Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '07

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Tolstoy' un yiğit çiçeği

Tolstoy' un yiğit çiçeği
 

Çoğu kimse, kırlarda gördüğü çiçeklere “kır çiçeği” değil de “yabani çiçek” der. Ancak bu niteleme, yabanda, yani doğada yaşayan ve gelişeni ifade etmek için kullanılan çok yalın, çok bilimsel bir nitelemedir aslında. Çünkü yabanilik, doğal olmayı ifade ederken estetiksizliği, kültürsüzlüğü ve dahası vahşiliği de çağrıştırır beynimizde. Bu yüzden kır çiçeklerine "yabani çiçek" diyenler bir kez daha düşünerek onları incitmeden konuşsa ne iyi olurdu. Baharda veya yaz başlarında insanı vurdumduymaz yapan bir günde dolaştığınız, gezdiğiniz kırları; en azından şehirlerarası bir yolculukta yol kenarlarında, dağ yamaçlarında, ovalarda gördüğünüz çiçekleri anımsayın. Papatyalar, gelincikler, kardelenler, dağ laleleri, süsenler, zambaklar ve belki şanslıysanız çiğdemleri… Onlara yabani diyebilir misiniz? “Evet” diyorsanız haksızlık olur bu! Ya ne demeli? Kır çiçeği demeli, hiç değilse yabanıl çiçek veya yaban çiçeği denebilir pekâlâ. Bir şiirde, bir öyküde veya bir filmde duyduğunuz “yaban gülü” nitelemesini “yabani gül” ile karşılaştırın. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Ancak… Kır çiçeklerinden biri var ki, ona yaban çiçeği demeyeceğinizden emin olamam. En son hasat zamanına yakın gördüğünüz -eğer gördüyseniz tabi- bir buğday tarlasını gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Neler anımsıyorsunuz? Anımsadığınız şeyleri tahmin edemiyorum. Ama bir şey bulamadıysanız tarlaların kenarlarına yığılmış taşlıklara ve sınır çitlerine daha bir dikkatle bakın. Köy çeşmesinin hemen arkasındaki kayalıklara, yol kenarlarındaki duvarların dibine ve üstüne, çalılıkların ve makiliklerin en kıraç, en bitki yetişmez sandığınız yerlerine de bir göz atın.

Bazen tek, yalnız başlarına; bazen irili, ufaklı yüzlercesi bir arada, bazıları pembe ama daha çok mor çiçekleriyle tam karşınızda olması gereken bir şeyi, bir çiçeği arıyoruz. Neredeyse bir metreyi geçen boyu, dimdik gövdesi, onlarca dalı ve kazık gibi sert dikenli yapraklarıyla tam bir yaban çiçeğidir o. Çiçek mi, yoksa diken mi? Gövdesi ve yapraklarındaki dikenleriyle çelişkili olsalar da, gösterişli mor, kırmızı veya pembe çiçekleri zafer kazanmaya alışmış bir askerin şapkasını taşıdığı gibi durur dallarının üstünde. Ama bu gururlu duruşa, gösterişe verilen isimlere de bakın hele! O bir yerde kangaldır, bir yerde eşekdikeni, bir başka yerde ise devedikeni veya katırçökertendir. Deve, eşek, katır… Diken, batmak, çökertmek… Dedim ya, onun sadece dikenleri hatırlanır ve bu nedenle tam bir yaban çiçeğidir o! Dünyada az tanınan zarif kokuların bir türünü sunan çiçekleri tıpkı gül gibi olsa da dikendir, yaban çiçeğidir… Hiç elinde deve dikeni taşıyan birilerini gördünüz mü? Kırlara çıkan sevgililer sarı ve beyaz papatyalar, pembe karanfiller, mor zambaklar ya da mis kokulu nergisler ve sümbüllerle dönerler evlerine. Koklarlar, koklarlar, koklarlar... Çeşme başında güğümlerini, testilerini doldurmak için toplanarak eğleşen, kikirdeşmek için vakit çalarak oyalanan al yanaklı köylü kızları da görür onları, ama aldırmazlar bile. Onların insanlarla ilişkisi, köy sığırlarının toynakları altında ezilmek, köy çocuklarının oyun değneklerinden veya babalarının tırpanlarından dallarını, yapraklarını uçuran bir darbe yemekten ibarettir. Onlar, insanoğluna göre düşman bir bitkidir sadece.

Bir insanınki hariç! O, bir yaz günü bir köy yolunda gezinirken gövdesi ezilmiş olmasına rağmen yeniden ayağa kalkarak dimdik durmaya çalışan yaban çiçeklerinden birini görmüştür. Bu tanışma, Çeçen kahramanlarından birinin, Hacı Murat’ın öyküsünü doğurur. Dikenli çiçeğin yaralı, ezilmiş dallarına rağmen yeniden dik durma gayreti; göğe yükselen dalları ucundaki gösterişli çiçekleri Tolstoy’un elleriyle buluştuğunda ona esin kaynağı olur. Bu yaban çiçeği uzun boylu, kasları güçlü, iri bedenli ve yakışıklı bir adamın simgesidir artık. Yiğitlik gururu uğruna yurdunu terk ederek acı çeken bir asker; her ayrı geçen günün akşamında karısını daha çok özleyen bir sevgili; çocuklarının hayaliyle yanan bir baba; ülkesi ve insanları gözünde tüten bir adamdır artık o yaban çiçeği. Tolstoy’un hüzünlü öyküsünü okudum okuyalı onun gibi bakar oldum devedikenlerine. Hele bir şekilde kopmuş, koparılmış kırmızı, pembe veya mor çiçeklerini gördüğümde Hacı Murat’ın hasretini giderememiş kesik başı gelir aklıma. Ben artık bu kır çiçeklerine yiğit dikeni, Tolstoy çiçeği diyorum. Eğer siz de bir gün köylerde, kırlarda veya kayalıklarda bu dikenli kır çiçeklerini, üstelik yol kenarında ezilmiş olan birilerini görürseniz Tolstoy’un Murat’ını, onun özlem dolu öyküsünü anımsayarak bakın onlara bir de. Belki bir isim de siz bulursunuz onlara, kim bilir?

Adana, 11 Ocak 2007

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..