Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '18

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Topkapı Şifresi Kitabından; MİT, 1913'te Enver Paşa Tarafından Teşkilat-ı Mahsusa İsmi ile Kurulmuş

Topkapı Şifresi Kitabından; MİT, 1913'te Enver Paşa Tarafından Teşkilat-ı Mahsusa İsmi ile Kurulmuş
 

TOPKAPI ŞİFRESİ KİTABINDAN - NAZAN ŞARA ŞATANA


Anneleri bu muhabbetten çok memnun değildi… Demet Hanım;

“Fatihcanhan bu baba kızdan çok dertliyim. Bunlar ne zaman bir araya gelseler memleket meseleleri bizim özel sorunlarımızdan daha önde oluyor.”

“İyide Hanım. Bizim Allah’a şükür özel sorunlarımız yok ki. Memleket meselelerin de çok sorun var. Bizlerde sorumluluğunu bilen vatandaşlar olarak en azından bu konuları konuşmalıyız. Bizde öyle yapıyoruz.”

Fatihcanhan yanıtlamadı. Sadece gülümsedi. Müberra’nın yakın markajındaydı. (tutma- gölgeleme) Çok ilgiliydi Müberra bu genç şehzade ile kim bilir torunu ve onunla ilgili ne hayaller kuruyordu. Kaya Bey sohbetine devam etti.

“MİT’i öylece anlatmak olmaz. Bekle dosyalarımı getireyim.”

“Baba senin çalışma odana gitsek daha iyi olmaz mı?”

“Hay aklınla çok yaşa.” Demet Hanım bu defa kızmıştı.

“Unutunuz galiba. İkiniz yalnız değilsiniz. Misafirimiz var. Çok ayıp bu yaptığınız.” Ruzi annesine güldü.

“Anneciğim. Canım benim. Bir gece kalıp gideceğiz. Benim babamla konuşacağım çok önemli konular var. Fatihcanhan böyle konulara büyük ilgi duyuyor. Çok okuyan, araştıran donanımlı biri o. Bizi merak etme.”

“Sohbet!”

“Sabaha kadar uyumayacağız. Sonrada sohbet.”

“O zaman. Ben çaylarınızı oraya getireyim.”

Babası, Fatihcanhan ve Ruzi babasının çalışma odasına gittiklerinde, Fatihcanhan böyle tam anlamıyla ofis tadında döşenmiş bir oda beklemediğinden şaşırmıştı. Bütün duvarlarda kitaplıklar vardı. İnanılmayacak kadar çok kitap. Bir tarafta camdan büyük bir dolap, onun içi dosyalarla doluydu. Babasının çalışma masanın yanındaki iki geniş sehpanın üzerleri dosyalarla üst üste yığılı olarak durmaktaydı. Fatihcanhan çok etkilenmişti.

“Bir bürokratın çalışma odası ancak böyle olabilir demek ki!”

Kaya bey masasının çekmecelerinden birinden kalın bir dosya çıkardı. Dosyalardan sayfaları eline almadan gözlüğünü gözlük kabından çıkarttı yavaşça sildi. Taktı. Ruzi gülümsedi.

“Hep aynı adam! Benim babam.” 

Kaya bey sayfaları karıştırmaya başladı. Ruzi, kâğıt kalemini hazırlamıştı. Babası okudukça not alacaktı.

“Ruzi’ciğim;

—MİT İlk başta 1913 tarihinde Enver Paşa tarafından Teşkilat-ı Mahsusa ismi ile kurulmuş.

—Sonra savaşın sona ermesi ve Mondros Mütarekesi sonrasında dağılmış. İkinci olarak;

—1918 sonlarında Karakol Cemiyeti isimli yeni bir istihbarat ünitesi kurulmuş. İstanbul’un -1920 tarihinde işgaliyle, mensuplarının tutuklanması üzerine faaliyetlerine son verilmiş.

—Karakol Cemiyetinin dağılmasından sonra Zabitan ve Yavuz gibi çeşitli istihbarat grupları olmuş.

—1920 tarihinde Hamza Gurubu 1921 tarihinde Fellah grubu olarak değiştirilmiş.

—Bu gruplar İstiklal savaşının sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşler…

—İstihbarat örgütleri arasındaki dağınıklığı gidermek, ordu içlerine sızan düşman casusluk faaliyet ve propagandasına karşı koymak amacıyla Genelkurmay Başkanlığı tarafından Askeri Polis Teşkilatı kurulmuş.

—Savaşta çok başarılı olmuşlar.

—1921 de faaliyetlerine son verilmiş.

—Bu da kapandıktan sonra 1921–1922 tarihleri arasında Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Tetkik Heyeti Amirlikleri olmuş.

—Daha sonra Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın direktifiyle Müsellah Müdafaa-i Milliye kurulmuş.

—1921 tarihinde kısa adı ‘M.M’ olan bu örgüte resmiyet kazandırılmış.

—Bu da 1923’e kadar sürmüş.

—Daha sonra Atatürk 1925 yılı sonunda.

—Gelişmiş devletlerdeki istihbarat kuruluşlarına benzer, çağdaş bir örgütün kurulması talimatını vermiş.

—Bunun üzerine, Avrupa ülkelerinde eğitilen kadroların katılımıyla, Genelkurmay Başkanı doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk istihbarat kuruluşu olan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti kurulmuş.

—Sonra Riyaseti kaldırılmış. MAH olmuş.

—Kuruluş başkanlığına Şükrü Ali Ögel’in getirilmiş.”

Ruzi, babasının söylediklerini yazmakta zorlanınca;

“Baba biraz daha yavaş okuyamaz mısın? Yetiştiremiyorum.”

“Yavaş okuyayım.

—22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı Milli İstihbarat Teşkilatı yani MİT olmuş.

—Kanun ile MİT’in bir müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşarın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan’a karşı sorumlu olması öngörülmüş.

—Kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girmiş.

—Milli hedeflere ulaşmada her çeşit teknolojik gelişmenin de yakın takipçisi olan MİT, deneyimli mesleki ve teknik kadrolarıyla, modern bir yapı içerisinde, çoğulcu demokrasinin, hukukun gereklerine uygun ve yansız olarak, insan hakları ilkelerine bağlı bir anlayış doğrultusunda yasanın verdiği görevleri başarı ile yerine getirmeye başlamıştır.”

“Peki, baba ne iş yaparlar?”

“Bu nasıl soru. Sen ne iş yaptıklarını bilmiyor musun?”

“Baba birde senden duymak istiyorum. Yanlış şeyler yazmamak için!”

“Ülkelerin birbirlerine yönetim, siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri faaliyetleri ile beklentilerinin önceden saptanması ihtiyacının zaman içerisinde giderek artması, haber almaya dönük yapılanmaların varlığını zorunlu kılmış. Bu sebeple bu teşkilatlar kurulmuş.”

“Amerika’da CİA, Rusya’da KGB değil mi?”

“Tabi Ruzi… Niye böyle esrarlı bir şekilde bildiklerini teyit ettiriyorsun bana anlamış değilim.”

“Babacığım emin olmak için.”

“Ben onların kuruluşları içinde bilgi vereyim.”

Kaya bey elindeki dosyayı çekmeceye koydu. Diğer çekmeceden başka bir dosya çıkardı onun sayfalarını karıştırdı. Bir sayfada durdu…

“CIA’nin kuruluşu, Başkan Harry Truman tarafından imzalanan Ulusal Güvenlik Yasasıyla, Amerika’nın ilk sürekli casusluk ve karşı-casusluk örgütü kurulmuş olmuş. KGB’ de bunun Rusya’daki şekli…”

“Baba CIA ve KGB bizdeki mafya babaları ile irtibata geçerler mi sence?”

“Enteresan bir soru? Nasıl yani… Onlar kiminle isterlerse onlarla temasa geçerler. Bunun için bir çizelge yoktur ki! İşlerinin boyutları önemlidir ve ne işi kiminle yaptıklarına bağlıdır. Bazen Devletten edinemeyecekleri bilgileri bunlardan alabileceklerini bildiklerinden bir yerlerde ne bileyim yabancı devletlerin bir yerinde bir araya geldikleri görülmüş ya da duyulmuştur. Detaylı bilgi sahibi misin dersen ‘evet’ diyemem. Bunlar fısıltı gazetesinin demeçleri. Resmi bilgiler değil. Ben işim gereği resmi olmayanlara pek ilgi duymam. Olmuyor mudur? Bence de oluyordur. Dediğim gibi ne maksatla ne için onu bilemem.”

“Peki... Sen de uzun süre her çeşit işi gördün bildin. Mafya ’da olsan kanunların gerektirdiklerini yapmak zorunda değil misin?”

“Olur mu öyle şey. Bizim akşamdan beri konuştuklarımız nerede kaldı. Mafya zaten kanuna karşı bir kuruluş ya da kendini öyle sayanların isimleri dememiş miydik? Onlar her fırsatta kanuna karşı geliyorlar. Silah ticareti, uyuşturucu, organ bunlar kanuni olabilir mi? Yasak olanları yapmak zaten kanuna karşı gelmektir. Ha bunlar yok edilemezler mi edilemiyorlar ki hala devam ediliyor. Tabi benim mafya dediğim öyle iki üç çapulcu olup adını mafya diyenler değil. Adam akıllı mafyalardan söz ediyorum. Bunlar çok tehlikeli ve bir o kadar da, birçok konuda etkilidirler. Ne yazık ki birçok kişi onlara hayranlık bile duymaktadır. Aslında süslenilmiş şekli ile yapılan hırsızlık, kaçakçılık, devlete karşı gelmek yasak olarak uyuşturucu da dâhil olmak üzere biraz önce saydıklarımı yapmak… Bunlar olmaması gerekenler ve tabi olduğunda da cezalarının çekilmesi gerektiren sebepler. Bu yalnız bizde olan bir olay değil tabi... Dünyanın her tarafında dünya kurulduğundan beri bu tür insanlar üremişlerdir. Bazen de kabadayı kisvesi altında zenginden alıp fakire vermek şekliyle yapılanlar bile doğru değildir. Yine kaçak yapılan işlerden edinimleri almak ve vermek. Bunlar haksızlığın bir şekli olmasıyla birlikte kanuna da karşı gelmektir.”

“Birçok mafya babası tutuklanır hapislerde onlara özel muamele yapıldığı iddia edilir. Ne hikmetse bunlar hiçbir zaman cezalarını sonuna kadar çekmezler mutlaka hapishane ne kadar korunmalı olur ise olsun kaçarlar. Sen buna ne diyorsun?”

“Buna bir şey demeye gerek yok. Sen sorularının içinde cevaplarını da verdin zaten kızım. Mafya bol para ise, Mafya babasının bol parası var ise… Gerisini sen düşün? Bazen para da yetmiyor. Tehdit te olabiliyor. Ben Valilik yaptığım birçok şehirde hapishane müdürlerinin çektiklerine bizzat tanık olmuş, ya müdürü değiştirmek veya bir süre izine göndermek zorunda kalmışımdır. Valilerin bile zaman - zaman ne kadar tehdit aldıklarını tahmin edemezsin.”

“Öyle mi?”

“Tabi yavrum. Kendini bilmezler suç işlemeyi kendilerine ilke edinmiş insanlar vardır. Kendilerini haklı bile görürler. Kendilerinin yaptıklarının nedenleri onlara göre doğrudur. Buna kanun hayır dese bile o inandığı doğru için mücadele verir ve önüne ne gelirse ezip geçer. Bunların vicdanlarının muhasebeleri de farklıdır. Gözünü kırpmadan adam öldüren bir mafya üyesi, yaralı bir kuşu tedavi etmek için günlerce uğraştığını duymuştum. Enteresan değil mi? Yine diyeceğim kime karşı neye karşı vicdanları ya da zalimlikleri iş başında anlamak mümkün değil. Bunların bir ideolojisi de yok. İstekleri sadece para… Nasıl gelmesi? Önemli değil, gelsin. Ayrıca güç. Nasıl güç ise gücü öyle düşünürler. Takım elbise giyerler. Bu da Amerikan filmlerindeki babalardan bizlere hediyedir. Marlon Brando’nun baba filmi Türkiye’de izlendikten sonra kıyafetler onlardan alıntılar sergilemeye başladı. Ondan önce mafyamı vardı? Suç çetelerine şimdi mafya deniliyor. Ayrıca üzülerek diyeceğim ki bu adamlar saygı da görüyorlar. Hepsinden kötüsü bu adamların açamayacakları kapılarda yok. Nereye gitsen onlardan birileri işin içine sızmış durumdalar. Kurnaz davrananlar etrafa yaptıkları yardımlarla, resmi olarak ta saygı görenler var. Para aklamanın bin çeşit yolu var. Bir başka iş altında kirli paralar aklanıyor.”

“Amerika’da Al Capone kirli paraları aklamak için çamaşırhaneler kurmuş. Onun için de zaten kirli paranın aklanması tabiri kullanılıyormuş.”

“Tabi. Bizde de büyük mafya babalarının mutlaka kurdukları büyük iş yerleri vardır. Sahnenin önünde oralar arkasında başka şeyler?”

“Peki, bu kadar güçlüyseler bir kişiden, ya da bir tanık, ne bileyim? Herhangi bir görgü tanığından da korkmazlar değil mi?”

“O başka bir şey kızım. Bunlar genelde arkalarında pek iz bırakmazlar. Görgü tanıklarının çoğu bildiklerini anlatacak diye yaşatılmazlar. Birçoğu da polis koruması altına girer. Mahkemede şahitlik yapanlar içinde bunlar beladır. Her yerde elleri kolları olduğu için her şeyi bilirler. Yedi ceddine kadar öğrenirler. Ya yaşatmazlar ya da yaşatıyorlarsa bir bildikleri vardır. Belki de yem olarak kullanacaklardır.”

“Nasıl yani? Yem olarak kullanılacaklar…” 

“Bilmiyorum ki kızım. Farazi konuşuyoruz. Tahmin yürütüyorum. Onlar için bir eksik öldürmüşler bir fazla ne fark edecek. Kendilerini görgü tanığına bırakırlar mı?”

“Bırakmazlar.”

“Niye bu kadar ilgileniyorsun?”

“Baba bomba gibi bir yazı dizisine başlıyoruz. Her şeyi bilmemde yarar var. Bu konuda sen iyi bir kaynaksın. Dedim ya…”

“Öylede yavrum eğer başka soracakların yoksa ya da acil değilse bu konuları kapatalım. Fatihcanhan çok sıkılmıştır.”

“Tam tersi efendim. Anlattıklarınızdan çok şey öğrendim.”

“Sağ olun. Annen ile annem bizi mahvedecekler. İkisi de gelmek üzeredirler.”

Babası önde salona geçerken, arkada iki gencin yüzlerindeki korkunun verdiği heyecanı görmemişti. İki kadın, masada kek ve kurabiyeler hazırlanmış çay çok güzel görülüyordu. Masanın etrafına geçtiklerinde Polat’ta gelmişti.

“Bensiz kek, kurabiye yenilemez!”

Ruzi, içindeki sıkıntının her dakika biraz daha artığını hissetti. Babası ile konuştuktan sonra rahatlayacağına daha da endişeli oldu. Yüzünü bir daha yıkadı. Salona geçti. Annesi çaylarını verdikten sonra;

“Bak anlaşalım. Şu andan itibaren iş konuşmuyoruz tamam mı”?

Kaya bey gülümsedi,

“Âlemsin Demet. Biz iş konuşmayı bitirdik. Buyurun kızımız sizindir.”

“Peki, Ruzi Şeyma ne yapıyor?”

“Ne yapsın anneciğim? İyi. Bu aralar gazetede işlerimiz oldukça yoğun birbirimizi çok görüyoruz diyemem.”

“Kızım evleriniz yakın akşamları da görüşmüyor musunuz?”

“Anne vallahi bazı akşamları bile çalışıyoruz. Bu günlerde bizim şef kafayı yedi. Durmadan habere koşturuyor.” Babaannesi,

“Kızım solmuşsun zaten! Zayıflamış mısın ne olmuşsun? Bu sefer seni pekiyi görmedim.” Kaya bey,

“Hayda bırakın kızı yahu hanımlar. Nesi var, biraz yorgun hepsi o kadar…”

“Baba sen olmazsan bu Müberra ile Demet beni mahvedecekler.”

“Kızlar rahat bırakın kızımı…”

Fatihcanhan bu aileye bayılmıştı. Bunlar ne kadar meselelerini halletmiş bir küçük topluluktu. Birbirlerine karşı sevgi doluydular ama aynı zamanda sevimli bir saygı vardı. Katı kurallar konulmamıştı. Hepsinin kuralları vardı. Hepsi bu kuralların temeline sevgiyi koymuşlardı. Saygıyı da ilave edince her şey güllük gülistanlık olmuştu. Annesini bu evde, Demet hanımla arkadaşlık ederken düşündü. Ne kadar güzel olurdu. Bir cep telefonunun sesi gelince babası,

“Hayırdır inşallah bu saatte kimi arıyorlar?” Demet hanım;

“Kızım senin çantandan geliyor ses, senin telefonun.” Babaannesi,

“Hayırlara vesile olsun Rabbim.”

Demet Hanım, Ruzi’nin kıpırdamadan çantasına bakmasına şaşırmıştı.

“Ruzi, senin telefonun kızım.”

Ruzi, hala çantaya bakıyordu. Demet hanım,

“Ruzi, gazeteden arıyor olabilirler mi?”

“Boş ver anne bu saatte niye arasınlar.”  Demet hanım kızının çantasından telefonu çıkarttı,

“Özel numara…”

Ruzi, Fatihcanhan’a baktı. Genç adam aralıksız ona bakıyordu. Annesinin uzattığı telefonu aldı. Elleri titriyordu. Telefonu açtı.

“Efendim.”

“Ruzi…”

“Efendim.”

“Uykudan mı kaldırdım seni? Saat üç olmuş. Kusura bakma. Şef şimdi beni aradı. Sen orada kalacakmışsın ben ilk uçakla oraya geliyorum.”

“Ulaş sen misin?”

“Benim. Bir daha söylüyorum. Ben ilk uçakla geliyorum. Orada ortalık karışmış… Ankara bürosuna takviye gideceğiz. Anladın mı? Hop hala uyuyor musun?”

“Ulaş anladım. Gelince beni ararsın.”

“Tamam, hoşça kal.”

“Hoşça kal…”  Ruzi, telefonu kapattı. Aile kızlarının bu soğuk tavrına şaşırmışlardı. Babası;

“Ne oldu kızım kötü bir haber mi aldın?”

“Yo almadım.” Fatihcanhan’da dâhil hepsi merakla bekliyorlardı.

“Kızım telefonu açmamak için direndin. Neyin var Ruzi?”

“Yok annem. Arkadaşım Ulaş aradı. Bir iş için burada görevlendirilmişiz. Oda gelecekmiş. Anlayacağınız yarın akşam gitmiyorum. Fatihcanhan için bir şey diyemem. Ben görevliyim.” Müberra hemen atladı.

“Canım biz konuştuk. Genç evladımda tatildeymiş zaten. Fenamı olur Ankara’mızı gezer. Değil mi evladım.”

 

./…

 

NAZAN ŞARA ŞATANA

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....