rejimin sahiplerine göre, Türkiye’nin dört bir yanı düşmanlarla çevrilmişti ve emperyalist odaklar tüm güçlerini, hünerlerini Türkiye’yi bölmek, yok etmek için devreye sokmuştu. Bu senaryo, tüm bu sinsi ve kötü niyetli düşmana karşı özel önlemler almanın, korunaklı bir devlet ve toplum modeli geliştirmenin gerekçesini oluşturdu.

Otoriter bir rejim kurmanın ilk adımı dört bir yanın düşmanlarla dolu olduğu, düşmanların hepsinin işbirliği içinde bulunduğu ve bu düşmanların akla hayale gelmeyen planların ve niyetlerin sahibi olduğu inancını yaymaktır.

Bizim kurtulmak istediğimiz ve demokratikleşmesini istediğimiz düzen işte tam da buydu. Askeri vesayet sistemi, iktidarını korumak için, toplumu sürekli saldırı altında olduğu korkusu ile paranoyak bir ruh haline sokuyor, kurulu düzene itiraz etmemesine çalışıyordu.

Bu genel olarak, totaliter rejimlerin varlıklarını koruma yöntemidir.

Türkiye AKP hükümeti ile bu tarz bir ülke olma konumundan uzaklaşmak için ciddi adımlar attı. Bugün, düşman zannettiğimiz çoğu ülkenin, vizesiz giriş çıkış yapabildiğimiz ve iyi ilişkiler kurabildiğimiz ülkeler olduğunu görüyoruz. Yine benzer şekilde, ülkenin yaşadığı sorunların dış güçlerin etkisinden çok, kendi yanlışlarımızdan kaynaklandığını fark ediyoruz. Tüm dünyanın işi gücü bırakıp Türklerle uğraştığını zannettiğimiz paranoyak ruh halinden çıkıp, ülke aktif bir aktör olmaya dönüştüğünde, bölgesinde dengeleri etkileyen bir güç olabildiğine inanmaya başlıyoruz.

Tüm bunlar doğru. Ama bunlar kadar bir başka doğru ise AKP’nin baskı araçları ile girdiği ilişki derinleştikçe ve giderek güç birikimi yaşadıkça, kendisine düşman yaratan bir otoriter çizgiye ilerlemeye başladığı.

Bugünlerde, başbakan dahil hangi AKP ileri gelenini veya AKP taraftarını dinleyecek olursam, hepsinin aynı ruh haline ve söyleme sahip olduğunu görüyorum; “Her yanımız düşmanlarla çevrili, ittifak halindeler ve akla hayale gelmeyen planları devreye sokmuş durumdalar.”

AKP’nin şu an için otoriter bir rejimin sahibi olduğunu iddia etmek haksızlık olabilir. Ama AKP’nin eski rejimin yöntemlerinden vazgeçmek istemediğine dair güçlü emareler var. Ergenekon korkusunu körüklemek ve bu yolla kendisi dışındaki tüm siyasi kanalları Ergenekonculukla suçlamak da bunun yöntemlerinden birisi.

Türkiye’de bir derin devlet gerçeği olduğunu ve bunun özel bir yansıması olan Ergenekon yapılanmasına güç veren etkili bir zihniyet damarı bulunduğunu biliyoruz. Bu zihniyetin sivil siyasete ve demokratik süreçlere olan düşmanlığı da son derece açık bir gerçek.

Ancak AKP de Ergenekon korkusunu ters istikamette ama aynı amaçla kullanma eğilimine girmiş durumda. Yurt dışındaki bir derginin Türkiye seçimlerine dair değerlendirmesini dahi, Ergenekoncu cephenin uğraşıları sonucu gelişen uluslar arası bir komplo olarak değerlendirmek, işte tam da eski rejimin alışkanlığının devam ettiğinin bir göstergesidir. Anlıyoruz ki artık AKP’ye yönelik her muhalefet, Ergenekon zihniyetine dahil olmakla suçlanacak ve ciddi komplo teorilerine meze olacak.

Bu yabancısı olduğumuz bir yöntem değil. Bu ülkenin tarihi, bu yöntemle tüm azınlıkları, ezilmişleri ve muhalefeti yok etmeye çalışmanın örnekleri ile doludur.

Bir önceki yazım, bu yazıdan sonra yayınlanan The Economist dergisindeki makale ile hemen hemen aynı noktalara temas ediyordu.

Bugün CHP ve MHP, bu ülke için hala çok büyük risk içeriyorlar. Her iki partiden birisinin ya da her ikisinin birden iktidar olması vesayetçi rejimin yeniden tesis edilmesi anlamına geliyor. Bu nedenle bu olasılık demokrat kimliğe sahip insanların tercihi değil. Ancak ne yazık ki bunun tam tersi de bir doğruya tekabül etmiyor. Yani %45 ile %50 arasında oy alacağı tahmin edilen AKP’nin güçle ve iktidarla aynı düzeyde teması da bu ülke için pozitif bir seçenek değil. Çünkü AKP güçle temas ettikçe geleneksel sağ bir çizgiye evriliyor ve otoriter bir damarın etkisi altına giriyor.

Hopa’da anlamsız bir pankart yüzünden ve gereksiz bir kolluk kuvveti baskısı üzerine bir insanın ölmesi ve bunun bile komplo teorilerine meze yapılmaya çalışılması bu damarın basit bir örneği. Devletin baskı gücü ile toplumsal gerginliği kaşımak, ardından yükselen tepkilere daha sert bir şiddetle yanıt vermek ve ortaya çıkan tabloyu derin siyasetle açıklamaya çalışmak, vesayetçi rejimde çok karşılaştığımız bir yöntemdi. AKP’de Hopa’da yöntemi uygulamaktan hiç çekinmedi.

Tüm bu tablonun ortaya çıkardığı sonuç şu; Elimizde bu ülkede değişimi kolaydan yapmamamızı sağlayacak bir aktör veya beyaz atlı prens yok. Her partinin kendi içinde pozitif ve negatif potansiyelleri var. AKP hala mevcut alternatifler içinde pozitif potansiyeli en yüksek olan siyasi aktör. Ama bu düzey dahi çok umut verici ve alternatifsiz değil. Bu durumda rekabeti mümkün kılacak bir denge en mantıklı seçenek ve bu durumda hiçbir ankette %42’nin altına inmeyen AKP’ye karşı, BDP kökenli bağımsız adaylara ve değişimine cesaret verecek düzeyde CHP’ye destek vermek en anlamlısı.

The Economist’teki şu cümleyi tekrar hatırlamakta fayda var;

“AKP'nin bir sonraki hükümeti kuracağı kesin. Ama biz Türklere CHP'ye oy vermelerini tavsiye ediyoruz. Kılıçdaroğlu'nun partisinin iyi bir performans göstermesi, anayasayı daha da kötüleştirecek, tek taraflı değişiklik riskini azaltır ve muhalefete gelecekteki seçimleri kazanma adına daha adil bir şans verir. Bu Türkiye'de demokrasiyi garantilemenin açık ara en iyi yöntemi”

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..