Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '14

 
Kategori
Deneme
 

Tren düdükleri

Tren düdükleri
 

"Zarar edildiği gerekçesi ile, bazı demiryollarının işletme dışı bırakılması planlanıyor.” Gazeteler.

Tren  Düdükleri

Orası çocukluğumun bir kısmının ve orta öğrenim yıllarının tamamının geçtiği bir iç Akdeniz kenti idi. Aslında o kent ile tanışmam hemen küçük sayılabilecek bir yaşta, bir gece karanlığında o zamanlar kentin dışında kalan istasyon binasıyla olmuştu. Demiryolu oraya kadar geliyor ve orada sonlanıyoru.Tren, gecenin bir kör karanlığında gelmiş ve orada durmuştu.

Aradan çok uzun yıllar geçtikten ve epeyce uzun bir aradan sonra kenti tekrar görüşümde, büyük bir özlemle ilk gittiğim yerlerden birisi istasyon oldu. Canlandırılacak o kadar çok anı vardı ki!.. Bina öylece duruyordu. Büyük bir parkı andıran bahçesi, okul kaçamaklarında gelip gövdelerine hoyrat bir gençlikle isimlerimizi kazıdığımız şimdi artık yaşlanmış kavakları, geçen zamanı gölgeleyen ulu çınarları, boyaları atmış, kırılmış bankları ve terkedilmişliğin damgasını vurduğu ıssızlığı ile bir kadir bilmez boşvermişliğe isyan eder gibi, sesizliği büyütüyordu. Asıl acı olanı, önündeki küçük alanda bir beton platform üzerine yerleştirilmiş, kente sırtını dönmüş bir buharlı lokomotifin zarar ediliyor gerekçesi ile artık işletilmez olmuş demiryolunun küskün ve kırık ,kaderine sessiz bir tanık olarak öylece bırakılmış olmasıydı.

Zaman geçmiş çocukluğumun emek ve sevgi ile yol alan, hasret taşıyan güzelim trenleri otobüslere, demiryolları karayollarına yenik düşmüştü. Bir zamanlar insanların giyimlerini değiştirip piyasa için indikleri istasyon alanı ve peronlarını dolduran renkli insan kalabalığı, saygılı kampana sesleri kaybolmuş; yerini kentin diğer ucunda çeşitili firma çığırtkanlarının bağırganlıkları, tüten köfte ızgaraları ve lahmacun kokuları arasında oradan oraya koşuşturan kalabalığın, bir arabesk kakofoniyi resimlediği bir otogara bırakmıştı.

O zamanların kentlerinde bir cumhuriyet caddesi mutlaka olurdu. Bir de, eğer tren geçiyorsa mutlaka bir istasyon caddesi. Orada da istasyon caddesi kentin en güzel caddesi idi. Trenin gelme saati yakınsa, hele baharsa ya da güzel bir yaz günü ise bir hareketlilik başlardı caddede. Kentin sosyal yaşamında ayrı bir yeri, ayrı bir rengi vardı. Bir insan kalabalığı iki taraflı, genci, yaşlısı, kadınlı erkekli istasyona akardı. Genç kızlar ve delikanlılar arasında ilk ürkek, kaçamak karşılıklı bakışmaların atıldığı yerdi orası. Şimdilerde uzaklarda giderek işitilmez olan bir tren düdüğü gibi asılı kaldı anılarda.

Benim kuşağımdaki insanların trenlerle, buharlı lokomotiflerle, hele hele hüzüne ayarlı tren düdükleri ile bir yakınlığı kesinlikle vardır. O zamanlarda yaşam bir yerde kesin olarak bir yolculuk olsun, bir ayrılık, ya da kavuşma bir yerlerde trenler ve tren gürültüleriyle kesişirdi. Geçen yıllar hafiften kömür kokulu bir lokomotif dumanı gibi dağıldı gitti havada. Sonraki yıllar genelde demiryolu kentlerinde geçti yaşamım. İlk zamanlar kentin kenar semtlerini kucaklayarak geçen demiryoluna yakın evlerdeki insanlar, geçen trenin düdüğünden makinistini tanırlardı. Yolculuklar gerçi biraz uzun sürerdi sürmesine ama, yolculuk yaptığınız kişileri, geçtiğiniz yerleri, kentleri, yol kıyısı köyleri ve kavruk Anadolu renklerini tanırdınız. Bir buharlı lokomotifin çektiği katar geniş kavisli bir yay çekerek süzülürken, en önde iki tarafı açık lokomotifin meşin kasketli, elleri yağdan kararmış makinistini; gömlek yakaları açık, boynunda rengi isten kararmış mendil bağlı ateşin karşısında kömür atmaktan ter içinde kalmş kaytan bıyıklı ateşçisini, babacan tren şefini bilir, sanki onları tanırdınız. Gecenin bir saati uykulu bir kentin, ya da yalnızlığa sırt dayamış bir kasabanın yanından geçerken, İnönü şehitliğini arkada bırakırken, ya da zorlu bir rampayı aşıp  keyifle hızlanarak bir düzlükte süzülürken, ardı ardına asılan yanık tren düdüklerinin ne anlama geldiğini elbette bilirdiniz.

Ülkenin hemen büyük bir bölümünü çocukluk yıllarımda, sonra öğrenim yıllarında ve mesleğimin ilk yıllarında demiryolları ile geçerek görmek mutluluğuna eriştim. Bir zamanlar iki kent arasıdaki bütün istasyon isimlerini ezbere bilirdim. Bir köy yakınından geçiyorsa eğer tren ve yavaşlamışsa, iki taraflı gazete, gazete diye bağırarak koşan çocukları; uzak bir dağ istasyonunda gar şefi lojmanının tığ işlemeli perdelerini aralıyarak büyük şehire giden treni özlemle seyreden istasyon şefinin genç karısının hüzünlü uzak bakışlarını, Alayunt istasyonunun gecenin bir saati aktarma yapmak için beklenen uykulu katarını, Yunus Emre’nin çöp şiş, İnönü’nün gazoz, Sapanca’nın elma, İzmit’in pişmaniye, Yarımca’nın kiraz satıcılarını bileniniz var mı? Bileniniz var mı, bir yaz gününün çatlak bir sarı sıcağında tek ağaçlı bir bozkır istasyonunun su deposundan ikmal yaparken, kızgın metal kokularına karışan isli lokomotif kokusunun, bir yürek atışı gibi sesler çıkaran motor gürültüsüne karıştığını? Ya da Afyon istasyonunda gecenin bir saatinde ülkenin dört bir yanından gelip, dört bir yanına gidecek katarların yeniden düzenlenmesi için vagonunuzun bir hattan alınıp, bir başka hatta götürülüşü ve bu arada çıkan tok tampon seslerini? Basmane, Alsancak, Çetinkaya, Erzincan,

Eğirdir, Karakuyu istasyonlarından, Eskişehir garının salep kokulu uykusuz sabahlarından, haberiniz var mı?  Bandırma istasyonunun ters manevralı giriş çıkşını, Kurtuluş’un istasyonlarını, Biçer’i, Malıköy’ü bileniniz var mı? Bayramlarda caddeleri süsleyen “imtiyazsız sınıfsız bir milletiz” pankartlarını yalanlarcasına, bir zamanlar vagonların en ortasında kırmızı deri kaplı dört kişilik, yan taraflarında yeşil deri kaplı altı kişilik, en uçlarda tekerlek üzerlerinde tahta oturmalıklı sekiz kişilik kompartmanların olduğunu, oysa “demiryolları insanları bir arada tutmak ve denetlemek için bir komünist tercihidir” diyen bir başbakanımız olduğunu hatırlıyor musunuz?

Şimdilerde bulunduğumuz kent bir zamanlar içinden, asırlık çınar ağaçları arasında tren geçen bir kentti. Artık demiryolu kentin dışına alındı. Artık gecenin bir saati içinizde eski bir ayrılığa akortlu tren düdükleri, uykunuzu bölen bir yük katarının ritmik gürültülü sarsıntıları duyulmuyor. İnsanlar birbiri peşi sıra bir trafik yoğunluğunun karmaşasında “denetimden” ve sevgiden, paylaşımdan uzak, adını kazanmak koydukları bir hırsın peşinden koşuyorlar. Demiryollarında teknolojinin yapay görünümlü, otomatize, soğuk,elektrikli, mazotlu lokomotiflerin çektiği sanki bir şeyleri eksilmiş trenleri gelip gidiyor. Eskinin “kara treni” yok artık. Onun ocağını söndürdüler, sesini kıstılar, tren düdükleri işitilmez oldu. Gecelerin uyku yüklü, sabahların hasret taşıyarak koşuşturan, geçtiği yerlerin tüm renklerini taşıyarak akıp giden alçak gönüllü trenleri yok artık.Yaşamımızda sevgi eksildi,hüzüne ayarlı tren düdükleri duyulmuyor. Hüzün, demiryolunun hemen kıyısında emekli demiryolcu kahvehanesinde, yaşlı, elleri nasırlı bir buharlı lokomotifin emekli makinistinin gözlerine asıldı kaldı…

Akın YAZICI

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..