Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '11

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Topraktan koptuk

Topraktan koptuk
 

Bahçeli bir evde büyüyen şanslı kuşaktanım. İçinde çeşitli meyve ağaçları ve renk renk çiçekleri bulunan kocaman bir bahçemiz ve bahçemizde dolaşan çeşitli hayvanlarımız vardı ben büyürken. Evimizde kedim bahçede köpeğim birlikte büyüdük. Bazı akşamlar duyduğumuz bir tıkırtının sahibinin bir kirpi olduğunu sevinçle gözlemlerdik. Komşunun bahçesinden koştura koştura gelip geçen tavuklar, horoz sesleri, annelerinin peşinde dolaşan civcivler. Bazen dere kenarında konuşlanan kurbağaların sürekli feryatları. Gece balkonda veya bahçede otururken dinlediğimiz ağustos böceklerinin sesi. Çocukluğum tamamen doğal bir yaşam içinde geçti. Leylak kokusunu hala çok seviyorum. Başdöndüren kokusuyla ve rengiyle bahçemizin süsü idi. Ya renk renk açan yediveren gülleri. Ya da yapraklarından annemin reçel yaptığı mayıs gülleri. Kokusundan yanına yaklaşılmazdı. Ortancalar, her bir çiçeği top gibi buradayım diyorlardı duvar kenarlarında dizilmiş. Balkon duvarlarında sıralanmış kırmızı ve ateş pembesi sardunyalar. Baharda yüzünü gösteren baygın kokulu sarı nergisler. Hatta çiçeklerin arasından bahçe toprağından kendiliklerinden fışkıran ve heryeri davetsiz misafir gibi saran kırmızı ve beyaz renkleriyle akşam sefaları. Daha ne bakmaya doyamadığım çeşitli renk renk kır çiçekleri. Kırlardan gelincikler toplardık biz, hatta güneşte bırakıp şurup bile yapardık. Baharı müjdeler gibi bembeyaz papatyalarla dolardı kırlar ve uzanır sereserpe yatardım aralarında. Akşam saatlerinde bahçeyi sulamaya gönüllü olurdum. Bütün gün güneşi yedikten sonra akşam serinliğinde sulanan bahçenin tadı ve suyu içen toprağın kokusu hala burnumda tüter. Yağmur yağarken dışarı çıkmayı bu yüzden seviyorum galiba. Toprağın ve çimenlerin sulandıktan sonra insanın içini bayan kokusunu duymak için özellikle yürüyorum ve ıslanıyorum. Doğayı içime çekmeyi seviyorum. 

Meyveyi dalından yeme şansına sahip oldum. Bunlar hormonlu mu gibi bir kaygımız hiç olmamıştı. Ağaca çıkıp kopartıp yediğimiz incirlerin tadını şimdi pazar tezgahlarında bulamıyorum. Ya da can eriklerinin tadı şimdi hiç yok. Badem ağaçlarımız beyazlara bürünürdü her bahar, yazın dalından kopartıp yediğim malta eriğini hiç aramıyorum bile pazarlarda. Tezgahlarda görsem bile ben küçükken yediğim meyvelere hiç benzemiyorlar. Reçellerimizi, dalından koparıp topladığı meyvelerden yapardı annem. Salatalarımız bahçeden topladığı yeşilliklerden yapılırdı akşam sofralarımızda. Zeytin ağacımızdan alıyorduk ham zeytinleri. 

Gitgide topraktan koparıldık. Her yanımız betonla dolduruldu. Yapılan yeni yollar veya binalar kırlarımızı elimizden aldı. Şehirleşme adı altında betonla tanıştık, tanıştırıldık zorla. Daha fazla bina daha fazla apartman diye diye ağaçlar da kesildi. Ne meyve ağaçları kaldı etrafta, ne altında oturduğumuz büyük ceviz ağaçları ne de kırlarda altında oyunlar oynayıp piknikler yaptığımız çamlar. Salıncaklar da kurulmaz oldu çocuklara artık. 

Sonraları yediğimiz meyveler, sebzeler ve süt ürünleri gibi gıdalar giderek kimyasallarla dolmaya başladı. Topraktan kopmamızla sağlığımızın bozulmaya başlaması arasındaki bağlantıyı fark edemedik. Üreticiler, daha fazla para kazanmak uğruna ürettiği her ürüne hormon katmaya başladı. Denetimsiz ortamlarda ilaçlarla sebze ürettiler ve pazarlara gönderdiler. Bunları satın alıp sofralarında kullanan halkın, bilinçli ya da bilinçsiz olması birşey değiştirmiyordu. Elinin altında bunlar vardı, onlar da bunları alıp kullanmaya mecburdular. Hatta çok ta önemsemedik. Sağlığımız gitgide bozuldu. Vücudumuzu beslerken zehirledik. Kanserden insanlar birbiri arkasına ölmeye başladı. Ya hormonlu gıdalardan, ya radyasyonlu bitkilerden ya da bilinçsizce kullanılan tarım ilaçlarının kalıntısından. 

Giderek daha fazla çevre kirliliğine sebep olduk, çöp dağları yarattık. Bir yandan havayı kirlettik toplum olarak, ağaçlarımızı kestik, ormanlarımızda ağaç katliamları yaptık, yüz yıllık ağaçları kesip yer açtık villa sitelere. Daha fazla ev yeri açmak için aç kurtlar gibi saldırdık ağaçlık alanlara, kırsal alanları birer birer tapuladık. Hatta yaktık içimiz hiç acımadan. Halbuki onlarla beraber bizlerde yandık. Sularımızı kirlettik kimyasallı atık sularımızla. Denizlerimize girilmez oldu. Çocuklarımızı apartman dairelerine kapattık hapsettik. Çiçeği sadece salonundaki saksıda gördü çocuklar. Hayvanlardan korkar oldular, sevmediler onları. Birer egoist bireye dönüştürdük. 

Son zamanlarda, çevre bilincinin her geçen gün daha fazla konuşulduğuna şahit oluyorum. Birer birer doğa dernekleri kurulmaya başlandı. Bu acil konuya parmak basılmaya çalışılıyor. Bilinçli çalışmalar neticesinde daha fazla insan bu konuya eğilmeye başlandı. Bu sevinçli bir gelişme aslında. İnsanlar bulamadağı vakitlerinde birazcık toprağı eline alsalar ne büyük bir kaybın olduğunu anlayacaklar belki. Halbuki, toprakla uğraşan ve yetiştirmeye çalıştığı bir bitkinin büyümesini seyreden insanın ruhunun da yumuşacağını sanıyorum. Belki daha insaflı nesiller yetiştiririz de kimbilir. 

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..