Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Toroslar'da alabalık avım.

Toroslar'da alabalık avım.
 

Sabah 07.30 gibi Mahmutlardan, Manavgat’ta gitmek ve Spinci Murat ile buluşmak için harekete geçtim. Yağmurun aşırı şiddetinden yol boyu, silecekleri ikinci kademede çalıştırmak zorunda kalmıştım. Manavgat’ın ilk girişini kaçırdıktan sonra yolumun üzerindeki ilk sağdan içeri girdim ve arkadaşımı cepten arayıp nerde olduğumun bilgisini verdim. Bana, doğru yolda olduğumu ve 3-4 km daha Antalya istikametine devam etmemi söyledi. Bu arada yağmur dinmişti, ama hava kapalıydı. Yanında bulunduğum bir marketten Toroslarda yemek için yiyecek ve içecek aldım. 

Sponsorum “Saruhan Grand Bazaar” sağlamış olduğu araç ile Side girişinden biraz daha ilerdeki buluşma noktasına, tarif edilen yere geldim. Spinci Murat karşı caddeden koşarak yanıma geldi. 

 

Size kısaca bu arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Kendisinin “Facebook” ta yayınladığı balık av resimlerden birinin altına, avlandığı bölgeyi çok beğendiğimi yazmıştım. Sağ olsun bana “Abi buralara gelirsen seni o yerlere götürürüm” demişti. Akdeniz gezi planımı yaparken bende bunu dikkate almış ve kendisiyle irtibata geçmiştim. 

 

Nihayet o gün geldi. Araçtan indim yanıma koşarak gelen Murat kardeşimle, diğerlerinde de olduğu gibi sıcak ve samimi; iki eski dostun birbirine olan özlemi, hasreti ile sarıldık. Hemen ayaküstü hal hatır faslından sonra Murat’ın yakındaki evine, olta takımlarını almaya gittik. 

 

Spinci Murat aynı zamanda “BLAU LAGUNA” adlı bir gezi, rehberlik firması sahibiydi. Ve Toroslarda bugün için bu hizmeti; gönüllü olarak sadece bana verecek olması; benim için gurur vericiydi. 

 

Neyse efendim gelelim sadede; Spinci Murat evinden spin kamışları ve takım çantasını alıp geldi. Bir kısmını bagaja bir kısmını arka koltuğa yerleştirdikten sonra ver elini Manavgat’ta bir börekçiye. O’ az yağlı, az peynirli, az kıymalı hafif lezzetli börekleri yedik çayımızı içtik. 

 

Murat kardeşle telefonda görüştüğümüz de “Havanın yağışlı olacağını ama buralarda yakınlarda güzel yerler var oralarda takılırız abi” dediğinde vallahi benim aklıma Manavgat’ın içinde bir yerler de olta atacağımızı düşünmüştüm. 

Meğerse Murat kardeşim “Az buralar da” dediği, öyle az buz değil (Manavgat’tan gidiş geliş 260 km! Alanya’dan gidiş geliş 380 km!) 

Bizde, Manavgat şelalesini takiben dağa tırmanmaya başladık. Aracın maşallahı var altı da yüksek, keçi gibi tırmanıyor! Keçi deyince yakınlarda birkaç köy geçtikten sonra zirveye doğru epey bir yol almıştık ki bir demir köprü üzerinde durmuş, dağdan gelen küçük bir şelaleyi ve etrafı resimliyorduk.

Bu arada yanımıza doğru çekine çekine 70-75 yaşlarında Yörüklerden olduğunu sandığım bir ihtiyar geldi, dağılan keçi sürüsünü toplamaya çalışıyormuş.

Spinci Murat kardeşim bu ortamı videoya alıp doğa hakkında yorum yaparken, ihtiyara da, bir takım sorular soruyordu. İhtiyarın keçilerini kaybettiğini söylediği anda dağa doğru tırmanan siyah bir keçi gördüm ve hemen resimlemeye çalıştım. Vallahi yurdum insanın keçileri kaçtığı gibi, birde gruplara ayrılmışlar. İşi zor yani, üstelik bir km geride arabamıza saldıran kangal çoban köpekleri vardı ve biz arabanın içinde korktuk! 

 

Murat dostumuz ihtiyara birtakım sorular soruyordu. 

Murat: Kaç tane keçi var abi? 

İhtiyar: 50 dane gadar var. 

Murat: Ee 50 gadar var demek... köpekler vardı dayı gelirken gördük! 

İhtiyar: Aha-şuurda, başka-sunun-ya onlar. 

Ben: Peşimize takıldılar dayı! 

İhtiyar: Gülümsüyor... 

Murat: Abi sen buralarda güzel yerlerde yaşıyorsun ya! 

İhtiyar: (gülümseyerek) Eee davarların sayesinde yaşıyoruz işte. 

Murat: Evet, Vallahi şuna baksana ya buralarda yaşamak için insanlar bin km yol geliyorlar. Yaşamak için değil, sadece görmek için! Bak Talip abi bin km yol geldi. Siz ne kadar şanslısınız. 

Bu arada ihtiyar bana: “Siz nereden geliyorsunuz?” dedi. Ben de kendisine “İstanbuldan” diye cevap verdim.

İhtiyarın ağzından laf almak çok güç, zaten şivesinden dolayı söylediklerinin pek çoğu anlaşılmıyordu. Ben ne kadar kamera karşısında konuşmaya alışık değilsem, yurdum insanı da yabancı insanlarla konuşma konusunda biraz sıkıntılıydı. Efendim yolumuza devam edecekken ihtiyar, kaybolan keçilerini bulmak için bizimle gelmek istediğini söyledi ve Murat kardeşim hemen ona ön koltuktaki yerini verdi.

Zirveye doğru tırmanmaya devam ediyorduk. İnsan doğa ile buluşup kucaklaştıkça daha bir özgür daha bir kuvvetli hissediyor kendini. Özüne dönüş mü desek vallahi bilemiyorum! Birkaç kilometre sonra yolun sağında gümbür gümbür akan tarihi bir çoban çeşmesinin önünde durduk ve akan buz gibi suyundan içtik. Elimizi yüzümüzü yıkadık, çeşmenin video ve resimlerini çekip yolumuza devam ettik.

İhtiyar keçi çobanı, ben ve Murat dağın zirvesine doğru devam ederken, yolun üzerinde ve yamaçlara yayılmış bir grup keçi gördük.

İhtiyar, keçilerin kendisinin olduğunu ama biraz daha yukarı da ineceğini söyledi.

Yolumuza devam ettik... 

 

Spinci Murat: Abi sizin burada kurt çakal var mı keçileri yiyorlar mı? 

İhtiyar: Var tabi yiyorlar arada... 

Spinci Murat: Peki bunlar size saldırmıyor mu? Keçileri yiyen sizi der yer burada? 

İhtiyar: Yok ya yiyemez, bize bir şey yapamaz. 

“Tamam” dedi ihtiyar, “beni şurada indirin.” 

Arabayı sağa çektim ihtiyar “sağ olun” dedi. Önce ben, “sen de sağ ol dayı” derken... 

Spinci Murat: Sende sağ ol dikkat et kurda kuşa çakala yedirme kendini buralarda. 

İhtiyar gülümsedi ve: İki ayaklı kurtlara kaptırmazsak kendimizi berikiler bir şey yapamaz.. dedi. 

Spinci Murat: Anladım “Adam kurt” yani; “dört ayaklılardan değil, iki ayaklılardan korkun” diyorsun! 

İhtiyar: Tabi ya onlar; alacak bir şey bulamazsa insanın canını alır! 


Daha sonra Yörüklerin tek tük duman tüten çadırlarına yakın geçtik... 

 


Evet, böyle demiş Mustafa Kemal ATATÜRK. Hızla Dağa doğru yolumuza devam ediyoruz. İlk defa bu kadar yükseklere gündüz gözüyle çıkıyorum desem yalan olmaz sanırım. Doğanın o muhteşem güzelliği karşısında şaşkınlık içindeyim. Hakikatten Allahın yarattığı bu güzellikleri görmek, yaşamak ve korumak gerektiğine inanıyorum. 




















“Jeolojinin üçüncü zaman ortalarında oluşan Toroslar, geçmişle sonsuzluk arasındaki keskin çizginin eşiğidir. Bulutlarla nikâh kıyan gökyüzüne yakın karlı zirveleri, sisli yaylaları, kaynakları, şelaleleri, binlerce çeşit nebatı, geyikleri, dağ keçileri, Yörükleri ve mitolojik ruhların fısıltılarıyla örtüşen büyülü coğrafyasıyla, yabanıl bir güzelliktir. “





Hakikatten buraları anlatmak pek kolay değil, gezip görmek lazım. Toroslar saklı bir cennettir. 

Sağ olsun Spinci Murat kardeşim bana hem yöreyi tanıtıyor, hem yöre hakkında bilgiler veriyordu. Bunları daha sonra hazırlayacağım videoda yayınlayacağım kısmetse. 

Saat 12.00 gibi Toros dağlarının tepesinde “İbradı“ isminde güzel bir kasabaya geldik. Etraf tertemiz ve bakımlı; Atatürk büstünün olduğu küçük meydan ve hemen yanında “Atatürk düşünce derneği, ” kenarlarında bir birine paralel parti binaları, "otel İbradı, " belediye binası ve devlet kurumları... belediyenin geri dönüşüm için, kâğıt şişe gibi atıkları toplama ünitelerini de görünce çok sevindim. 

Bir an için buraya ait olduğumu düşündüm! Gerçekten İbradı, yaşamak için çok güzel bir yer. 

 

 



Sevgili kardeşim Murat ile bu kasabanın ahşap bir kıraathanesinde, birkaç bardak çay içtik. Murat kardeşim, kahvenin içinde ve dışında resim, video çekimleri yaptı. 





Yaklaşık on beş dakika sonra ilk avlağımıza geldik. Yağmur fazla şiddetli değildi ama oldukça iri taneliydi. 





Oltalarımızı hazır hale getirip, nehir’in berrak suları ile buluşturduk. İlk defa böyle güzel derin bir suya, olta atmanın heyecanı içindeyim. Alabalık avının olmazsa olmaz kurallarını bırakın uygulamayı; İlk anda hiç biri aklıma bile gelmedi! :) 

Bir yandan oltayla uğraşırken, diğer yandan seyrettiğim bu muhteşem doğanın havası ve görüntüsünü içime çekmem bana huzur veriyordu. 



Sarı meps’im kelebek gibi akıntının üzerinden bana doğru gelirken onu takip eden gökkuşağı alabalığı ile son anda gözgöze geldik. Onun, son anda ne kadar büyük bir balık olduğunu gördüm. Balığın başı suya yunus gibi dalarken, kuyruk kısmı henüz suyun içinden çıkmamıştı! Bu görüntüyü ifade ederken “kaçan balık büyük olur” denileceğini biliyorum ama size tüm samimiyetimle söylüyorum ki, balığın kuyruk ve başı su içindeyken o koca devasa gövdesi su üzerinde duruyordu. Tıpkı yunus balıklarının dalışı gibiydi. 

Murat kardeşim az yukarıda avlanıyordu. Kendimi içeri çekip oltamı aynı istikamete tekrar attım. Atar atmaz bir başka alabalık oltama yapıştı. Fakat bu az önce kaçan balık değildi. 30 cm boylarında normal bir gökkuşağı alabalığı idi. Suyun akıntısı çok kuvvetli olduğundan dolayı, misine gerilmiş balık atlaya zıplaya geliyordu ki, ters dönerek meps’i ağzından çıkardı. 

Bu benim için kötü bir deneyimdi. Murat kardeşim yanıma geldi ve olayı ona anlattım. Daha ileriye doğru gitmek için arabamıza gittik ve birkaç km daha ileriye gittik. 






Fakat tüm çabamıza rağmen, buralardan bir sonuç alamadık ve tekrar aynı yere döndük. Murat ile birbirimize engel olmayacak mesafelerde olta atıyorduk. Ben biraz daha aşağıya indim. Çok geniş bir yer buldum. Bazen taştan taşa atlayıp su içindeki büyük bir kayanın üzerine çıkıyor, bazen yine taştan taşa atlayıp bir ağaç kökünün üzerinde durmaya çalışıyordum. 

 

Buraları derin olduğu için kasık çizmesi iş yapmazdı, ayrıca akıntının kuvveti, insan gücü ile karşı durulamayacak kadar fazlaydı. Bazen çok geniş ve sığ yerler vardı tabi ama oraları için yanımızda maalesef çizmemiz yoktu. 

Sudan yüksekliği iki üç metre kadar olan bir taşın üzerine çıktım. Akarsuyun buradaki takribi genişliği 20-25 metre vardı. Uzak noktadaki su içindeki bir kayanın önüne meps’imi düşürür düşürmez kamış elimden gidecek gibi bir vuruş aldım. Makinenin kalaması, balığın hızına yetişemiyordu. Balık kılıç balığı gibi sudan yaklaşık bir metre sağa sola kafa atarak fırladı ve tekrar suya daldı. Karşı kıyıdan aldığım balık, akıntının tesiri ile saliseler içinde durduğum taşa paralel, uzakta kıyılamıştı. 

Ancak taşın üzerinden aşağıya inip kıyıya paralel gitmemin mümkünü yoktu. Çünkü akarsu içeriye doğru girintili çıkıntılı ve kıyılar, sular yükselince içine aldığı ağaçlarla doluydu. Tek çare, durduğum yerden balığı çekmeliydim. Akıntı çok kuvvetliydi, misinanın yakalanan balığı çekebilmesi için çok sağlam olması gerekiyordu. 

 

Heyecandan fazla bağırmış olmalıyım ki, Murat kardeşim panik atak, videosu açık vaziyette kayaların üzerinden, dağ keçisi gibi koşarak :) yanıma yaklaştığı son birkaç salisede; ben balık ile bocalıyordum. Kalama süratle açıldığı için balık akıntıyla epey aşağıya akmıştı. Oltama ileriye doğru uzatıp kıyıdaki ağaçlara takmadan balığı çekmeye çalışıyordum. 

 

Aniden çaat diye bir ses geldi... eyvahlar olsun! Misina kopmuştu. Balık yine ilkinde olduğu gibi kafa atarak sudan bir metre kadar havalandı ve o anda gerilmiş olan misinayı bir kafa darbesiyle kopartmıştı. Bilemiyorum... belki o an kalamayı kapatmışta olabilirim. Heyecandan ne yaptığımı doğrusu hatırlayamıyorum ki :) 

 

Murat kardeşim videosu açık şekilde bana doğru koştu ama balığın görüntüsünü alamamıştı. Ve ardından bana, balığın büyük olup olmadığını sorduğunda; boşta bulunup “aha da bu kadar” deyip kolumu gösteriyordum. :) En az beş kiloluk bir gökkuşağı olmalıydı bu belki de daha fazla! 

 

Hemen Kırmızı beyaz bir meps bağladım ve balığı aldığım karşı kıyıya yakın su içindeki kayanın önüne düşürdüm. Henüz iki tur sardım ki yine bir vuruş aldım. Balığı çekiyordum. Murat yine videoyu açıp bana doğru gelmeye başladı. Bana “yavaş abi, sakin ol ağır ağır çek“ derken bu sefer balığı o da görmüştü. Bir önceki kadar büyük değildi ama 40-50 cm aralığında güzel bir gökkuşağı alasıydı. 

 

 

Su o kadar berraktı ki, balık, ağzında ki meps ile akarsuyun gelişine doğru su üstünden yüzüyor ve onun o muhteşem görüntüsünü kayaların üzerinden seyrediyordum. Sonra uzaklaşmaya başlayınca makineyi sarmaya başladım. Balık kısa bir direnç gösterdiğinde kamış gerildi ve yine balığın ağzından kurtulan meps ok gibi dibimize kadar geldi! 

Bu kaçırdığım üçüncü balık olmuştu. 

Adrenalin olarak müthiş bir heyecan yaşadım. Murat kardeşim, makinedeki misinanın 4lb lik olduğunu söyledi! Oysa yakalanan balıklar 1lb ile 10 lb arasındaydı! Meps seçimlerimiz doğru fakat misine seçimimiz yanlıştı. Aşağıdan sağ taraftan çektiğim balığa fazla yol vermiş, balık soluma akıntıya doğru yol almıştı. Balığın arkasından kuvvetli çektiğim için meps balığın ağzından kurtulmuştu. 

Kopan misinanın dışında kaçan iki balıkta da benim hatam vardı! Sonuçta üç tane balık yakalamış fakat karaya çıkaramamıştım. Murat kardeşim benim attığım kayanın önüne doğru bir atış yaptı ve o da hemen bir vuruş aldı. Oturduğum yerden onu izledim. 30 cm bir gökkuşağı alabalığıydı gelen. Bu kez balığı karaya çekmeyi başarmıştık :) 

 

 

 

Benim için güzel eğlenceli bir gün oldu. Çok derin ve aşırı akıntı da alabalık avındaki eksiklerimi de görmüş ve tecrübe edinmiş oldum böylelikle. 

Yeterince eğlenmiştik. Daha fazla geç kalmadan dönmeye karar verdik. Yine birbirinden güzel doğa harikası yerlerin önünden geçtik. 

 

 

 

Tam olarak yerini hatırlamadığım, fakat Side yakınlarında yol üzerindeki bir çarşıya geldik. İlk önce, balıkçı arkadaşımız İzzet’in havlucu dükkânına uğradık ve sağ olsun, İzzet kardeşimizin ikram ettiği çayları içerken... hem muhabbet ettik, hem dinlendik. Bu arada bu hatıra resmi çektirdik. 

 

Daha sonra buradan ayrılıp Spinci Murat'ın dükkânına gittik. Bahadır ve Mehmet’te, iş yerinden kısa bir süreliğine izin alıp beni görmeye gelmişlerdi. Bu kardeşlerimi de gördüğüm için çok mutlu oldum. Aslında amacımız, hep birlikte, Side de barakuda avı yapmaktı, ama bu sefer kısmet olmadı. İnşallah başka bir zaman birlikte güzel avlar yapacağız. 

 

 

Saat 20.00 sıraları bu güzel kardeşlerimden ayrılıp Alanya Mahmutlara dönüşe geçtim. Ancak Alanya yolundayken Armağan Aygün kardeşime telefon açtım. “Adana’ya gitmeden önce bir kez daha görüşürüz” diye söz vermiştim. Kendisini aradığımda eşi ile birlikte şu an sahnede olduğunu ve benim, tarif edecekleri yere gelene kadar, işlerinin bitebileceğini söyledi. 

Bir süre sonra buluştuk ve Alanya’nın meşhur “Köyüm Gaziantep Başpınar” kebapçısına oturduk. 

 

 

 

Sözün başındayken, müessese sahibine ve bize ilgi alaka gösteren tüm çalışanlarına teşekkür ederim. Hakikatten, sessiz, sakin nezih bir ortam; hem yemek yedik, hem güzel bir sohbet ettik. Sevgili Armağan kardeşim ve değerli eşi tanıdığım kadarıyla çok iyi insanlar. İnanın şu ana kadar bu gezimde gördüğüm bütün insanlar, birbirinden değerli, birbirinden yetenekli ve nitelikli insanlardı. 

Talip Girgin’e gösterilen ilgi alaka sıcak yaklaşım; balık dünyasındaki insanların görünen sıcak yüzüdür. Ben şu ana kadar onların aynası oldum. Bu güzel insanları, anlatmaya ve tanımaya devam edeceğiz. 

Tüm okuma zahmeti gösterenlere teşekkür ederim... 

Saygılarımla... 

M.Talip Girgin. 

 

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..