Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '06

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Toplumsal facialarımız....

Son günlerde televizyon, gazete, dergi, internet ve bilumum iletişim araçlarında karşımıza sıklıkla çıkan iki suret var: Şebnem Schafer ve Ajdar. Beterin beteri vardır derlerdi inanmamıştım. Ta ki ikisini yan yana görene kadar...

Önceliği burada Şebnem kızımıza vermek isterim. 23/24 yaşlarındaki genç kızımız aslen Alman olduğunu öğreniyoruz. Alman bir baba ve Türk bir annenin kızı! Televizyon dünyasına sunuculuk yaparak adım attı…

Ama esas işi mankenlik(!) mi yoksa özel yaşamıyla ilgili raporlarını göstererek gündeme oturmak mı onu henüz çözmüş değilim, lakin kendisinin de çözmüş olmadığı kanaatindeyim. Çünkü ne yaptığının farkında olan bir kişi bir televizyon programından diğerine geçip eski sevgililerinin özel tercihleri konusunda açıklamalar yaparak ve eline de Almanya'dan çıkarttırdığı bakirelik raporuyla dolaşıp, çıktığı defilelerde fiyatını arttırmak için eteklerini sürüye sürüye gezindikten sonra, içimizde trajikomik faciaya neden olmazdı…

Benim esas takıldığım nokta, annesinin bu facianın muhtelif ortaklarından biri olması... Çıktığı her programda olay bir açıklama yaparak gündeme gelmesi ve bu programlarda ağlayarak önce ajitasyon yapıp sonra da bir tanıtımdan bir tanıtıma koşması, bu esnada da fiyatını iki yada daha fazla katlar durumunda artırarak etrafta dolaşması oldukça can sıkıcı…

Ben bir ara, "bu kızcağız herhalde işleri bu kadar açıldığı için ağlıyor" diye düşünmeye başlamıştım. Mutluluktan yani. Ee şaşırdı ne yapsın? Şebnem'in iddiaları ve cici kız şeklinde ses tonu oldukça kabak tadı vermeye başladı diyebilirim.

Bir de pop star yarışmasıyla hayatımıza giren, ünlenen bir eleman var, zatıaline nasıl bir girizgâh yapılır bilemiyorum: Ajdar! Kendisini Makine Mühendisi olarak tanıtmıştı ilk çıktığında. Tabi Ajdar'ı televizyon da izleyip, sesine tanık oldukça insanın buna inanması epey güçleşiyor.

Ses konusunda Ajdar'ı dinlemek bana acı veriyor. Çünkü bizim evdeki panjur daha estetik bir ses çıkarıyor.

Ajdar bey, televizyonumuza nane nane diye bir parça ve enteresan yetenek sahibi(!) figürleriyle giriş yaptı. Belirtmekte yarar var ki, Ajdar Bey şarkılarının sözlerini kendi yazıyor hatta bestelerini bile kendi yapıyor. Kendisi Türkiye'nin son dönemlerde kazandığı büyük yeteneklerden biri kesinlikle! Fakat kendisinin gerçek olduğuna inanmak çok zor!

Çünkü kâbus niteliği taşıdığı konusunda yorum yapabilmekten kaçınmıyorum.

Ajdar meşhur olduktan sonra birçok şov programına çıktı, insanları eğlendirdi. Kendi de bilakis eğlendi, ancak geçenlerde duyduğum bir haber karşısında biraz şaşkınlık yaşadım. Kahramanımız Ajdar için bir bar kapatılmış ve Ajdar orada yarım saat çıkıp 'nane nane' diye şarkı (!) söylemiş, üstelik bu bahsettiğim bar baya doluluk oranı göstermiş ve deee, Ajdar bu müthiş performanslı konserin sonunda yarım saat için 450 YTL para almış.

Bunlar sanırım televole kültüründen hayatımıza katılanlar... Amerika özentisinin ve kapitalist düzenin içinde bulunduğumuzun kanıtları... Giderek yoz bir dünya oluşturmamız.. Yani giderek ve gitmekten hiç yılmayarak bu ülkede beni hiç bir şeyin şaşırtmadığının farkına vardım. Başbakanın şehir ziyaretleri esnasında çiftçiyle arasında geçen diyalog bir zamanlar hepimizi dehşete düşürmüştü. Çiftçi "anamızı ağlattınız" der... Başbakanın verdiği tepki ise hayli ilgi çekiciydi benim tarafımdan: "Ananı da al git!"

Bu milletin hor görülen, ezilen, hakkı verilmeyen çiftçisine verilen cevaba içi acımayan, yüzü kızarmayan bir Türk olmamıştır herhalde.

Geçenlerde gazete de rastladım. Sayın Başbakan 1 yıl önce çiftçiyle tartıştığı şehre yeniden bir ziyaret gerçekleştirir bu sefer çiftçi Erdoğan'a: "Anamın selamı var" der. (Fakat o gazete Sn. Başbakan'ın buna cevaben Aleykümselâm deyip demediğini yazmamış. İlginç!)

Böyle Levent Kırca'vari parodilerin gerçek olduğu bir ülkede, Ajdar'ın ileride bir gün Etiler'den milletvekilliğine adaylık koyması bana hiç koymayacak, çok şaşırtmayacaktır…

Şebnem kızımızı da bekleyin dizilerde masum kız rolünde filan rastlarsınız pek yakında...

İşin sırrı nane de mi acaba diye düşünürken aklıma bizim pazardaki limon satan ağabey geldi. Her hafta "limooon, limmoonn" diye bağırdığına şahidim. Ancak bırakın günlük hâsılatı ayda zar zor kazanıyordur 450 YTL parayı ve eminim o parayla 6 kişilik ailesine bakıyordur…

Yurdum insanı dedim içimden. Para kazanmak bu kadar kolaylaştı demek. Nane diye bağırmanın daha çok mu getirisi var diye düşünüyorum. Bizim limoncu ağabey zarar da tabi bu yüzden. Yahut bizim burada gözden kaçırdığımız detaylardan biri nane diyerek enteresan figürler yapmak mı? Siz hiç limon satarken halay çeken birini gördünüz mü?

Ben görmedim… Görsem "deli" derdim muhtemelen.

Ama Ajdar'ı izliyoruz. Pek te hoşumuza gidiyor bakıyorum, internetten şarkılarını bile indiriyoruz...

Değinmek istediğim başka bir hususta kendileri sanırım vejetaryen ya da abi fena halde meyve sebze olayına fena sarmış şimdi de çikita muz diye adlandırdığı yeni eseriyle ekranlarımızda. Bir önceki eseriyle aynı kıvamda olan, melodisi ve de sözleri yine tam olarak anlaşılmayan bir eser. Sözgelimi; içerisinde pek bir söz olduğunu söylemek için cesaretli şahitlere ihtiyacımız var.

Farkında mısınız? Bu ülkede para kazanmak ne kadar da kolaylaştı ve bunda da Amerikan emperyalizminin yok sayamayacağımız payı olduğu inancındayım. Kolay para kazandıran yarışmalar çıktı. Bunların ilki evde gözetleme yarışmalarıydı yanılmıyorsam. Amerika'dan formatla çaldığımız.

Enteresandır arabaya dokunarak para kazanılan bir yarışma da vardı. Kim daha fazla saat dokunursa parayı o alıyordu. Sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerin kalabalık olduğu bir ülke Türkiye ve böyle yarışmaların en çok rağbet edildiği bir ülke! Neden mi? Sen çiftçiye gerekli değeri vermezsen adam da gider arabaya filan dokunur. Kolay para kazanmak varken toz toprakla mı uğraşsın?

Bir de devrim yapan bir ablamız vardı evlere şenlik. Günlerce tepemizden inmedi sevgilileri. Hepsinin isimlerini ezberledik. Ana haber bültenlerini onunla açtık hatta. Dizi çekiyordur o da kesin şimdi. Devrimden arta kalan vakitlerini kültür sanat etkinliklerine ayırıyor ...

Dedim ya burası Türkiye. Burada suçsuzu süründürürüz, suçluyu dışarı salarız, yeni suçlar işlesin, başka canlar yaksın diye, aksiyon filan oluyor sanırım bizimkilere.

Popüler kültürü, sosyetik camiayı ya da televole güzellerini eleştirmeye, yazmaya kalksam ansiklopedi çıkarmam gerekir.

Ülkemde ana haber seyretmek isterken magazin haberlerinin arasında haber izler olduk. Genç arkadaşlarım kitap almak yerine MP3 alıyor. En pahalı cep telefonu kullanma hevesinde. Bunların suçlusu kim acaba diye sormadan edemiyorum...

Şimdi bu yazıyı okuyanlar koca ülkede yazacak başka bir şey bulamadın mı kardeşim diyecektir belki bana. Fakat içler acısı ki kimse Irak'taki, Filistin'deki Lübnan'daki savaşlarla ya da orada ölen kişilerin sayısıyla ilgilenmiyor. Daha çok Şebnem'in son sevgilisiyle savaşı ya da sevgili sayısı popüler bir ilgi görüyor.

Ben bu ülkenin 19 yaşında, üniversite okuyan, fikirleri olan bir genci olarak gördüklerimi yazmak istedim. Yazar değilim, iddia da etmiyorum ama kendine özgü yazma çabası olan bir bireyim. Yazar sıfatını adıma katmak için 40 tandır ekmek yemek lazım ki o da bu enflasyonda yıllar alır hatta ekmek almak bile cep yakar oldu git gide!

Belki biraz zülfiyare dokundurdum. Sürç-i lisan ettiysem hepinizden özür dilerim. Velhasıl kelam; içimdeki tek bir soru vardır yanan:

Ben susarsam, sen susarsan kim konuşacak?

 
Toplam blog
: 10
: 561
Kayıt tarihi
: 18.11.06
 
 

Çok şey söylemek mi önemli olan yahut az şey söyleyip dolu dolu şeyler anlatmak mı? Ama ben sade..