Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '09

 
Kategori
Anılar
 

TRT-Türk belgeseli izlerken..

Son zamanlarda TRT-Türk'e takılmış durumdayım. Çok başarılı, ilginç belgeseller yayınlanıyor. Bunlardan birinde; eğitim veya iş koşullarının elverişsiz olması nedeniyle, zamanında Türkiye'den göç etmiş, orada büyük başarı göstermiş, halen orada yaşayan Türk işadamları ve bilim insanları tanıtılıyor. Onların masal gibi ama gerçek hayat hikayeleri, beni büyülüyor. Mutlaka biraz maceracı ruhlu ve çok akıllı olması gereken bu insanları izlerken, beni en çok şaşırtan ise, onların dışarıya uyum yetenekleri.. Tamam bir amaçları varmış, zorunlu veye gönüllü olarak bir hedefin peşinden gitmişler ama bu uyumu nasıl başarmışlar? Ben bunu, onların genç yaşta oralara gitmiş olmalarına bağlıyorum. Belli bir yaştan sonra, sosyal ilişkiler- alışkanlıklar kemikleştikten sonra, duygusal bağlar fazlasıyla güçlü ve önemli hale geldikten sonra, başka bir ülkede yaşama kararı almak, göç etmek, bana imkansız geliyor. Bunun tek-tük örnekleri varsa da, çok özel nedenleri olsa gerek. Veya geride hiçbir bağı kalmamış insanlar, bunu başarabilir belki.. Hiçbir bağ olmasa da, türkçe konuşup işitmeden nasıl yaşanır ki..

Mesela ben.. Hayatımda bir kez yurtdışına çıktım. Bundan 17 sene önce, bir lazer operasyonu için, Amerika'daki abimin yanına gittim (abim de o Türklerden biridir, onun da ayrı bir hikayesi vardır gerçi). Kopenhag aktarmalı gittiğimiz Amerika'da, kızımla beraber 2, 5 ay kaldık. Abimin eşi yabancıydı fakat daha önceden tanışıyorduk. Bizi davet eden de oydu zaten, beni iyi bir şekilde karşıladı, yarım ingilizcemle bana katlandı. Ben de altta kalmadım, iki küçük yeğenimle beraber, altı kişi yaşadığımız abimlerin evinde, ev işlerine, çocukların bakımına yardımcı oldum. Şikago'daydık, abimler çevredeki ilginç yerlere götürdüler bizi, dünya mutfaklarını tanıtmak için lokantalarda yemekler yedirdiler, parklar, hayvanat bahçeleri, müzeler, gezmediğimiz yer kalmadı. Üstelik her akşam, abimle türkçe konuşma imkanım vardı, çocuklarımdan biri yanımdaydı, her zaman meşgul olacak işlerim vardı... Bütün bunlara rağmen orada sıla hasretine tutuldum, depresyona girdim.

Ne gezmeler, ne yemekler, ne muhabbet bir tat vermiyordu. Bütün istediğim, çocuğumun lazer operasyonunun sonuçlanması( estetikle ilgili basit bir işlemdi) ve bir an önce Türkiye'ye dönmekti. Nihayet dönüş vakti yaklaşırken, sanki hiç dönemeyecekmiş gibi panik içindeydim. Dönüşte Kopenhag'da Ekim sonunun puslu havası karşıladı bizi, içim tümden karardı. Birkaç saat havaalanında beklememiz gerekiyordu, bekledik. İstanbul'a gitmek üzere bindiğimiz uçakta, zamanın hızlı-daha hızlı geçmesini istiyordum. Ara ara pencereden bakıyor, kendimi oyalamaya çalışıyordum. Tabii 6-7 yaşındaki kızım hiç bir şeyin farkında olmadan, yorgun, uyuyakalmıştı. Kendi içime gömülmüş bir halde, hüzünle tekrar pencereden baktığımda gördüğüm manzara, içimdeki bütün duyguların gözyaşlarıyla dökülmesine neden olacak kadar güzeldi. İstanbul ve Boğaz'a, mavinin her tonundaki denize, güneşin parlak ışıkları vurmuştu. Güzellik başdöndürücüydü, sıcacık kollarıyla ülkem beni bekliyordu. Artık yavaş da olsa iyileşeceğimi hissediyordum. Havaalanına indiğimizde, servis gecikti, havanın sıcaklığı, çalışanları ağırlaştırmış gibiydi. Hava sigara kokuyordu, her yerde tozlu ve bakımsız bir hal vardı. Farkında ama mutluydum. Yay gibi gerilmiş sinirlerimin, mutlulukla gevşemiş olduğunu hissediyordum. Bana "Hoşgeldiniz!"dediler! Herkes türkçe konuşuyordu! Zaten abimin vedalaşırken söylediği söz, hala kulaklarımdaydı:"Şimdi sen gideceksin, herkes türkçe konuşacak..". O gün, daha havaalanından ayrılmadan, mecbur kalmadıkça, memleketimden başka hiç bir yerde yaşayamayacağımı anladım.

Anladım ama bu yanım, uyumu başaran, bizi dışarıda temsil eden üstün insanlara hayran olmama engel değil...

 
Toplam blog
: 33
: 3988
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

İyi bir okurum. ..