Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Töre!

Töre!
 

Ne çok canlar yaktık, ne çok kurban verdik töre uğruna, namus uğruna, şeref uğruna. Şerefsizce aldık canları. Kulak asmadık, kulakları sağır, yürekleri bağır bağır acıtan feryatlarına. Kırdık körpe dalları bahara eremeden, varamadan vuslata. Kıydık körpe canlara aşık bile olamadan daha. Dokunamadan bir kızın al yanaklı sıcaklığına. Kan izleri sıçrattık ak güllerin alnına. Cahilliğimize sebep aradık kanlı kör kurşunlarla.

Artık kurtarmıştık ya namusumuzu mutluyduk, artık çıkabilecektik el gün içine, başımızın diki, alnımızın akıyla. Katık edemeyecekti diline el alem konuşup avlularda. Çarpmayacaktı yüzümüze rüzgarın soğuk bir kahır gibi boyun büktüren utancı.

Dağlarımıza bahar gelmese de olurdu, çiçek açmasa yamaçlarımızda. Bir bebek uykusunda sıçrasa da oldurdu, arılar bal, kuşlar beste yapmasa dağlarda. Namus kurtulmuştur, onur, şan, şeref namus kurtulmuştur. Biri girmiş olsa da kara toprak altına, birinin kararacak olsa da düşleri demir parmaklıklar arkasında.

Beni bu kapkara satırları yazmaya sürükleyen yine dizelerinde acılar damıtan, dizeleri ile içimi acıtan, kara kuru kör cahilliğimizi dizeleriyle belgeleyen, Ali Yaşar’ın dize dize haykıran tespitleriydi. Doğu ve Güneydoğu anadolunun hala kanayan sosyal bir yarası olan kör olası töre cinayetleri azalmakla birlikte ne yazık ki hala süren bir olgudur.

Umarım sürekli kanayan bir yara olan töre ve namus cinayetlerine tanık olmak zorunda kalmayız bundan sonra. Umarım genç fidanlar daha hayatlarının baharında hiç yakışmadığı, yakışamayacağı kara topraklara, hapishanelere girmek zorunda kalmazlar. Daha hayatlarının baharında, eremeden vuslata.

İşte o dizeler…

Töre

Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar

Ciğerim yanıyor aney, gözlerim ağlar…


Le ley urfa

De hele bana

Bu ne haldır gözüm

Bu nasıl bela

Vurdular dağ ceylanımı

Daha tıfıl çağında…


Başında al yazması

Boynunda beşi birlik

Kör olam bakmaya kıyamazsın

Sevmeye doyamazsın he vallah

Yanakları yer elması

Elleri kınalı keklik…


O ki cepkenimde çakmak

Soframda acı isot

Tabakamda kaçak

Ayağımda körüklü bot…


Bir kere insan o

Yürekte can o

Kıpır kıpır akan

Damarda kan o…


Vurmaya özü bayar mı adamın

Bile bile eli gider mi tetiğe

Kan tutmaz mı

Can acıtmaz mı

Yürek sızlatmaz mı

Oy… Ben ölem babo

Kalleşlik yakışır mı erkeğe…


Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar

Anadan babadan yardan ayrı koyarlar…


Le ley urfa

Hayranım sana

Bir yol göster

Bir fikir ver bana

Kaybettim yavrumu

Yüreğim yasta…


Ben bu çileyi çekemem gurban

İmanıma taşıyamam bu vebali

İyisi mi sen

Halıma koyma beni

Al ayaklarının altına

Vur yanan bağrımdan

Vur gâvur gibi

Vur soluksuz

Vur da öldür beni

Eli söyletme ardımdan…


Kır filizlenmiş dallarımı hoyrat ellerinle

Eteklerine sıyır damarlı yapraklarımı

Etimi tırnağımdan büsbütün ayır

Bir bidon benzin

Bir çöp kibrit

Yak sevdalarımı törelerin kahrına

Yak yarınlarımı cayır cayır…


Hamsin rüzgârlarıyla körükle ateşimi

Duman duman yükselsin ağıtlar

Hoyratlar söylenegelsin eski çağdan

Kulak kabartıp duysunlar

Duysunlar da utansınlar Nemrutlar

Nispeten anlasınlar aşkı masum

Anlasınlar da bıraksınlar peşimi

Sen ki peygamberler şehri

Ben İbrahim’ler torunu

Savur küllerimi Karacadağ’dan

Köpeklere çiğnetme leşimi…


***Bu linkten Ali Yaşar' ın web sitesine ulaçabilir, şiirin müzikli slaytını dinleyebilirsiniz.

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..