- Kategori
- Anılar
Travma
Uzun yıllar Almanya'da gönüllü sürgünde yaşayan üniversite arkadaşımdan özlem dolu bir mektup aldım, TBMM,de yapılan bir yasa değişikliği ile 1980 öncesi Yurtdışına kaçmak zorunda olan ve "yurda dön "çağrısına uymayıp yurttaşlıktan çıkarılanların tekrar yurttaşlığı alınması kapsamında olduğunu 20 yıllık sürgünün bittiğini söylüyor. Hayatımda çok önemli bir yeri olan, tanıdığım en kararlı oportünizm kirliliğine bulaşmamış bir dosttu. 12 eylül öncesi aynı siyasi örgüt içinde yer almış, bir çok eylemde omuz omuza mücadele etmiştik, İstanbulda Balat-Ayvansaray böllgesinde örgütleme sorumlusu idik, zaman zaman silahlı çatışmaların içinde de yer almak zorunda kalıyorduk, 1977 .1 mayıs olaylarının ertesinde yaşadığımız hücre evinin polisce basılması esnasında çıkan silahlı çatışma sonunda ben ağır yaralı olarak "ele geçirildim", o kaçmayı başarmıştı bu onunla son görüşmemizdi aradan geçen yirmi yıl ondan hiç bir haber alamadım sadece yurtdışına kaçtığı haberini almıştım, ben uzun bir yaşam mücadelesi sonucu iyileşip uzun ve klasik sorgulama tezgahından geçmiştim sorgulamalarımda benden hiç bir bilgi alamayan işkencecilerim düzenledikleri tutanakla birlikte sıkıyönetim yetkililerine teslim ettiler beni ,hakkımda tck 141-142 maddeleri gereği idam cezası istemi ile dava açılmıştı .....sonuçta tutuklu olduğum süre dikkate alınarak serbest bırakıldım.
...............Mektubu okurken yaşadığımız o günler flu bir film gibi canlandı hayalimde,"keşke kaçmasaydın be Yılmaz"dedim biliyordum işkencede benden daha dayanıklı idi," payına düşen dayağı yer kurtulurdun," diye geçirdim içimden ama yaşam bir film değildi, geri sarıp yeniden yaşamanın mümkünü yoktu .Bu nedenle yaşamımı geriye yönelik hiç sorgulamamışımdır, pişmanlıklarım, keşkelerim olmamıştır....."yaşanmalıydı, yaşadım" der geçerim.
..............Tahliye olduktan sonra öğrenci affından yararlanarak üniersiteme döndüm, aradan geçen 2,5 yıl zarfında çoğu arkadaşım okulu bitirmişler geriden gelenleride ben tanımıyorum o pöpülerliği ile tüm öğrencilerin göz ucu ile izledikleri ben süngüsü düşmüş mağlup bir askerdim şimdi uysal bir çocuk gibi derslere girip çıkıyordum sivil polislerin takibinde olduğumunda bilincinde idim, son sınıfta bırakmıştım okulu, haziran döneminde mezun olup Askerlik kararımı alıp İstanbul Kağıthanedeki yedek subay okulunda askeri öğrenci olarak vatani görevime başladım...bu dönemi başka bir yazımda anlatacağım. askerde olduğum sürede 12 eylül askeri darbesi oldu ,askerde olmam belkide bir şanstı benim için örgütteki çoğu arkadaşlarım geçmişe ait mücadelelerinden dolayı -cezalarını cekmelerine rağmen- yeniden tutuklandılar, sakıncalı damgası ile yedek subay olarak Türk ordusunda subaydım darbe yıllarında.Askerde olmak bir şanstı benim için bu sefer talihim yardım etmişti av idim ,şimdi avcı olmuştum.
............Yirmi yıl geçmişti Yılmaz'ı tanıyabilecek miydim , acaba, yine öyle yakışıklı mıydı? DENİZ GEZMİŞ'E benzerdi Yılmaz, uzun boylu ,iri ve siyah gözlü, kıvırcık saçlı, karayağız bir Dadaş delikanlısıydı, bende etnisitemin karakteristik özellikleri taşıyan sarışın mavi gözlü bir ÇERKES delikanlısıydım fakülte kantinindeki kızlar ben kantine girince aralarında -o yıllarda çok izlenen bir televizyon dizisi olan Zengin ve yoksul- filminin oyuncusı Nick Nolte'ye benzettiklerinden NİCK geldi diyerek iç çekerlermiş söyleyenlerin yalancısıyım. bu beğenilerin hatırına örgüt içindeki kod adımı NİCK koymuştuk, bunu beğenilerle, egom tavan yapmıştı sırf bu nedenle bu dizinin yayınlandığı geceler eylem ötelediğim olmuştur, bu bir özeleştirimdir. Öğrencilik yıllarımızda da örgütsel çalışmaları yaptığımız yıllardada devrimci disiplinimiz gereği hiç hovardalık yapma şansımız olmamıştı oysa ikimizde çevremizdeki kızlar tarafından beğeniliyorduk zaman zaman onların östrojön yüklü kaçamak bakışlarında buluşuyorduk ama bunu birbirimize bile söylemeye çekinirdik, özel sohbetlerimiz bile ülke geleceği ve DEVRİM sorunları üzerine idi 24 yaşında idik, şimdiki üniversiteli çocukları görünce yaşanmamış yaşlarım için içim sızlamıyor desem yalan söylemiş olurum.
.............. Yılmaz mektubunda önümüzdeki Haziran ayında ,yirmi yıl aradan sonra Türkiye'ye geleceğini ve doğrudan benim misafirim olacağını yazıyordu, yanında İsveç'li eşi ve sekiz yaşında olan oğluda olacakmış, hayatımın en güzel yıllarındaki yoldaşımın, can kardeşimin bu ziyareti beni çok sevindirdi benimde aynı yaşlarda bir oğlum vardı ,bencileyin sarışın mavi gözleri boncuk boncuk fel fecir okuyan ,taşı fırlatıp altına yatan cinsinden afacan ki şeytana papucu ters giydiren cinsten, bir ÇERKES sıpası, ama çok yaramazdı köy hayatı içinde olduğundan alabildiğine hoyrat ve özgür davranışlı idi bunda belkide benim yaşanmamış yıllarımın hoşgörüsünün payı vardı. Çocuklarımızda bizim gibi can dostları olacaklardı, eşime ve oğluma bu haberi söyledim, eşim hemen telaşa başladı ,Ylmazın benim hayatımdaki önemini biliyordu hemen yatacakları odayı planlamaya başladı "çocuk Şafak' ın odasında kalır, bende üst kattaki odayı hazırlarım Yımazlara" gülümseyerek ,"telaş etme hayatım ,daha bir ay var gelmelerine. hem Yılmaz için öyle özel hazırlığa gerek yok , biz onunla aynı yorganı, aynı ekmeği paylaştık " diyecek oldum "siz eski tüfekler böylesiniz zaten, sizin için hiç böyle şeylerin önemi yoktur...ah birde hayatı kadın gözü ile görebilseniz" diye birde fırça attı. Oğlumda yeni yeni bir arkadaş edineceği için çok mutluydu "babacığım yeni bir sapan almam gerek, Yılmaz amcamın oğlu ile kuş avına çıkarız" diye şimdiden aktivasyon faaliyetlerine başlamıştı, konuklarımız daha gelmeden evimize sevinçlerini getirmişlerdi bile.
.......Haziran ayının ilk haftasında Yılmaz ve ailesi konuğumuz oldular ,Yirmi yıllık uzun bir süre görüşememize rağmen sanki hiç ayrılmamışız gibiydi dostluğumuz kaldığımız yerden başlamıştı sadece "o geceyi ve sonrasını ne Yılmaz sordu ne ben bahsettim silinmiş lekeli bir sayfa gibi atlamıştık o yılları.. Eşi ve çocuğu Dünya tatlısı idiler Vilma, eşimle ingilizce olarak anlaşmışlar ve mutfakta gün boyu bize çerkes ve İsveç mutfaklarından harika yemekler yapıyorlardı , Andi ve Şafak dil olarak anlaşamıyorlardı ama onları kaynaştıran Evrensel bir dilleri vardı Yılmaz bu dile "ÇOCUK DİLİ" diyordu bizden çok iyi anlaşıyorlardı.
.....Bir sabah kahaltı öncesi hanımlar kahvaltıyı hazılamak için uğraşırken Yılmaz'la evimin arkasındaki ormanda yürüyüşe çıktık, Andi ve Şafak'ta önümüz sıra yürüyorlardı , şafak'ın boynunda ancak yatarken çıkarttığı Sapanı ile Andi'ye , köy çocuğu olmanı getirdiği avantajlarla atraksiyonlar yapıyordu ,biz Yılmaz ile ülkenin politik durumu ile ilgili derin konuşmalara dalmıştık ,çocuklar bizden hayli uzaklaşmışlardı, birden Andi'nin çığlığı ile irkildik Andi koşarak bize doğru geliyordu elinde yaralı bir güvercin ağlayarak babasına bir şeyler söylüyordu ama nasıl panik olmuş yavrucuk boncuk gibi gözyaşları akıyordu bembeyaz yanaklarında Yılmaz yaralı kuşu inceledi bir şeyler söyledi Andi'ye, " ne diyor" diye sordum Yılmaz!a , azizim ben bu batılıların tek bir şeyini seviyorum oda çocuk eğitimlerindeki duyarlılıktır" dedi "nasıl yani ?" dedim yaralı kuşu ağlayan Andi'ye verdi "çocuk eğitiminde çok ilerdeler , bak, Andi doktora götürelim bu yaralı kuşu diye fırtınalar koparıyor" dedi o sırada hıçkırıklar içinde ağlayan Andi babasına makina gibi bir şeyler söylüyor tepiniyordu, Yılmaz bana dönüp kasabada veteriner olup olmadığını sordu," ilçe tarım müdürlüğünde bir tane ayyaş veteriner olacaktı ama bu gün hafta sonu bulmamız mümkün değil" dedim ,baba oğul aralarında durum değerlendirmesi yaparken bizim Şafak kasketini ters takmış boynundaki kuş lastiğini sallaya sallaya koşarak geldi büyük bir adam edası ile Andi!nin elindeki kuşu çekip aldı "hoppp dur ne yapıyorsun" demeye kalmadan kıbleye dönüp "BİSMİLLAH, ALLAHÜ EKBER" diye bağırıp kuşun kafasını koparıp attı, hepimiz bu sahne karşısında donup kalmıştık Şafak " elimden şimdiye kadar hiç bir kuş kurtulamamıştır ,Andi sabah güercin kızartması yiyeceğiz" diyerek güvercini kaptığı gibi eve doğru koşmaya başladı, yaşadığı bu sahne karşısında Andi 'nin ağlaması kesilmişti çocuk sanki bir robot gibi gözlerini yerde yatan güvercinin kafasına kilitlemiş bakıyordu ,Yılmaz çocuğu teselli etmek için birşeyler söylemeye çalıştı ama Andi' için zaman donmuştu çocuk boş gözlerle sabit bir noktaya boş boş bakıp duruyordu, telaşlanmıştık Yılmaz çocuğu kuçağına aldı hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladık, Yılmaz olayın şokunun etkisindeydi "umarım devlet hastanesinde nöbetçi doktor buluruz" dedii hemen arabayı hazırladım eşim ve Vilma olayın nedenini anlayamamışlardı daha ,hemen hastaneye yollandık ama biliyordum ki psikolog yoktu hastanede, bırakın psikologu daha doğru dürüs ameliyat yapabilecek cerrahımız bile yoktu bunu söyliyemedim Yılmaz'a ,Andi konuşmuyor boş gözlerle bakıp duruyordu olayın şokunu atamamıştı üzerinden.
............Hastanede nöbetçi pratisyen doktorların muayene çabalarına rağmen Andi'de bir gelişme olmamıştı zavallı Villma ne diyeceğini bilmeden mahsun mahsun duruyordu bir köşede, Samsun'a gitmeyi önerdim hemen yola çıktık ama maalesef Samsun'da da bir psikolog bulamadık , Çaresiz ve çok mahçup bir durumdaydım sanki ilçede ,ilde psikologun olmayışının sorumlusu ben gibiydim kontrolümüzde olmayan bu gelişme hepimizin hayatını alt üst etmişti, mahcubiyetimi gören Yılmaz elini tüm dost sıcaklığı ile omzuma koyup "üzülme sevgili dostum" dedi "üzülme, sorun bizde değil Avrupalılarda, çocukları bu kadar doğa ve hayvan sevgisiyle doldurmayacaklardı ",dedi, ertesi gün ilk uçakla tatillerini yarıda kesip ülkelerine döndüler, havaalanında vedalaşırken birbirimize sarıldık Yılmaz kulağıma "Sakın ola şafakıma bir şey söyleyip ceza verme silerim dostluktan seni o Türk gibi davrandı" dedi. İkimizde gözlerimizdeki yaşları gizlemeden bakıştık......"TÜRK GİBİ" diye tekrarladım. Uçağın nazlı bir güvercin gibi gökyüzüne süzülüşünü seyrederken .kulaklarımda şafağın "BİSMİLLAH ,ALLAHÜEKBER" sesi yankılanıyordu.