Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '11

 
Kategori
Kültürler
 

Tsunami Japonlara, Japonlar dünyaya ders verdi

Japon çocuğu "-Yoğurt yiyebilir miyim anne?.." diye sordu !.. 

Muhterem okurlarım, Aşağıda okuyacağınız Martin Fackler'e aityazıyı, bir dostum e-posta olarak bana yollamış. Yazıyı ibretle okudum. Yazıyı okumasam da, öyle müthiş ve muazzam bir felâketten sonra, Japonya’da neler olduğunu ve daha neler olabileceğini, tahmin etmek bile, ilk andan bilitibar kanımı dondurmaya yetmişti, zaten!. Sizin de aşağıda okuyacağınız bu yazı, benim tahminlerimin de, gerçekten oluşan YüzBin’lerce olayın da tabiî daha altında bir dramı resmediyor. Kim bilir daha ne inanılmaz acılar çekildi, çekilmekte ve çekilecek de! Ancak okuyacağınız bu yazı, çok önemli bir meseleyi de ortaya koyuyor. Ve fakat yazarın sandığından da öte, Japon milletinin bir kısmının Budist inancına ait olan, gaman felsefesini dahî ziyadesi ile aşan bir meseleyi, ahlâk ve fazilet meselesini de ortaya koyuyor. Önce yazıyı bu ecnebî kalemden okuyalım. Sonra üzerinde fikir beyan edelim. 

***

Sekio Taira ve ailesi, tsunamiden haftalar sonra, amansız bir günlük yaşam savaşının içine girdiler. Her sabah oğul, ocakta yakmak için etraftan çalı çırpı toplayıp getirirken, ana kız, civardaki bataklıktan su taşıyorlardı. Minik torun, kasaba yönetiminden gelen günde bir öğün yemeği bekliyordu. Bu öğün genelde, bir parça ekmek, bir ton balığı konservesi ve haşlanmış makarnadan oluşuyordu. O gün, 4 yaşındaki torun, beklenmedik bir sürprizle karşılaştı. Gelen yemek paketinin içinde, üç kutu da yoğurt vardı. Dalgaların kasabalarını vurmasından bu yana ilk defa yoğurt görüyordu, yavrucak..

"Anne" diye seslendi.. "Yoğurt da yiyebilir miyim anne?.."
Taria'nın büyük kızıydı, annesi Satomi..
"Yoğurdu da bugün yersen, yarın yiyecek bir şey bulamayabilirsin" dedi, Satomi..

Deprem ve tsunamiden sonra, devletin sığınma yerlerinde yaşayan 250 bin Japon'dan farklıydı, Tairalar.. Evleri çökmemişti. Orada kalabiliyorlardı, ama en ufak artçı depremde tavandan dökülen parçalara dikkat etmeleri lazımdı.. Bu evlerde elektrik yoktu. Su yoktu.. Çoğunda yol da yoktu artık. Ama bir Japon inanç sistemi Gaman vardı.. Onları toplum olarak bir arada tutan, en büyük felaketlerde bile, sarılarak ayakta kalmalarını sağlayan, Budist kökenli, sabır, tahammül, dayanma gücü ve bir arada olma ruhunu yaratan felsefe.. Gaman!..

"Günde bir öğün yiyecek bulabildikleri için hem de nasıl sevinen ötekileri gördüğüm zaman, halimden şikayet edemiyorum" dedi, 54 yaşındaki Taira, yüzündeki gülümsemeyle.. "Japonya'nın bu bölgesinde, bizler, çok dayanıklıyızdır." Japonya'nın o bölgesi, fakirlik sınırının başladığı yer. Gelirleri ancak günlük yaşamı karşıladığı için birikimleri yok. Olanı da dalgalar götürmüş. Zaten paraları olsa da alacak yer yok. Çünkü dükkan da kalmamış etrafta.

"Bunların başımıza gelebileceğine inanamıyorum" diyor, depremden önce, bir fabrikada ayda 2 bin lira civarında getiren bir işe sahip olan Taira.. Tsunamiden bir kaç gün sonra, evlerinin önünde sellerin getirdiği bir kazan bulmuşlar, 17 yaşındaki küçük kızı ile sağa sola bakıp, işe yarar bir şeyler ararken.. Şimdi içinde su kaynattıkları bu kazanı sokaktan alırken çok utanmış Taira. "Bunu evime götürmek yağmacılık sayılır mı diye çok düşündüm. Ama hayatta kalmak için bu kazana çok ihtiyacımız vardı." Büyük oğlu 28 yaşındaki balıkçı oğlu Akimoto, "Al anne" demiş, gülerek.. "Bu yağma değil, yeniden kullanmadır.."

Taira, 11 Mart'ta dev dalgaların 1400 nüfuslu kasabalarını nasıl yok ettiğini iyi hatırlıyor. Hemen dağlara kaçmışlar. Bir kaç gün sonra, harap evlerine dönmüşler, evleri yıkılan çocukları ve onların ailelerini de toplayarak. Taira, depremden bir gün önce haftalık alışverişi yaptığı için, mutfakta her nasılsa kalanlarla birkaç gün idare etmişler. Bitince, yerel yönetimden yardım isteme gündeme gelmiş. Aile "Evimiz var, hepimiz sağlamız. Yardım isteme hakkımız yok" diye karşı çıkmış. Sağlamlar ama, çalışıp kazanacak yer yok. Radyodan, devletin yemek yardımlarını duyunca, sonunda baş vurma kararı alınmış. Yönetimden "Günde bir öğün bırakırız" cevabı gelmiş.. Aile o bir öğünle yaşıyor, ama bir yandan da, yardımın gelemeyeceği günleri hesap edip, o tek öğünden de birazını daha kötü günler için ayırıyor. Ailenin sellerin etrafta bıraktıkları arasında işe yarar şeyler aramak dışındaki vakti, evde, soğukla savaşarak geçiyor. Sorduğunuzda, neyi beklediklerini bilmediklerini de görüyorsunuz. İşler düzelecek mi?. Gene fakir, ama bugüne göre çok daha iyi yaşadıkları günlere geri dönebileceklerinin en küçük bir işareti var mı? Taira "Bahar gelince kırlara çıkacağız ve pişirmek için taze otlar, kökler toplayacağız" diyor, iştahla.. "Deprem ve sellerden beri ağzıma sebze koymadım. Yaşlı komşular, kırlarda çok lezzetli şeyler bulup pişirebileceğimizi söylediler bize.."

*
Okuduklarınızı, İnternational Herald Tribune'den çevirdim. Bir kaç sebeple.. Bir defa içinde bir yaşam felsefesi var. Sahip olduğunuz her şeyi bir anda kaybedebilirsiniz. Onları çalışarak yeniden yerine koymak umudunuzu da.. İş yerleriniz de bitmiştir çünkü.. O zaman ne yaparsınız, düşünmeniz için.. Bunları yaşayanlar var. Onları düşünüp, kendi yaşamınızdan ne derece şikayet etme hakkınız olduğuna bakmanız için.. Japonya'nın tarih boyu yaşadığı felaketlere rağmen, nasıl ayakta kaldığını, nasıl kısa zamanda en büyük yenilgileri, en dev zaferlere dönüştürdüğünü anlamanız için.. Gaman'ı anlamanız için.. Ve de nihayet "Röportaj" dediğim, bugün artık unutulmuş, yazı türünün bir gerçek örneğini size sunmak için.. Martin Fackler'inyazısı bir gerçek röportaj işte.. Gidilmiş, görülmüş, yaşanmış, konuşulmuş ve yazılmış. İnternet ve telefon üzerinden "Soru/ cevap" kolaylığı değil, gerçek gazetecilik, gerçek yazı hüneri var.

*** 

İkinci Dünya harbinde, her şehri taş taş üzerinde kalmamış bir halde bulunan, sefalet ve yıkım yetmezmiş gibi, her gün ve gece halâ tonlarca bomba yağmakta olan Almanya’da vazifeten bulunan, askerî ataşemizden dinlemiştim. Kendisi bu fecî şartlar tahtında, Alman devletin mahallelerde kurduğu, yumurta dağıtım kuyruğuna giriyor, bir gün. Önündeki Alman yumurta dağıtım memuruna “- Geçen haftaki yumurta istihkakımdan ancak Dördünü kullandım. Bana Üç yumurta verin.” diyor. Bizim ataşe ise, tek yumurta kullanmamış, Yedi yumurtası da duruyor ama Türk aklı ile yumurta almak için kuyruğa girmiş. Bu konuşmayı duyunca, hem ne yapacağını şaşırıyor. Hem de çok utanıyor. Sıra kendisine gelince, bir adres sorup, tarif alıp, yumurtanın lâfını dahî etmeden uzaklaşıyor. Ahlâk ve fazilet: Her kim ne derse desin: Katiyen din, mezhep, tarikat, inanç, ya da gaman felsefesinin işi değildir. Ahlâk her şeyden önce, yöre, ırk, kavim, kan, sûlp ve süt işidir. Asıl mesele: Her şahsın “Niyetini bozmama” kültürünü, içine sindirmiş olması meselesidir. Herhangi bir şahıs, en muzdar durumda dahî, ister kazanı, ister yumurtayı alıp almama muhasebesini ahlâkî bir dirayet ile yapıyor, yaptığı bu muhasebe neticesine göre, kazanı alıyor ama yumurtayı bırakıyor ise; ya da tüm insanlar ve insanlık için, bugünden yarınları düşünebiliyor, kendi aleyhine olsa dahî, doğru kararları doğru yer zaman ve olay karşısında alabiliyorsa; o kişi veya bu tür kişilerden oluşan toplumlar için, artık bir sorun kalmamış demektir. Çünkü Onlar faziletli ve ahlâklıdırlar. 

Japon’ların resmî bir dini yoktur. Olmamasına en başta sebep olanlar arasında, maalesef Türk din yetkilileri de vardır. Japon’lar resmî/millî din tercihleri için Dört kitap ehli olan, tefriksiz her din mercii ile temasa geçtiklerinde: O tür akıl almaz bilgilerle, sanki Allah-ü azim-üş şân'ın nizam ve ahkâmını, adeta inkâr edercesine anlatılan, şart koşulan ve esasen din ahlâkı ve din fazileti dışında kalan, mantık ve havsala dışı anlatımlarla karşılaşmışlar ve o denli şaşırmışlardır ki; bu sebeple Onlar, millet fertlerini din seçiminde serbest bırakmayı, ancak ahlâk ve fazilet tercihinde, başka seçeneği olmayan ciddi bir Japon ahkâmı ile terbiye etmeyi tercih etmişlerdir. Dünya’nın her seferinde, her zaferine hayran kaldığı “Japon mucizesi” işte bu ahlâk ve fazilet sayesinde temayüz etmiştir. Ve yine kendisini bu ağır çöküntü karşısında da ispat edecek ve tüm Japon milletini çok süratle, eskisinden daha dinç ayağa dikecek olan da, işte bu fazilet ve ahlâktır. Bu arada ismim gibi bildiğim bir diğer gerçek de vardır ki; hiçbir Japon Dokuz kuvvetindeki zelzeleye dayanıp da, tsunamiye yenilmiş olmayı kabul edememiş olmakla, çoktan bu belâya karşı da alınacak olan zecrî tedbirlerin mutlak projelerini de gerçekleştirmeye başlamıştır bile... 

Pekiyi, Japon faciasında, neredeyse hiç rastlanılmayan, esef verici polisiye bir olaya karşılık, Erzurum Erzincan ve Gölcük depremi gibi büyük depremlerde neler oldu? Aranızda ilk ikisini hatırlayanların sayısı oldukça azdır. Ancak, enkaz altındaki canlı kadınları çocukları ve yaşlı insanları kurtarabileceği yerde, Onların kolundaki bilezikleri çalmak için, elini bilekten kesenler bile olmuştu. Gölcük depreminde de akla hayale gelmedik su-i istimâller yaşandı. Hatta işe organ mafyası dahî karıştı. Bu yüz karası satırları uzatmak istemiyorum. Çünkü Türk’lüğümden utanıyorum. Ancak, bütün dil, din ve ahlâk kurumlarına ve özellikle Türk maarifine ciddi ve millî bir derdimi anlatmak istiyorum ki; yeni nesillere din dersinden de, tüm derslerden de önce, bu milletin payidar olabilmesi için, milletin her ferdine tek tek, ahlâk ve fazilet dersi verilmelidir... 

Haydar Volkan  

Çiftehavızlar: 07.04.2011 

 

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..