Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Torunuma

Torunuma
 

Dostluk


Dün gece sen bir melek gibi uyurken, başucunda saatlerce seni seyrettim. Tanrının yarattığı o eşsiz mucizeyi. Hak etmediğimiz, bilinçsizce dünyaya getirip dünyasını zehir ettiğimiz, bakamadığımız, sokaklara savaşların içine attığımız çocuklar geldi aklıma.Hepsini okşayıp sevdim gönlümle. Çaresizce ve hüzünle

Sana bakarken geçmiş ve geleceği gördüm sanki. Babanı amcalarını ilk kucağıma alışım ve o anların mutluluğu keyfi sardı içimi. Var olan ve kaybettiğim bütün sevgiler ilahi bir müziğin sonsuz nağmeleri gibi bütün dünyamı kuşattılar.Yaşamda bana armağan verilen bu duygular ve sen Tanrıya binlerce teşekkürler ettim.
Bir tanem, bir zamanlar bu kocaman babaanne de çocuktu.İnanılır gibi değil!
Uzun yıllar, tek çocuk olmanın keyfini süren, yaramaz zayıf bir kız çocuk. Hani eben diye takıldığım, doktor dayı çok sonraları teşrif etti dünyaya.

Bizim çocukluğumuzda şimdi ki oyuncakların imkanların hiç biri yoktu .Çelik çomak oynar, topaç çevirir, tellerden yaptığımız arabaları yarıştırırdık.
Sokaklar bahçeler bizimdi.Yeşiller bu kadar az binalar bu kadar çok değildi.
Ankara'daki iki katlı evimizi hatırlıyorum.Hala sevgisiyle içimi ısıtan babaannemi, sakin sokakları, tertemiz giyinmiş güzel insanları.Orhan Veli, Nihal Atsız gibi çok değerli şairler sık, sık evimize gelir, onların sohbetleri şiirleriyle beslenirdim farkında olmadan.

Sonra kısa bir süre için Öğretmen olan anne ve babamın tayiniyle Kırıkkale' ye taşındık.Şair bir öğremenin, hem sağcı hem solcu insanlarla görüşmesi 0 zamanki iktidarın mili eğitim müdürünün gözünden kaçmamıştı.Ah birtanem aynı filimleri yıllardır seyretmekten bıktık inan...

O küçük kasabada geçen çoçukluk yıllarım.Tadı hala yüreğimde.
İlk evimiz, bahçesi nergisler, sardunyalarla dolu iki katlı ahşap bir evdi.Üst katta ev sahiplerimiz oturuyordu.Nur yüzlü nur yürekli iki güzel insan.Bana ve insanlara verdikleri duyguları sana anlatamam.Onun için her fırsatta pırıl, pırıl ovulmuş sapsarı parlayan tahta merdivenlerden koşarak çıkar, hiç kilitlenmeyen kapılarını açıp bembeyaz işlemeli sabun kokan kerevetteki kucaklarına atardım kendimi.Her defasında uzun zamandır görmemişler de çok özlemişler gibi koklayarak öpüp okşarlardı beni.

İkram edecek birşeyleri mutlak olurdu.Dinimizin yüceliğini güzelliklerini onlardan öğrendim ben.Hiç yalan söyleme kimseyi aldatma.Sevgiyi, saygıyı tanrını yarattıklarından esirgemiyeceksin.Affetmeyi mütevazı olmayı bileceksin.Duaları ezberletir benimle büyük bir insanmışım gibi sohbet ederlerdi. Şimdi bakıyorumda bin dokuzyüz ellilerin Türkiye 'sinin küçük bir kasabasına ve bu günlere...
O zamanlar evlerin tek lüksü radyo idi.Hani şimdi bazı evlerde antika olarak baş köşeye konan, önü çoğunlukla bezle kaplı kocaman düğmeli süs eşyası.Tek istasyonlu zaman, zaman cızırtılarla çalışan ama dış dünyayla tek bağlantımız, eylencemiz.Doğru türkçeyi, müziği, şiiri tiyatroyu bir dolu bilgiyi ondan aldı bizim neslimiz.Şimdi binlerce televizyonun, radyonun, bilgisayarın ve iletişim aletlerinin var olduğu yirmibirinci yüzyılımızda ve bir dolu kavram kargaşasının arasında hangi nesil daha şanslı bilemiyorum....

Evlerde kışın etrafında toplandığımız sobalarımız vardı.Daha zengin evlerde kuzineler. Mutlak bir kedimiz olurdu.Çapkın yaramaz, tembel asabi ağırbaşlı kediler.Hayvanların da insanlar gibi çeşitli karakterlere sahip olduğunu o zamanlar öğrendim.Komşular birbirine gelir gider ve evlerinde pişenlerden mutlaka yollarlardı. Memleketin ne olacağı, pahalılık konuşmaları bu günden farklı olmadığı için anlatmama gerek yok.Çok sonradan tanışma
fırsatı bulduğum Safiye Ayla Müzeyyen Senar' ın sesleri şarkıları konuşulur. Hamiyet Yüceses' in güzelliği anlatılırdı. Buz dolabı, çamaşır makinesi gibi aletler hayallerde bile yoktu.Yiyecekler tel dolaplar da saklanır, kışlık erzaklar yazın hazırlanıp tenekelerde bekletilirdi. Filimleri Amerika'dan
beş altı yıl sonra seyrederdik.Gazeteleri çlktıktan iki gün sonra okurduk.

Hatırlıyorum, yattığım oda çok küçüktü.Geceleri yatağımda uyumadan önce gördüğüm son şey, kıpkızıl cilalı tavan tahtaları olurdu.Bir zamanlar yemyeşil bir ağaç olan o tahtaların kesilirken canlarının acıdığını düşünür çok üzülürdüm.Cılız sokak lambasının ışığının vurmadığı yerlerde acayip gölgeler oluşurdu.Yuvarlak hareli kesitlerinde insan yüzleri çiçek şekilleri görürdüm.Bazen de ürkütücü gölgeler.İçim korkuyla dolu hemen gözlerimi kapar, horoz seslerini kendime nini yapardım.Bir de kapıda yatan sarıkız. bütün korkularım aniden biterdi onu düşününce..Ne güzel uykulardi onlar.

Sevginin büyüklüğü biraz da aldığın sevgileri çoğaltmaktan geçer.Sende hayvanları çok seviyorsun. Tanrının yarattığı her şey güzel ve dengelidir. Yaşamın boyunca yalnız gözlerinle değil kalbinlede bakarsan bunu göreceksin.Sevgiyi, aklı güzellikleri yanlış kullanan aslında insanlar.Kendi eliyle yok ettiği değerlerin hırsını birbirinden çıkaran da... Onun için çoğu insan kendi bozduklarıyla kendinden kaçmak için yine doğaya ve hayvanlara sığınır. Oradaki saf temiz sevgiyi bulmak için..

Sarıkız tanıdığımda çok yaşlıydı. Bir zamanlar evini sürüsünü koruyan o azametli hayvanı yaşlanınca sokağa atıvermiş sahibi.Vefasızlık ne kadar kolay bir duygudur. İnsanlar birbirine de onun için bu kadar sık uyguluyorlar herhalde.
O tıpkı Anadolu insanı gibi saf temiz ve koruyucuydu.Kimseyi rahatsız etmezdi.O kadar güzel gözleri vardı ki sana anlatamam.Her şeyi bilen gören anlayan bilge gözler.Yer, yer dökülmüş kırçıl tüyleri kocaman gövdesiyle uzaktan bakanlara biraz korkutucu gelirdi belki de,

Bir akşam üstü okuldan dönerken gördüm onu, Bir kaç çocuk bağırarak ve korkuyla karışık bir arsızlıkla kocaman taşlar atıyorlardı üstüne.o taşlardan kaçmak için biraz uzağa gidiyor aldırmadan yoluna devam ediyordu.Yaşlı, ergin bir adamın yaramazlığa hoşgörülü edasıyla.Çocuk yüreğim acıyla doldu.Sarıkızın önüne geçtim.Atılan taşlardan birisi bacağıma geldi. ağlamaya başladım.O durdu birden, üzgün gözleriyle baktı bana. sonra kocaman dişlerini göstererek çocuklara doğru bir iki adım attı. Zarar verme niyeti yoktu biliyorum.Çocuklar korkuyla kaçtılar.Sarıkız geri döndü önüme diz çöküp acıyan dizimi yalamaya başladı.Gözlerinde yaş yoktu ama o da ağlıyordu sanki benim gibi.Eve beraber geldİk ve hiç ayrılmadık o ölene kadar.

Ertesi sabah okula gitmek için sokak kapısını açtığım da kocaman bir post gibi kapının önünde yatıyordu.Sevdik okşadık kalk dedik.Ne yapsak kıpırdamıyordu yerinden.Çaresiz üstünden atlamak için bir bacağımı atınca, kalktı birden ben ve çantam üstünde oturuyor bulduk kendimizi.Tıpkı bir at gibi beni sırtında okula götürdü.Dönüşte okulun önünde bekliyordu beni..Yıllarca o küçük kasabanın dilinde sırtındaki kızı okula getirip götüren bir köpekle bir çocuğun dostluğu söylendi durdu.

Onu kaybedince çocuk kalbimle öleceğim zannettim.Daha ölümün bile ne olduğunu bilmiyordum ki, Sonra yaşadıkça maddi manevi bir dolu kayıplar yaşadım ve yaşayacağımızı öğrendim kendi sıramız gelene dek.
Bir de sevgi sevenlerde yaşadığınca sevilenler ölmezmiş onu öğrendim.
Tabii yaşarken bu sonsuz duyguyu birbirine armağan bırakabilenler için geçerli olmalı bu cümle.
Bunu öğrenmek bile insanın yaşadığına değer..İnan bana Seni çok seviyorum bebeğim.......

Cansın Erol

 
Toplam blog
: 181
: 613
Kayıt tarihi
: 15.01.08
 
 

Öğretmen olan anne ve babam. Ankara'da geçen cocukluk ve gençlik yıllarım. Evimize sık,sık gelen bab..