Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tüket, tüket... borçlan!

Tüket, tüket... borçlan!
 

İnt.den alıntıdır.


İnsanlar soruyorlar…
Değerli arkadaşım Yurdagül Alkan da seslenmiş son yazısında “İnsanlar neden çok borçlu?” diye.

Aslında nedeni belli.

En temel yanlış, insanlar asalak oldular artık.
Müthiş bir tüketim çılgınlığı, sarhoşluğu ve aymazlığı içindeler.
Zarar-yarar sorgulanmaz oldu.
Bir sanrılar dünyasında, bir hayal-masal-rüya sanallığında, uykudalar.
Ve  tam da rüyadaki gibi işte müthiş de bir hızla sürekli bir hareket ve konum değişikliği ile seri ve keskin,  bir orada bir burada,  ordan oraya zıplamakta, sıçramakta, savrulmaktalar.

Üretim tüketim dengesi  darmadağın.
Gelir giderin ise bırakın dengesini  - ölçüsünü, ölçünün kendisi bile, ayar, had, sınır falan hepten yerle yeksan.

Eskiden insanlar kanaatkârdı, paylaşımcıydı, toplumsaldı… mahalle, köy, komşu imecesi vardı.
Yaşam standartları daha aşağıda ise bile, bir yardımlaşma, güven vardı, iyilik, sevecenlik vardı insanlar arasında; daha  bir herkes herkesin insanı gibiydi. Birbirlerine destektiler, kollayıcı, kolaylaştırıcı, koruyucuydular.

Yaşam standartları, teknoloji, medeniyet, şu bu geliştikçe, arttıkça,  insanlar da mekanikleştiler, maddileştiler. İnsan doğasına  ve gelişmeyle tam ters orantılı bir şekilde de insanlar eski güzel ve doğru özelliklerini, alışkanlıklarını, duygularını, akıllarını yitirdiler. Kişiselleştiler, ruhsuzlaştılar, bir şımarıklık, tamahkârlık oluştu.
Gerçeklikle tümüyle aykırı bir şekilde sanal bir salt kendine haslık, kendine müslimlik... birbirlerine ve birbirleriyle değil de, kendine güvenirlik, kendi başınalık, sırf kendi önemliymiş gibi bir ben merkezcilik, kendini bir şey bilirlik, sanırlık halleri oluştu.

E tabii ki bu sahtelik, yanılgılar ve zanlarla da  “gerçek” tümüyle tezat oluşturduğu için, kendi kendine ve de hiçbir şeyin de insana bir “yetememezliği” de oluştu. Bir doyumsuzluk duygusu.

Bu yetememezlik ve yetinememezlik  ile de insanlar haliyle, şu dünyayı bir pasta olarak düşünürsek mesela, bu pastaya sürekli saldırıp ama hep bana-tek bana dercesine hep kendilerine yine o pastadan devamlı bir pay koparmaya çalışır oldu.  Doyumsuzluklarını, ancak böyle doyurabileceklerini sanma hali, tam bir asalaklık durumu işte, tıpkı kımıl zararlıları gibi…  Aç gözlü ve doyumsuz, bir şeylere üşüşüp, yağmalıyorlar habire… sadece tüketir oldular… çılgın gibi.

Ve sadece o pastayı, dünyayı, doğayı değil, birbirlerini de… Hatta asıl, kendilerini tüketmekteler zaten!

Kayda değer bir üretim, katkı, fayda neredeyse sıfır.
Üretim ve kaynak sınırlı, tüketim had safhada.
Hatta sırf tüketim var aslında!
Zira üretimler bile zaten yine tüketime endeksli.
Faydalar bile salt kendine dönük, çıkarcı.
Ve de en kötüsü, bir kısır döngüdür de bu üstelik.
Tüket, tüket , nereye kadar?

İnsanlar değerlerini yitirdiler… değerleri yitirerek, değerleri harcaya harcaya, tükete tükete değerliliklerini yitirdiler.
Ama hal böyleyken, bu  ruhsal, bilinçsel ve değersel açlıklarını, maddesel, metasal şeylerle ve de tüketerek ödünledikleri, doyurdukları yanılgısına düşmekteler.

İnsanî değerlere kavuşmalıdır insan yeniden. İnsanı insan kılan değerlere..!


****


Anlık yaşıyor insanlar, anı kurtarmaya bakıyor.
Anlık geçici sevinçlerle, sahte tatminlerle günü kurtarma peşinde.
 “Kurtarma”? Yok, hayır… günü de tüketme peşinde!

Oysa “an”ı yaşamakla, anlık yaşamak da çok farklı şeyler.
Herşeyi olduğu gibi, bunu da karıştırıyorlar birbirine.

Aslında sadece diyecektim ki, yeter ki hak borcu olmasın insanların.
Ama hak borcu diyince, bunlar giriyor işte devreye de.

Hak borçları var, Hakk’a borçları var, “gerçeğe” borçları var…
Birbirlerine-dünyaya-doğaya borçlarından da öte, asıl kendilerine önce, doğruluk gibi, dürüstlük gibi daha bir sürü   “değer”  borçları var insanların.
Kendilerine “erdem” borçları var, kendilerini insan kılma, kendilerine “insan olma” borcu var insanların.
Bu borcu ödemeyince de, haliyle  bedelini ödüyor işte  insanlık da böylece!

Evet, bütün insanlar, “insanlık” ödüyor bu borcu… Sadece bu sanrıya düşenler, tüketenler değil, sen-ben-o, “biz”… hepimiz, hep birlikte ödüyoruz bunun bedelini.

Yani, sanmayın ki her koyun sadece kendi bacağından asılır…
Yanlıştır ya da eksiktir bu söz.
Keşke öyle olaydı  gerçekten.  O zaman zaten “bize ne” der geçerdik…
Birileri yapmaktaysa birtakım yanlışlar, tüketmekteyseler hep birşeyleri, ödesinler bedelini de madem, çeksinler vebalini de, öyle değil mi?
O zaman “bana ne” demekte belki haklı olurduk.
Ama işin aslı öyle değil işte maalesef… Başkalarının yaptığı yanlışlar, başkalarının başkalarına, başka şeylere verdiği zararlar, o an için zararı veren de gören de, tüketen de tüketilen de biz olmasak bile, biz herhangi bir yanlış yapmamış olsak bile bizi de katar önüne sürükler, bize  de vebal  ödetir ne yazık…

Neden biliyor musunuz?
Niye engellemedik, neden uyarmadık, neden itiraz edip yanlışa karşı çıkmadık diye. Ve  hep birlikte!
Yanlışları kınayarak, yanlışlara karşı uyaranları, yanlışı önlemeye çalışanları da desteklemedik diye!
Çünkü o da bir yanlıştır…  ve yanlış da mutlaka bedelini ödetir işte.
İnsanlar olarak borçluyuz, evet…  Borçludur insanlar;
Doğruyu borçluyuz dünyaya, doğaya, hayata… birbirimize, kendimize.

Bu hep hatırlansın dilerim…
Sevgilerimle…




Filiz Alev
06.02.”12

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..