Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '20

 
Kategori
Sinema
 

The Master/Usta

Oscar’a en iyi erkek oyuncu dalında dört kez aday olan ve dördüncü seferde bu ödüle layık görülen Joaquin Phoenix, bu ödülle hiç şüphesiz 92. Oscar ödül töreninde en çok konuşulan isimlerden biri oldu. Hem Oscar’a aday gösterildiği Joker performansıyla hem de ödül gecesinde aktivist yanını da bize fısıldadığı duyarlı konuşmasıyla.

Phoenix Joker ile ödül aldı ama, en az Joker kadar muhteşem performans sergilediği, belki de daha fazlasını ortaya koyduğu bir başka karakter ise Paul Thomas Anderson’un The Master filmindeki Freddie Quell.

II. Dünya savaşı sonrası Japonya’dan Amerika’ya dönen alkolik ve travmatize olmuş Freddie, cinsel takıntıları olan, normal hayata dönmekte zorluk yaşayan ve girdiği işlerde tutunamayan bir karakterdir.

Amerika’ya dönmeden önce psikologla gemide geçen konuşmasında, kendisine yapılan rocher testte her şeyi cinsel açıdan algılayan; halasıyla ensest ilişki yaşamış, babası alkolden ölmüş, annesi akıl hastanesinde ve savaşta da çok sayıda kişiyi öldürmüş, hat safhada meme düşkünlüğü olan, plajda diğer askerlerin kumdan yaptığı kadın heykeliyle cinsel ilişkiye giren nevrotik bir karakterdir.

Haliyle bu denli yaraları olan, hayatla güvenli bir bağ kuramamış Freddie’nin sakinleşmek için memeden medet umması boşuna değil gibi. Freddie’nin oedipal kompleks gösteren halleri de ara ara göz kırpıyor bunların arasından, babasına benzettiği kişileri kasti olarak rahatsız ediyor, fotoğrafını çekmeye çalıştığı adam gibi ya da kendi yaptığı içkiyle babasına benzettiği bir adamı öldürmeye yelteniyor.

Freddie’nin alkol düşkünlüğü, O’nu eline kolonya, boya inceltici, tiner gibi hangi madde geçerse geçsin ondan içki yapmaya sevk ediyor ki bu da oral takıntısını gözler önüne seriyor. İnsan yaşamının ilk yıllarını kapsayan ve idin hakim olduğu bu süreçte yeterli doyuma ulaşamayan bireylerde Freddie’de olduğu gibi alkol düşkünlüğü, cinsel saplantılar görülmesi mümkün.

Freddie bir sahnede davete gittikleri bir evden ufak tefek objeler çalıyor, İngiliz Psikanalist Winnicot ise hırsızlık olayıyla ilgili şöyle diyor: “Hırsızlık yapan çocuk annesini arar.”

Bu arayış belki de, Freddie’yi kendini tesadüfen içinde bulunduğu bir gemide, The Cause  diye anılan bir grubun lideri Todd Lancaster (Philip Seymour Hoffman) ile  “sahip- köle” cinsinden bir ilişkinin içine doğru sürüklüyor. (Bu arada Lancaster’ı oynayan, Philip Seymour Hoffman’ın en az Phoenix kadar muazzam bir performans sergiliyor ve ikilinin karşılıklı oynadığı sahneler oyunculuk açısından doruk noktası adeta.)

Lancaster, kendini doktor, yazar, bilim adamı, nükleer fizikçi olarak tanıtıyor ve bir tarikat lideri gibi etrafında müritleri var. Geçmişine dön diye anılan, herkesin gözü önünde bir terapi yapıyor kalabalık gruplar arasında. İnsanları hayvanların üzerinde, Freddie’yi hayvan gibi, kendini de görünürde diğer insanlarla eş ama etrafına yansıttığı tavırlarında onların üstünde görüyor.

Bugün pek çok toplulukta, inanma, iyileşme ihtiyacıyla birilerine tutunmaya çalışan insanların peşinden koştukları, etraflarında döndükleri, sahte ustalar gibi  bir “Usta”. Kanseri tedavi edebileceklerini, barışı getirebileceklerini iddia ediyor ve bu konuşmalarına şüphecilikle yaklaşan John Mare’yi, önce duymazlıktan geliyor soruları karşısında, sonra O’nu sabit fikirli olmakla suçluyor ki, kendi de, kendi doğrusundan şüphe etmeyip, kendi doğrusuna sabitlenmiş. Bu da aslında çoğunlukla usta sandıklarımızın usta olmayışının bariz göstergesi.

Freddi ile Lancaster arasındaki ilişki ise Lancaster’ın etrafındaki herkesle kurduğu ilişkiden farklı, Freddi hem O’na kimsenin kolay kolay cesaret edemediği gibi kafa tutuyor hem de onun kurallarına uyuyor ve O’na karşı gelenlere, fikrini benimsemeyenlere de saldırmaktan da geri durmuyor.

Freddie, Lancester’ın ailesinin bir parçası oluyor, genç karısı, kızı, oğlu ve damadının yanı sıra. Lancaster’ın karısı Peggy de etkin, ustanın çalışmalarında. Freddie’yi hipnoz ederek kontrol altına almaya çalışıyorlar, kobay gibi onun üstünde deneyler yapıyorlar. Freddie, Lancester’ın söylediklerine inanmayan oğluna, yasal olmayan tıp merkezi işletip, haksız yere parayı zimmetine geçirdiği gerekçesiyle Lancester’ı tutuklamaya kalkan polise Lancester’ın fedaisi gibi saldırıyor ve ikisi de hapse düşüyor. Bir müddet yan yana koğuşlarda kalıyorlar. Freddie çıldırmış gibi son derece içgüdüsel, Lancester ise yine gücü Freddie’nin bu zayıflığından alır gibi kendinden emin. O’na:“Zaptedilme ve hapsedilme korkusu çok önceden geliyor, sen uykudasın diyor.”

Ailesi, Lancester’ı Freddie hakkında manipüle etmeye çalışıyor. Ama Lancester’ın Freddie’ye bağlılığı bunu engelliyor. Yeni kitabı çıkıyor, yine tanıtımlar, mürit çekmeye çalışmalar, şaşalı toplantılar yapılıyor, gülen yüzlerle. Ama o maskelerin düştüğü anları görmek yine mümkün oluyor Lancester’ın yüzünde.

Kontrolden çıkan, gözden kaçırılan şeylere tahammülü yok Lancester’ın. Çölün ortasında, bir motorla Freddie, Lancester, kızı ve damadı ile bir yarışa girecekler. Lancester bir nokta seçin diyor gitmek ve dönmek için. Ve işte o nokta Freddie’nin gözden kaybolduğu nokta oluyor. Freddie sevgi boşluğundan düştüğü bu bağımlılıktan, çölün boşluğuyla uzaklaşıyor.  

Freddie içindeki saflığın, sevginin, bağlanmanın hayali olan Doris’i bulmaya gidiyor yıllar sonra ama aradan geçen yedi yıl Doris’i kaybettiriyor O’na. O artık Jim Day ile evlenmiş Doris Day, tıpkı şarkıcı Doris Day gibi…

Ve Lancester yıllar sonra Fredie’yi arıyor Londra’dan, O’nu yanına davet ediyor. Freddie Lancester’ın karşısına çıktığında,Peggy: “O’na iyi görünmüyorsun, hasta mısın? içkili misin?  diye soruyor ve iyileşmek senin umurunda değil diye de kendince teşhisini koyuyor.  Lancester’da Freddie’nin bağımsızlığını kabullenemeyişini; “Bir ustaya hizmet etmeden yaşayabileceğin bir yer biliyorsan git, dünyada ilk insan olursun” gibi son derece kışkırtıcı bir cümleyle Peggy’nin manipülasyonunun dozunu artırarak, belki son bir hamleyle Freddie’yi hakimiyeti altına almaya çalışıyor ve gidersen bir daha istemem diyor, Freddie’de O’na cevabını onun anladığı dilden veriyor: “Belki de sonraki hayatta karşılarız” diyor.

Son sahnelerde rüya ile gerçeğin iç içe geçişi biraz muğlak kalıyor. Ki rüyaysa bile Freud’un: “Düş uykuda ruhsal yaşamın etkinliğini sürdürmesidir” cümlesiyle bu hali anlamak mümkün olabilir belki de.

Yoruma açık bu son, bakış açısına göre çok çeşitlilik gösterebilecek iken, filmin müziği, ışığı, renkleri ve bunların yarattığı atmosferin zenginliği, oyunculukların şahaneliği ise çok da yoruma açık bir kapı bırakmıyor.

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 10
: 333
Kayıt tarihi
: 26.03.16
 
 

Sinema Tv Yüksek Lisans Mezunuyum.  Psikoloji, felsefe ve nörobilim alanlarında okumaktan keyif a..