Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '12

 
Kategori
Siyaset
 

Tonguç'un bir emri öğretmen-öğrenci, subay-asker üzerine düşünceler

TONGUÇ’UN BİR EMRİ

ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ, SUBAY-ASKER ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

VE BİR ÖNERİ

Bir yanım ben

Bir yanım sen

Senden yanayım.

Bedri Rahmi EYUBOĞLU

 

Vay be!.. Şaka gibi…

Ama şaka değil… Gerçek…

Yüzde yüz gerçek hem de…

Kırk sekiz yıl olmuş… Evet, 48…

İnanamadım da önce, karşılıklı bir hesap kitap yapınca, baktım ki, doğru…

Haydi, ben edebiyatçıyım, hesabıma kitabıma pek inanmayın da karşımdaki bir matematikçi… Matematik öğretmeni…

Kimden mi söz ediyorum?

Anlatacağım…

Şöyle bir soluk alayım hele, her şeyi anlatacağım sırasıyla. Yeter ki, siz hazır olun dinlemeye:

Geçen ayın (Ocak) ortaları…

Kar ve aşırı soğuklar başlamamıştı henüz.

Dilem Yayınevi’mizin arka bölümündeydim. Kuruluşumuzdan beri birlikte çalıştığım Ali Kemal arkadaşım gelip:

“-Bir misafirimiz var;  Hüseyin Âbi.” dedi.

“-Kim?..”

“-Ben ilk kez görüyorum. Dicle’den öğrencinizmiş; Ahmet Kardaş…”

Kardaş soyadı hiç de yabancı gelmedi bana ama doğrusu ya, Ahmet Kardaş olarak gözümde canlandıramadım bir türlü.

Merak ederek geçtim öne.

Görür görmez, “vay hocam” deyip oturduğu koltuktan fırlayarak ellerime sarıldı ama izin vermedim öpmesine, ben onu öptüm yanaklarından.

1961-1964 yılları arasında öğrencimiz olmuş Dicle’de.  Çalışkan ve başarılı imiş.  Beşinci sınıfta “Yüksek Öğretmen Okulu”na seçilmiş öğretmenler kurulunda.

“Ancak öğretmenim” diye anlattı, “müdür başyardımcısı Nihat Bey’in engellemesiyle Yüksek Öğretmen Okulu’na gidemedim ben.”

“-Nasıl oldu bu?”

“-Ben Erganili’yim öğretmenim. Ergani’nin bir köyünden... Bir tatil sonrası, Pazar akşamı o-kulda olmam gerekirken, Pazartesi sabah gelebildim. Bunu suç sayan idarecimiz, benim yerime yedek arkadaşımızı gönderdi. Hakkımı arayamadım o günlerde. İçimde bir yara olarak kaldı.”

“-Böyle bir haksızlığın yapılabileceğine inanamıyorum.”

“-Vallahi, aynen böyle oldu öğretmenim!”

“-Sana inanıyorum Ahmet’ciğim, sana inanıyorum da… O idareci arkadaşımızın sana niçin böyle bir haksızlık yaptığını anlayamıyorum. Keşke haberimiz olsaydı, bundan bizim. Sonra?..”

“-Dicle’den sonra, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fen Bölümünü bitirdim. Çeşitli illerde görev yaptıktan sonra Eskişehir’e atandım; on yıl önce ve emekli oldum bu yıl. Şu anda da Eskişehir’deyim.

İstanbul’da çalışan oğlumu ziyarete gelince, sizi de arayıp buldum.”                                           

“-Çok memnun oldum Ahmet’çiğim. Pekiyi, Dicle’den hatırladığın başka ne var?”

“-Haksız yere yediğim bir tokat var ki, kırk sekiz yıldır, onu da unutamadım.”

“-O nasıl oldu?”

“-Erganili bir hocamız vardı; tarih derslerimize gelirdi. Gelirdi, dediğime bakmayın; bir gün gelirse, iki gün gelmezdi. Bir kardeşi vardı, Ali… Okul futbol takımının kalecisiydi.”

“-Hatırlıyorum onu.”

“-Fen dersleri zayıftı. Âbisi hocamız, benden onu çalıştırmamı istedi. Özellikle dördüncü ve beşinci sınıflarda, benim çalıştırmamla geçti o derslerden. ”

“-Evet…”

“-Son sınıftayız. Mezun olmamıza da birkaç ay kalmış. Akşam birinci etütteyiz. Ben, ertesi günün derslerine çalışıyordum. Ayağa kalktım bir ara. O anda, sınıfa nöbetçi öğretmeni olan tarih öğretmeni, yani kaleci Ali’nin âbisi Aydın Bey girdi. Bir hışımla gelip “sen niçin ayaktasın?” deyip okkalı bir şamar atarak çıkıp gitti.”

“-Yâni?..”

“-Yânisi şu ki öğretmenim, kardeşini o kadar çalıştırdım;  bir gün, bir kez olsun teşekkür etme-di de hiçbir suçum günahım yokken, bana attığı o haksız tokat çok zoruma gitti; acısını unutamadım hâlâ.”

Siz benim yerimde olsanız, ne cevap verirdiniz bu arkadaşa?

Nerde ve ne durumda olursa olsun; zayıftan, güçsüzden, kimsesizden yana olan, gücü yet-tiğince onlara kol kanat geren, yalnız kendisine değil, başkasına yapılan zulme de karşı çıkan insan-lara nasıl hayranlık duymuşsam, zalimleri ve onları destekleyenleri de sevememişimdir hiç.

Aksu Köy Enstitüsü Emekli Matematik Öğretmeni Sebahat (Ermumcu)Öztürk’ten öğrendim ki (*) 1940’lı yılların başlarında, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, altı maddelik bir yazı gönderir Enstitülere.

Sebahat Hanım’ın aklında kalan maddeler şunlar:

  • “Öğretmenler, hiçbir şekilde öğrenciye kişisel işlerini gördüremezler.”
  • “Öğretmenler ve idareciler, öğrencilere ‘disiplin yönetmeliği’nde yazılı olanlar dışında ce-

za veremezler.

  • “Okulda işler yolunda gitmezse, bundan birinci derecede öğretmenler sorumludur.”

Oh be!.. Şu anlayış, şu düşünüş ve şu emirdeki güzelliğe bakın!..

Güçlü durumda bulunan öğretmenlerin, zayıf durumda bulunan öğrencileri kolayca ezip sömürebileceklerini sezen Tonguç, zayıftan yana tavır alıyor hemen. Bu emrin öğrencilerden gizlenip eski tas, eski hamam, yine herkesin bildiğini okumasına meydan vermemek için de ne yapmış, bakın:

            “Bu altı madde öğretmenlere toplantıda okunacak, imzalanacak, kendilerine birer nüsha ve-rilecek;  aynı şekilde her öğrenciye bu altı madde yazdırılacak…”

            Gerçekten de, o altı madde her öğrenciye yazdırılmış; 1942’de. (Tam 70 yıl önce…)

            Ben öğrenciyken de öğretmenken de böyle bir emir görmedim; ne yazık ki!

            1964 yılında, Öğretmen Okulları Genel Müdürü Selman Erdem’di. Böyle bir emir gönderseydi, öğrenci Ahmet Kardaş’ın cebinde de bu emir bulunsaydı, Aydın Bey o tokadı atabilir miydi?

            Atsa bile, bunun hesabını sorma gücünü, hakkını arama yetkisini kendinde bulmuş olmaz mıydı Ahmet Kardaş?

Ya bileğinin hakkıyla Yüksek Öğretmen Okulu’na gitme hakkını kazanmışken, göz göre göre bu hakkının yenmesine ses çıkaramamasına ne dersiniz?

Ankara’da, Tonguç gibi, daima öğrencinin hakkını koruyan bir “Genel Müdür” olduğunu bil-seydi Ahmet Kardaş, göz yumar mıydı, kendisine yapılan o büyük haksızlığa?

Diyorum ki, anaokulundan üniversiteye kadar, her okulda, öğrencilerin haklarını koruyan ve savunan bir makam, bir yetkili bulunmalı mutlaka.

Ve bir de askerde…

Evet, mutlaka her askerî birlikte, her kışlada erlerimizin, onbaşı ve çavuşlarımızın da haklarını koruyan ve savunan bir yetkili olmalı.

Rütbelerinin gücüne güvenen kimi subay ve astsubayların, memleketlerinden ve âilelilerinden uzakta vatanî görevlerini yapan gençlere yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak nasıl işkence ettiklerini bilmeyen var mı? (Ceza olarak, askerin eline pimi çekilmiş el bombası veren teğmeni ne çabuk unuttunuz? Ya soğuk makarna servisi yaptı diye, tekmeyle askerin ayağını kıran albayı?.. Su yüzüne çıkan bunlar. Ya çıkmayanlar!..)

Keşke Tonguç gibi düşünen bir ordu komutanı, bir Genelkurmay Başkanı ya da bir Millî Sa-vunma Bakanı çıksaydı da bütün birliklere şöyle bir emir gönderseydi:

“Subaylar ve astsubaylar, hiçbir şekilde, birliklerindeki askerlere kişisel işlerini gördüre-mezler. Çünkü asker, sizin hizmetçiniz değildir.”

“Askerlere hiç kimse onur kırıcı söz söyleyemez; hakaret edemez; küfredemez.”

“Askeri dövmek, itip kakmak, onlara elle ya da başka araçla vurmak kesinlikle yasaktır. Ve zaten bu, yasalarımıza göre de suçtur.”

“Hiçbir askere disiplin yönetmeliğinde yazılı olmayan onur kırıcı bir ceza verilemez.”

“Emre uymayanların,  rütbesi ne olursa olsun, gözünün yaşına bakılmayacaktır.”

“Bu emrin bir sureti her subay, astsubay ve askerin cebinde mutlaka bulundurulacaktır.”

Vatanî görev olarak tanımlanan askerlik hizmetini “eziyet ve işkence” olmaktan çıkarıp onur duyarak zevkle yapılması gereken bir görev haline getirmek için, atılması gereken ilk adım budur bence.

Sevgiyle, istekle, inançla yapılan her iş, ne kadar zor olursa olsun, zevk verir insana, kıvanç verir.

Teskeresini alan her askerin, sevincinden şapkasını havaya atarak değil,  komutanlarına olan sevgi ve saygısından dolayı ağlayarak ayrılmasını isterdim kışlasından.

Ve askerlikte geçen günlerinden, komutanlarından gururla söz etmesini…

  

(*) Karanlıksokak’ta Aydınlanma-Aksu Köy Enstitüsü; sayfa 146, Yenikuşak Köy Enstitülüler Derneği

 E-mail: yayin@antalyakentmuzesi.org.tr

 

 

 

                                                                                             

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..