Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '13

 
Kategori
Anılar
 

Timur'un fili, Nasrettin Hoca ve bir anı...

Timur'un fili, Nasrettin Hoca ve bir anı...
 

-------------------------------- Timur'un fili ------------------------


 

 

              Haklıdan yana  tavır koymayan insan,

                               insan değildir.

                          Muhsin Durucan

 

             Moğol Hakanı Timur Han, Türk-İslâm dünyasının büyük hükümdarlarından olup tarihin en büyük cihangirlerinden  birisidir de...

            Yıldırım Beyazıt, 1402 yılında Timur'a yenilince Ferruhşah Mescidi'nin cenazelik bölümüne hapsedilir. Yüzüğünde sakladığı zehri içerek intihar eder.

            Timur, Anadolu’ya girdiğinde beraberinde Akşehir'e bir erkek fil de getirir. Bahçelerde ve tarlalarda serbestçe gezen fil, ekinlere zarar verir. Öyle ki silip süpürür! Timur Han'dan korkarak kimsenin dokunmaya cesaret edemediği söz konusu fil, Akşehirlilerin başına belâ kesilir. Timur'un zulmünden bunalan Akşehir halkı toplanıp Nasrettin Hoca'ya giderler:

            — Hoca efendi, biz gidip Timur Han'a derdimizi anlatmaktan korkuyoruz. Ne olur, ne olmaz, yanlış bir şey söyleriz, başımıza iş açarız. Yarın sabah bizimle beraber gel, sözcümüz ol, derdimizi anlatalım, derler.

            Ertesi gün kalabalık bir grup olurlar. Hoca önde, diğerleri arkasında yola koyulurlar. Nasrettin Hoca, Timur Han'a söyleyeceklerini özenle kafasında tasarlar. Timur Han'ın otağına yaklaştıklarında Nasrettin Hoca, peşinden gelenlere son talimatını vermek amaçlı arkasına dönüp baktığında kimseleri göremez. Hepsi korkudan birer ikişer savuşmuşlar.

            O sırada çadırının önüne çıkan Timur Han, Hoca'yı görerek yanına çağırır. Biraz hoşbeşten sonra Hoca'ya ziyaretinin nedenini sorar:

            —Hünkâr’ım, Akşehirliler getirdiğiniz fili çok sevdiler. Hayvanın tek başına sıkıldığını görüp üzülüyorlar. Dişisini de getirtmeniz için beni gönderdiler, der!

            Timur Han bu sözlerden hoşlanır:

            — Akşehirlilere selâm söyle. İsteklerini yerine getireceğim, yanıtını verir.

            Nasrettin Hoca,  Akşehir’de kendisini beklemekte olanlarla karşılaşınca:

            —Timur Han'ın size selâmlarını ve müjdelerini getirdim. Belânın dişisi de geliyor, der.

             Bir süre sonra filin dişisi de Akşehir’e getirilir. Elbette sap, saman, arpa yem de dayanmaz ve tez zamanda tükenir.

            Kendileri için zor bir görevi yapmak üzere yola koyulanı yalnız bırakmak, elbette ki cezasız kalmamalıdır.

                                                                                     **

                       Yukarıdaki fıkrayla örtüşen mesleki anımı aktarmayı uygun buluyorum:

            1990’lı yılların başında Tekirdağ ilinde ilköğretim müfettişi olarak görev yaparken Hayrabolu’ya teftişe gittik.

             Amacımız; öğretim programları çerçevesinde öğretmenlerimizin okuttukları sınıflara ne ölçü de bilgi, beceri, olumlu davranış ve alışkanlıklar kazandırdıklarını saptamak…

            O zamanki ilköğretim müdürlüğü binasının yanındaki ilkokulda teftişteyiz. Dağılıma göre beşinci sınıfları teftiş ediyorum. Zil sesiyle ve yaşlı bayan öğretmenle birlikte sınıfına girdik. Uygun bir dille, oturup dinlenmesini ve öğrencileri bana bırakmasını rica ettim.

            Öğrencilerle tanıştıktan sonra defterlerine söylediğim cümleyi yazmalarını istedim. Kısa süre de kalemleri bıraktılar. Kontrol ettim. Bu sırada öğretmen de oturduğu yerden kalkarak benimle birlikte defterlere baktı. Kızardı da! Çünkü basit bir cümleyi yazan olmadı. Kendine hâkim olamayan öğretmen, eline geçirdiği sopayla öğrencilere çat, pat vurmaya başladı! Şaşırdım! Uyardım ve oturmasını söyledim. Sonra o cümle üzerinde öğrencilerle gerekli çalışmayı sürdürdük.

             Bir süre sonra basit bir problem sordum ve çözmelerini bekledim. Uzun süre uğraştılar. Baktığımda problemi çözen öğrenci olmadığını gördüm. Durumu bir şekilde fark eden o sınıfın öğretmeni, oturduğu yerden fırladı ve öğrencileri sopayla dövmeye başladı!

            Zilin çalması üzerine öğretmenle birlikte sınıftan çıktık. Okulun yönetimi ile görüşerek dönemin  İlköğretim Müdürlüğü'nden bir memur görevlendirmesi için ricada bulundum. Gelen memur ile birlikte ayrılan odada öğretmenin ifadesini almaya başladım. Öğretmen, beklemediği durumu bu kez de kabul etmedi. Yalvarmaya ve ağlamaya başladı! Daktiloyu kullanan memur kanalı ile öğretmenin ifadesini aldım.

            Bana söylediği tümceleri bugün bile net anımsıyorum:

            — Bu memuru getirmeseydin, elbiselerimi yırtacaktım ve müfettiş bu hale getirdi, diyecektim… Demez mi… Şaşırdım doğrusu! İsabetli davrandığımın ayırdına vardım.

             Geçmişte bir öğretmen arkadaşını keserle kovalayan, eğitim öğretim görevini başaramayan öğretmenin beni milli eğitime şikâyet etme konusunda gösterdiği ustalığı sonradan öğrendim ve şaşırdım! Tüm öğrenci velilerinin evlerine giderek uydurduğu yalanları onlara anlattığını ve hazırladığı dilekçeye veliler imza atmazlarsa öğretmenliğinden atılacağını ağlayarak, sızlayarak inandırmış. Hem de avukat olan velilere bile…

             O yavruların hakları olan öğretimi almaları uğruna görevimi yaptım. Öğrenci velileri, aleyhimde yalancı tanıklık yaptılar. Soruşturma geçirdim ve küçük bir disiplin cezası da aldım. Yaptığımdan hiç mi hiç pişmanlık duymadım. Ne ki yalnız bırakıldım. Hem de hiç hak etmediğim eylemin haksızlığa uğrayanı  oldum!

             Oysa bir başka ilde politikacının mevzuata uygun olmayan isteğini gerçekleştirmediğimden ve dik duruşumdan ödün vermediğimden dolayı düzenlenen adsız ve adressiz dilekçe ile soruşturma geçirdim. Çark öyle kurulmuştu ki sonuçta : “Öğretmeni kayırdığından dolayı müfettişlik görevinden alınarak İstanbul’da bir liseye ‘Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni’ olarak atanması…” yaptırımına uğratıldım! Önce üzüldüm ne ki sonrasında eğilmediğimden onur duydum!  Aynı kişiye zıt uygulamalar ilginç değil mi? 

                                                                         * 

             Eğitimci şair Ahmet Karaaslan, olayı dizelerinde  aktarmış, dilerseniz duyumsayarak okuyalım:

Eşi Gerekmiş...

Nasrettin Hoca fıkrasından şiirleştirdiklerim

Timur, Hoca’nın iline
Fil yollar beldesine.
Köylerde beslenecek,
Savaşta istenecek...
Fil, oburun biriymiş;
Ne var, ne yok bitirmiş!
Ne bahçe, ne bostan, bağ...
Fil değilmiş, sanki dağ!
Gözü gibi bu fili,
Beslemiş tüm beldeli.
Filin yüzünden bîzar
Beldeliler ağlarlar.
Toplanarak bir heyet,
Karar alıp nihayet,
Hep Hoca’ya gitmişler.
Ağlamış, söylemişler:
— Hocam Timur’un fili,
Bizleri etti deli!
Nasıl edip, n’etmeli
Onu geri vermeli...
Yanımızda gelsen de,
Timur’a söylesen de,
Kurtarsa filden bizi;
Çıldırttı hepimizi!


Timur, seni kıramaz.
Fil acayip yaramaz!
Haydi düş önümüze,
Bir babalık yap bize...

Hoca demiş: — Gidelim.
Birlikte söyleyelim.
Gelsin benim eşeğim,
Üstüne bineceğim.

Eşeği getirmişler.
Hoca’yı bindirmişler.
Kavuğunu vermişler,
Kürkünü giydirmişler.
Başta gidermiş Hoca,
Heyet de arkasınca.
Timur’un sarayına,
Yaklaştıkça yanına,
Heyetteki insanlar,
Korkarak saklanmışlar.
Sarayın kapısına,
Varınca arkasına,
Dönüp bakmış ki Hoca,
Kendisidir yalnızca!
Yokmuş geriye dönüş.
Hoca demiş: “Bu ne iş?
Tek başıma kaldım ben.
Bu işin üstesinden
Nasıl gelip, etmeli?
İyice düşünmeli...”

Yapmış ince bir plân,
Hoca, bu işte uzman(?)
Timur’un huzuruna
Varınca demiş ona:
— Ey hünkârım, devletlim
Cömert ve hoş sohbetlim
Bir dileğim var sizden,
Onun için geldim ben.
Beldemdeki filiniz,
Tek durmuyor biliniz.
Ona bir dişi gerek,
Yanına eşi gerek...
Halkımız pek sevdiler,
Eşini istediler.

Timur demiş Hoca’ya:
— Şeref verdin saraya.
Hocam, seni severim.
Bin istesen veririm...
Derhal, al götür hemen.
Emredeyim acilen

Çağırmış korumayı,
Göstererek Hoca’yı:
— Hoca’mın isteğini,
Seçip beğendiğini,
Derhal verin kendine;
Bindirin üzerine...

Seçerek irisinden,
Bir tane dişisinden,
Getirerek vermişler.
Üstüne bindirmişler.
Hoca, düşünce yola,
Saklanan sağa, sola
Hepsi birden çıkmışlar,
Hoca’yı kuşatmışlar.
Öfkelenip, kızmışlar.
Hoca’ya çıkışmışlar:
— Hocam, bizler bir fili...
— Rabbim bu adam deli!
— Hani sen bizdekini...
— Neyin nesi bu yeni? ..
—...

Herkes konuşuyormuş,
Tek Hoca susuyormuş.
Hoca, birden sert çıkmış.
Topluluğa bağırmış:
— Benle yola çıkanlar,
Dinleyiniz korkaklar!
Beraber gidecektik,
Birlikte diyecektik?
Bıraktınız da yalnız
Dişisini alınız...

Ahmet Karaaslan                                                                                

 

                                                                      *

              Ne ki insanların bilinçsizliği ya da her türlü olumsuzluğa çanak tutulması, beni doğrularımdan alıkoyamaz. Hak bildiğim yolda yalnız da olsa giderim. Zaman,  her türlü sorunun ilacıdır. Gerçekler er ya da geç gün yüzüne çıkar, inancındayım. 

             Yaşadığınız ortamlarda bu tür örneklerle karşılaştığınızı sanıyorum.Kendileri için zor bir görevi yapmak üzere yola koyulanı yalnız bırakmak, insanlığa sığmaz. Haklıdan yana tavır koymayan insan, insan değildir.

                                                                    *

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..