Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Tuhaf bir iç konuşma

Tuhaf bir iç konuşma
 

“Hayatla mücadele savaşı” ve “hayatı anlamlandırma savaşı” -olumsuz anlamda- ne kadar da iç içe girmiş! Hayat mücadelesi veya yaşama savaşı veren insanlar, bir usûl ile sürgit hayatların anlamlandırılmasının (veya değerli kılınmasının) gerektiğini yazık ki unutuyorlar ve “<ı>yaşama savaşlarının bir parçası sanıyorlar anlamlandırmayı”. Anlamsız hayatları kadar, anlamadıkları bir hayatı da yaşıyorlar, bu hakikaten çok tuhaf! Hayatlarını anlamlı kıldığını sanmalarına yol açan uğraşları, “ben de varım” demenin bir yöntemi haline dönüşüyor aslında... Kendilerini kabul ettirme gayretleri, süresi belirsiz hayatlarını bir tümör gibi kaplıyor da onlar bunu “insan olmak” uğruna verdikleri kutlu bir mücadele sanıyorlar. Ne kadar ipe sapa gelmez olsalar da, fikir veya görüşleri kabul gördüğünde (veya görmese de kabul ettirildiğinde), hem hayatlarını anlamlandırdıklarını hem de bunun hayatı başarmak anlamına da gelmiş olduğunu farz ediyorlar. Tabi ki bununla mutlu olmuyorlar gerçekte. Ama öyle sanıyorlar ya, sırf kendilerini en azından, bununla kandırabiliyorlar ya, olsun! Olsun da, sonrası yine keder, gam ve boşluk… Koskocaman bir boşluk! İçinde nice esintilerin kasırgaya dönüştüğü…

Didinmek değil de didişmek! Huzur değil de hırs renkli bir iğrenç zevk! Hiçbir şey başarmamış olduğunu kendinden bile gizleyerek, kahraman edasıyla arz-ı endam edebilmek… Sevgiye yabancı, saygıyı yalakalıkta alıkoyan, kendiyle dertleşmeyi aklına bile getirmeyen, bilakis bundan çok büyük bir çabayla kaçan insanlar…

Ve diğerleri… Diğerleri ki, onların hayatları, bu berikilerin arasından sıyrılmakla, onların zararlı ve rastgele tavırlarından korunmaya çalışmak yüzünden, anlam hazinesinden verilen kayıpların gölgesinde… Diğerleri ki, serap denizinde susuzlukları artan berikilere, bunu bile anlatamamanın ızdırabını, onlar adına yaşamakta…

Hayatta dert, tasa, sorun bitmiyor. Şunu yaparsanız başka: Her şeyi önem sırasına sokmak, önemlileri de önceliklendirmek. Eğer önemli saydıklarınız, sadece kendinizi takdim boyutunda ise, kendinizi kabul ettirme odaklı ise, takdir edilen bir değeri bulunmayan varlığınızın pohpohlanmasıysa derdiniz, ortaya eser denebilecek bir ürün koyamadığınız halde saygı istiyorsanız ahmak ahmak, siz o berikilerdensiniz. Ama eğer, “<ı>kişilerin, saygınlığı kendilerinin kazanması gerektiğini” biliyorsanız, bunun için eserler ortaya koymak lazım geldiğini, saygının; sayıyla, nicelikle, makamla, unvanla veya parayla ilgili bir şey olmadığını kavramış iseniz, sizin etrafınızdakiler sırf siz yüzünden saygı duyuyorlarsa size, kıyafetleriniz değiştiği halde nitelikleriniz değişmiyorsa ve o nitelikler yüzünden siz yine aranan kişiyseniz ve yaptıklarınız gerçekte yapılması gereken şeylerse, siz o diğerlerindensiniz. O zaman berikilere hazır olun fakat asla onlara takılmayın. Doğru bellediğiniz yolda yürüyün, ama doğru yöntem ve yol arkadaşlarıyla. Berikileri ikna etmeye çalışarak zaman ve enerji kaybetmemelisiniz, ama onları yok sayarsanız, bu, yolunuzdan geri bırakan öngörülemez sonuçlara da yol açabilir. Yani siz, yolunuzda giderken, berikileri etkisiz kılacak önlemleri de almak zorundasınız.

Bir gün, insanlar, kendileriyle dertleşmeyi huy edinir ve bunu yaparken huzur denen duyguyu tatmaya başlarsa, beriki ve diğeri kalmamış, biz olmuşuzdur. Buna kısaca millet de diyebiliriz. Dil, kültür, tarih, coğrafya, kader ve hissediş birliğiyle bir millet dirilmiştir. Yoksa, bir elinin yaptığını diğerinin yıktığı, beyni ile kalbinin küs olduğu, başka başka el, ayak, beyin ve yüreklerin her nasıl uygun görüyorlarsa o şekilde devreye girip zevk yaptıkları ve hissedişini yönettikleri kalabalıklar olmaya devam ederiz.

Kahramanlık, bir kalabalığı tekrar millet haline getirecek bu çok zor savaşa beyin, kalp ve bilek ile girişme halidir. Ancak bu şekilde yaşam mücadelesi, hayatı anlamlandırma savaşıyla bir ve beraber olur. Önce kendi bileğini bükeceksin! Sözüm kendime, başka kimseye değil, ey kendim, şöyle loş ve sessiz bir köşeye çekilip de ölümünü hayal et ne olur! Yapamıyor musun? Yapmayı hayal bile mi edemiyorsun? Kendini inkâr edişinle içten içe çürümeye devam etmeye kararlısın, öyle mi? Kendi içindekine bile sahte bir görüntü iken sen, eğri büğrü halinle neyi düzeltmeye soyundun ki? Sen var ya, kendi abukluklarını düzgün göstermeye çalışarak ve bu saçmalık için saygı ve takdir bekleyerek, bütün bir hayatını mahvetmektesin. Kendi sorumluluğunu bile taşıyamazken, bunu her aklına getirdiğinde büyük bir gayretle örtüp unuturken, bir de başkalarının sorumluluğuna mı talip oluyorsun? Sen, gerçekten ahmaksın. Hiçbir şey bilmiyorsun ama ışıklar saçan bir elbiseyle dolaşıp duruyorsun. Ya geceleri, çıkarıyor musun elbiseni yatarken? Söylesene, karanlıkta uyuyabiliyor musun?

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..