Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '20

 
Kategori
TV Programları
 

The Queen's gambit

Sadece 64 kareden oluşan bir dünyada kendi benliğini arayan 8 yaşında öksüz kalmış beth harmon’un dahilikle obsesifliğin sınırında yaşadığı bir yaşam ve başarı öyküsü The queen’s gambit...

Daha ilk sahneden seyirciyi koltuğa çivileyen bir büyüsü var. Dönem dizileri çok riskliyken hele ki mad-men, peakyblinders gibi usta işi dekor ve kostümleri görmüşken bu bünye; işin açıkçası biraz da ön yargıyla yaklaşmıştım bu seriye. Ama sanat ekibi , yönetmen scott frank’in hayal dünyasını öyle güzel çalışmış, öyle güzel yansıtmış ki ; sadece kıyafetlerin güzelliği değil her birinin dizi de uygulanış biçimiyle sahneye kattığı metaforlar ayrı bir başarı öyküsü, sinema öğrencilerine gösterilmesi gereken ayrı bir ders niteliğinde kanımca...

Beth Harmon’un giydiği hemen hemen her kıyafetinde satranç öğelerini barındırması, ilk defa gerçekten sevildiğini hissettiği son sahnede giydiği beyaz paltosu ve beresiyle satrançta ki en değerli taşlardan beyaz şah’a (Queen) göndermesiyle kostümlerin sadece yardımcı değil ayrı bir başrol oyuncusu olabileceğini göstermiş cümle aleme...

Dedim ya her anı farklı ve özenli bir iş ‘The queen’s gambit’. İlk bakışta gerçek bir hayat öyküsü gibi gelsede Walter tevis’in aynı adlı romanından bir uyarlama olduğunu öğrenmek bile bu işin nasıl sahici olduğunun ayrı bir kanıtı niteliğinde. her biri yaklaşık 1 saat süren 7 bölümlük 60’lı yılları yansıtan; basit bir söylemle küçük bir kız çocuğunun düz bir zaman diliminde büyüme hikayesini anlatıyor. beth için hayatının en önemli maçlarından birine otel odasından saçı başı dağılmış apar topar çıkıp yetişmeye çalışmasıyla başlayan dizi; bir anda onun çocukluğuna, annesini kaybettiği güne geri dönmemizle bambaşka bir dünyaya geçiş yaptırıyor. Açılış sekansında bize belki rahat ve vurdumduymaz gelen beth’in o noktaya nasıl ulaştığını gözlemlemek, ilerleyen bölümlerden birinde aynı sahneyi tekrar izlediğimizde zihnimizde tamamen farklı düşünceler oluşmasına neden oluyor.

Dizinin ritmi satranç sahnelerinde daha da artıyor. Satranç maçlarının açılış oyunları kasparov ve pandolfini danışmanlığında meraklısına ayrı bir keyif vermesi için tasarlanmış. beth ilk turnuvasına katıldığında başka bir kadın oyuncunun ağzından izleyiciye oyun ve turnuva kurallarını anlatmaları, gambitler varyantlar, resignlar,adjourn ve sicilya savunmalarıyla serinin yarısında ful notasyon satranç terimleri konuşuluyor olsa da zerre satranç bilgisi olmayan insanları bile içine çekmeyi başarabiliyor ve bence en büyük başarısı da bu. Beth yavaş yavaş satranç dünyasında bir marka olma yolunda ilerleyip çocukluğundan itibaren sahip olamadığı mutluluk kavramını bir yandanda yakalamaya çalışırken keskin duygu geçişleri, farklı hisleri yaşamaya belki de sıradan insanlar gibi olmaya çalıştığı sıralarda yaşadığı buhranı, sancıları ve soğukluğu o kadar gerçekçi yansıtıyor ki her sessiz çığlığıyla vuruyor seyircinin kalbine kalbine ve her dahide olduğu gibi yaşamdan haz alamadıkça içine kapanıp kendini örselediği ve dibe vurduğu dönemde kalkıp yoluna devam edebilmesi içinde yetimhane ailesinden birinin dokunuşu yetişiyor. Bu noktada Beth’in kurtarıcı arkadaşı jolene’in siyahi bir karakterle canlandırılması yine satranç’ın yıllar boyunca var olan siyah beyaz kardeşliğine de bir atıf niteliği taşıdığını düşünüyorum.

Beth karakteri Öyle gerçek anlatılıyor ki; diziyi seyrederken kendisine satrancı öğreten ve ilk turnuvasına katılması için 10 dolar gönderen Mr.Shaibel i hiç ziyaret etmemesine içten içe kızarken hollywood klişesinden kaçıp ‘Evet ya beth karakteri bunu yapmazdı çünkü sevgi ve vefa nedir bilmiyordu’ düşüncesi ile dizinin gerçekliği ile aydınlanıyor insan gecenin sonunda.

Ancak malum, iş hollywood yapımı ve klişe olmadan olmaz. Anlatımın geçtiği dönem olan satrancın 'altın çağı' diyebileceğimiz ve satrançta soğuk savaşın etkisinin gözümüze sokulduğu bir dönemde üstelik sovyetlerin kollektivist satranç anlayışının var olduğu gerçeği varken beth’in rus rakiplerini tek tek yenerken üstelik rus topraklarında bu kadar çok taraftar toplayabilmesi ve kahraman olarak gösterilmesi gerçeklikten uzaklaşıp biraz rocky vari olsa da; o kadar kusur vezir açılışında da olur diyelim...

Başrol oyuncusu Anya Taylor Soğuk ve donuk bakışlarının yanı sıra yetimhanedeki bodrum katını ziyaretinde gördükleri karşısındaki duygularını seyirciye yansıttığı sahnelerle neden bu rol için seçildiğini gösteriyor ve 2021 emmy ödül töreni için şimdiden yerini ayırıyor zannımca...

Çokça lafladım belki de satranç tahtasından taştım belki ama hayata karşı şah çekmek istiyorsanız, bu dizi tam size göre... izleyin ne çobanlar mat yolunda telef oldu görün efendim...

 

 

 
Toplam blog
: 20
: 1414
Kayıt tarihi
: 02.10.07
 
 

Görüş ve eleştirileriniz için teşekkürler. ..