Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '06

 
Kategori
Kitap
 

Tramvay

Tramvay
 

tramway


Dostoyevski' nin Budala' sını okurken epey yorulduğumu hatırlıyorum. "Kişi ve zaman" betimlemeleri öylesine uzun ve detaylıydı ki; - adeta, altyazılı bir film izler gibi- net görüntüler eşliğinde sürüyordu okuma işi... Bu ayrıcalık da okuyucuyu, serüvenin dışında bir serüven seyircisi olmaktan çıkarıp, o insanların ve o zamanın içine bırakıyordu. Dolayısıyla, yazarın varlığı arada kaynayıp, buharlaşıyor ve okunanlar okuyucuda aitleşiyordu...

Marcel Proust' un " Kayıp Zamanın Peşinde" adlı eserini okurken de aynı etki tekrarlanmıştı. Marcel Proust'un da "kişi ve mekân" betimlemeleri öyle sabır ve ustalık işiydi ki, "oradaymış" hissine kapılmamak elde değildi...

Nesillerce paylaşılan bir hayranlığı yaratmayı başarmış olan böyle yazarlardan sonra ilk kez okuduğum bir yazar olan Claude Simon, benim okuma serüvenimde yepyeni bir koridor oluşturdu şimdi... Claude Simon'un Tramvay adlı kitabı yazı tarihinde hayranlık uyandırıcı tüm etkilerin sentezlendiğini sandığım bir kitap. Samih Rifat'ın çevirisiyle, Yapı Kredi Yayınları'ndan Nisan 2003 baskısıyla çıkmış.

Claude Simon'un yarattığı farklardan biri, romandaki zaman kullanımıyla ilgili... Simon'un romanında zaman o mutlak sabitliğinden ve vazgeçilmez dizgisinden azat edilmiş. Elbette, zaman içinde geriye dönüşler yazı hayatı için yeni bir icat değil; en çok başvurulan, en eski tekniklerden biri. Hatta az önce bahsini ettiğim Marcel Proust'un romanında her şey; bir ucu çaya batırılarak yenen kekin kokusu, dokusu, tadı ve tüm bunların çağırmasıyla geri saran/ ileri çağrılan zamanla ( geçmiş, kaybolmuş sanılan zamanla ) ilgili. "Kozmik an" içinden - paylaşılmak üzere- ödünç alınmış bir zaman dilimiyle; üstelik oldukça okkalı bir dilimle...

Ancak, Tramvay'ın farkı şu ki, zamanın zikzaklarla dağıtılmış dizgisi okuyucuyu da dağıtıyor. Claude Simon zamanın geri ve ileri tuşlarına şaşırtan ve bir nedene bağlanılamayan bir özgürlük içinde basıyor. Suyun ispatlanmış med-cezir'i, zamana uyarlanmış sanki. Ama neye göre? Ayın değilse, yazarın momentine göre mi? Kurgulanmış bir serbest bilinç akışı içinde okuyucuya ilk önceleri "kopuk kopukmuş" gibi gelen fakat son nokta konulduğunda; kişilere, zamana, mekâna ve en çok da yazara dair külliyatlı bir birikim sunan değişik, ilginç bir kitap.

Claude Simon Tramvay da, "hiçbir şey anlatmıyormuş gibi yapıp, en anlatılmazları anlatmış/ anlattırmış" gibi geldi bana ve bu etkileyiciydi doğal olarak. Özellikle romandaki anlatıcının annesine dair olanlar... Filmlerden aşina olduğumuz "günah çıkarma" sahnelerindeki kadar saklı ve özel duyguların yüksek bir samimiyetle paylaşılması, tuhaf bir etki oluşturuyor doğrusu... Nasıl desem? Duygulardaki hırçınlık okuyucuyu tedirgin ediyor; o zamandan ve mekândan kaçma isteği yaratırken bir taraftan da ( sanki sadece meraktan) sonraki cümleye, paragrafa, sayfaya ve sona çekiyor; sonlanmadan kesilen sona...

Bir hastane odasında, kıpırtısız yatan bedenine inat ( belki de kıpırtısızlığa dayanmak, onu yenmek uğruna; şuuruna fizik terapi yaptırırcasına) içindeki vatmana "geçmiş ve şimdi" arasında işbaşı yaptıran biri...

Claude Simon, sıkça tekrarlanmış, evirilip -çevrilmiş ama benzeyişleri yok edilememiş ve alışılmış edebiyyat cümlelerinin uzağında kalıyor Tramvay’da.. Fakat yine de, "alışılmış" küçücük bir cümleyi kitabın istisnası yapmaktan kendini alamamış... O cümle çok güzel bir istisna oluşturmuş; "Onca çiçeğin içinde ne kadar da güzeldi!"...

 
Toplam blog
: 4
: 450
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

1965, Balıkesir, Antalya, İstanbul..