Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '08

 
Kategori
Kültürler
 

Toroslar' da yörüklerle

Toroslar' da yörüklerle
 

Badem ağaçları bembeyaz, deve azganları ise sarı gelinliklerini giymiş, düğün var doğada. Toprak ana uyanmış. Bitkiler coşuyor, Toroslar’ın eteklerinde. Her taraf yemyeşil. Güneş ışınlarını iliklerinde duyumsuyor insan. Bu güzel havada durulur mu evde!

Bindim arabama, uzaklaştım kentten. Dağlardayım şimdi. Yörük Tepe tarafındayım. Parkettim arabayı. Yürüyorum tek başıma. Adamotları, kimi beyaz kimi mor çiçekleriyle sere serpe uzanıvermişler toprağa. “Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki!” Taşların arasında emzikotları takmış mor, beyaz, kırmızı küpelerini. Çan sesleri geliyor kulağıma. Oğlaklar meleşiyor. Bir çoban köpeği, boynunda demir oklu tasmasıyla havlayarak bana doğru geliyor. Bir Yörük kızı, bağırıyor köpeğine. Böyle bir mayanın sözünden çıkar mı hiç o hırçın, saldırgan bekçi. Koca karabaş, süt dökmüş kediye dönüyor. “Merhaba” diyorum çoban kıza. “Merhaba, Hocam” diye yanıtlıyor beni. “Geçen sefer çektiğiniz fotoğrafı getirdiniz mi” diyor. Seni burada bulacağımı bilmiyordum. Getirmedim. Ama söz veriyorum, onu sana ulaştıracağım, dedim. “Beklerim, valla” dedi ve koştu oğlakların peşinden. Ama yüzüm kızarmıştı mahcubiyetimden. Dağlaleleri eşlik etti bana, kıpkırmızı.

Sanki Adonis geçmişti oradan. Nereden geldi şimdi o, aklıma? Adonis, Yunan mitolojisinde ölümü ve doğanın yeniden canlanışını simgeleyen tanrı. Yunan mitolojisine göre Afrodit, Adonis’e aşık olur ve onunla dağda ormanda gezmeye başlar. Afrodit’in kocası Ares, Adonis’i çok kıskanır. Bir gün, Afrodit şerefine düzenlenen bir av partisinde Ares, bir yabandomuzunu salar Adonis’in üzerine. Hayvan yaralar onu. Ölümle pençeleşir Adonis. Afrodit onu kollarına alır ve sağaltmak üzere götürürken damlayan kanlar, kırmızı dağlalelerine dönüşür.

Yörük Tepesi’ndeyim, burnuma Eskiyörük tarafından sümbül kokuları geliyor. Bir ses bana, “ Sümbül Hanım seni çağırıyor” diyor. Kim mi Sümbül Hanım? Hani hastanede o ithal doktorun, “Ananizi alin gidin” dediği genç bayan, Sümbül Hanım. Hani müdürünün, “Burası yan gelip yatılacak yer değil” dediği Sümbül Hanım.

Birkaç kare fotoğrafla dönüyorum arabama. İlerliyorum sanıyorum ama aklım kalıyor gerilerde. “Doğuya giden bir gemide Batı’ya koşuyorum” sanki.

Öğle oldu pazaryerindeyim. Belediye başkanının arabasını görüyorum. İçinden dört kişi iniyor. İkisini tanıyorum. Sarıkeçili Musa ve Sarıkeçililer Yardımlaşma ve Dayanışma Deneği Başkanı Pervin Çoban Sarvan. Kısa bir sohbet. Ardından Bir televizyon kanalı için Sarıkeçililer ile görüşmeye, çekim yapmaya gidiyoruz. Bağrımıza vuran güneşin sıcaklığını iliklerimizde hissediyoruz. Çan sesleri, köpek havlamaları, oğlak melemeleri ulaşıyor kulağımıza.

Bir kıl çadıra yaklaşıyoruz. Demir oklarla donatılmış boyunluklu, kocaman beyaz bir çoban köpeği havlayarak bize doğru geliyor. Sarıkeçili Musa Gök, azarlıyor köpeği; bir de taş fırlatıyor ona doğru. Biraz önceki azgın, saldırgan yaratık, gidip bir çamın dibine uzanıveriyor.

Yukarıda beş altı deve yayılıyor. Musa, önce bir ıslık çalıyor sonra da devece konuşuyor. İri bir boz deve başını kaldırıp bakıyor Musa’ya. Bir homurtuyla bize doğru gelmeye başlıyor, onu da diğerleri izliyor. “Helal olsun sana, Musa! Köpeğe de deveye de sözünü geçirdin de bir sizleri iskana tabi tutacaklara sözünü geçiremiyorsun” diyor ve gülüşüyoruz.

Sesimizi duyan iki çocuk çıkıyor çadırdan. Çekingen, suskun. Adlarını bile söylemiyor.

Musa, ağaç teknelere yiyecek bir şeyler döküyor develer için. “Bunlar son develer. Aydıncık’ta on beş kadar ancak kaldı. Bugün on kadarı daha satıldı. Bir iki seneye kadar fotoğraflarını çekmek için bile bulamayacaksınız develeri. Çekebildiğiniz kadar fotoğraflarını çekin” diyor.

Deve kültürden çıkınca onlarla ilgili sözcükler de unutulacak elbette yavaş yavaş ve tarihin derinliklerine gömülüp gidecek. Deveyi güreşi hazırlayan kişiye “savran” denildiğini günümüzde kaç kişi anımsıyor acaba? Eskiden göç yolunda gece boyunca develeri bekleyen kişiye “kavas” adı verilirmiş. Kaçımız anımsıyoruz bu sözcüğü? Ya şu sözcüklerin anlamını bilen kaç kişi var aramızda? Köşek, dorum, beserek, maya, daylak, lök…

Çadıra giriyoruz. Bir Yörük kadını ekmek yapıyor. Pervin Hanım, hemen geçiyor kızgın sacın başına. Döndürüyor, çeviriyor bazlamaları. Şişip kabaran bazlamaların içine bolca peynir koyup veriyor konuklara. Program yapımcısı, iskanla ilgili sorular soruyor kadına. Yanıt yok. “Hiç olmazsa, şu soruya cevap ver, bacım” diyor “devletten ne istiyorsunuz?” Bu soru da yanıtsız kalıyor.

Dışarı çıkıyoruz. Yapımcı, Musa ile söyleşmeye devam ediyor.

Çekim sonrası aynı yoldan geri dönüyoruz. Yörük yaşantısının zorluklarından, çocuklarının eğitiminden söz ediyoruz. Yerleşik düzene zorlamanın doğuracağı sancıları konuşuyoruz.

Biraz sonra bize yetişen Pervin Hanım nefes nefese başlıyor anlatmaya: “Sizinle konuşmayan kadın, bana bir açıldı ki sormayın. Neden bunları televizyonda söylemedin? Devletten ne istediğini neden açıklamadın diye sordum. ‘Obadan bir şey istenmez ki’ dedi.”

Devleti oba gibi görmek. İşte en acısı bu. Şefkat ile yaklaşmamış devlet erkanı onlara. Korkutmuşlar garibanları. Ormanda hayvan otlatmak yasak demişler, basmışlar cezayı. Hele bir de ceza yedikleri ilçenin nüfusuna kayıtlı değillerse, ceza iki katına çıkıyor. Hayvancılık ata mesleği bu insanların, yıllardır ormanda kıl çadırda yaşıyorlar ve hayvanlarını ormanda otlatıyorlar. Hayvancılıkla geçinen Yörük kardeşlerimiz, keçilerini ovada ya da kentte otlatacak değil ya!

Çan sesleri, havlamalar, melemeler artık uzaklaşıyor bizden. Sarıkeçilileri sorunlarıyla baş başa bırakarak çıkıyoruz ormandan. Yaşantıları, geçim zorlukları, boyun eğmişlikleri, isteyemeyişleri hüzünlendiriyor bizleri…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..