Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Tüketim lazım bize gerisi bahane

Tüketim lazım bize gerisi bahane
 

Ha bir de şov lazım nasıl tüketirizi göstermek bakımından.

Kimisi hava atmak da diyor buna.
Ama en önemlisi tüketim. Önce tüket sonra üret.

Bizim oralarda da öyle, okyanusun arka tarafında da öyle.
Reklam bombardımanı içindeyiz.
Hatta ben bile uydum bu kurala sayfamda ana sayfanın ilk üç yazısının altına reklam yeri yerleştirdim.
Google sağolsun o artık kendi kafasına göre reklamları diziyor.
Ama orada durması ile olmuyor. Tıklamak lazım! Bilmem anlatabiliyor muyum?

Hayatın başka kısımlarında da var bu reklam işleri.
Bakmakla, seyretmekle olmuyor.
Almak lazım.

Çünkü tüm bunların sonunda istediğiniz kadar humanist olun.
Hayvansever olun.
Hatta ne olursanız olun...hep bir "şey" lazım yaşamak için.
Evet bildiniz.
Hayat denklemimizin tek değişmezi "Para"...
Para lazım.
Her şey onun etrafında dönüyor.
Doğal olarak tüketmek gerekiyor.

İlişkilerimizde de bu aynen devam ediyor. Mesela sosyal paylaşım ağımız, güzide oyun bahçemiz, kıraathanemiz...Facebook.
Hakikaten zaman ilerledikçe Facebook daha da gelişti.
Elbette açılan sayfaların yanındaki reklamlar artarken, biz de bir şeyleri daha da fazla paylaşır olduk. Bu paylaşım durumu bana çoğu zaman tüketim yarışı gibi gelmekte.
Tıpkı yazlık siteye bu sene de yeni arabasıyla gelen yazlıkçı tadında gibiyiz.
"Bakın geçen seneki arabam bu değil. Sattım ben onu. Yenisi bu. Şöyle şuraya göz önüne de park edeyim...gözünüze de sokmuş olurum bahane ile...hah hah hah!"
Tüketim merkezlerimizden biri olan Facebook’ta da bence durum buna çok benzer.

Durun durun bakın şimdi nerdeyim? Tatilden dönüyorum! Yoldayım da hah hah! Mola vermiştim...tuvalete gitmeden önce telefonumdan bir post edeyim. dedim. “Marmaris’ten İstanbul’a dönüş yolundayım...tatil bitti!” İyi de bize ne bundan!
Artık kendi reklamlarımızı yapar olduk. Nerdeyim...ne yapıyorum... Daha da çarpıcı örnekler var.
Bir kız, erkek arkadaşının ona iş yerine yolladığı güllerin resimlerini çeşit çeşit açılardan çekip koymuş. Altına da yorumlarını yazmış... “aşkım, tatlım, bi taaanem! seni seviyooom”
Her sevenin sevdiğine söylediği bildik kelimeleri yazmış.
Tüm arkadaş (!) ordusuna ilan etmiş. Çiçekleri de, sevgilisinin ne kadar romantik olduğunu da.
“Bakııııın siz de görün. Benim görmem yetmedi” dercesine. Acaba çocuk da şöyle demiş midir “hayatım, aşkım ben onları sana almıştım halbuki...o 789 bilmem kaç arkadaşına değil ki”
Bence dememiştir. Hatta cümle aleme ilan ettiğne hem de fotoğraflarla ilan ettiğine sevinmiştir bile. “Şanım yürüsün heyyt be! İşte bu!” demiş midir, bakın onu bilemiyorum.

Gittiğimiz, gördüğümüz yerleri. Eğlencelerimizi. Her şeyleri, artık aklınıza ne gelirse...
Her şeyi paylaşıyoruz. Bence Facebook çok güzel bir noktamızı yakaladı. Elbette teknoloji de sağolsun büyük çabalara gerek kalmadan bir iki tıkla hemen yayınlıyoruz. İlan ediyoruz her şeyi.
Bu durum insanların daha kolay dedikodu yapmasına da ve çok merak ettikleri (!) arkadaşlarının durumları hakkında da kolay ulaşılabilirlik sağlıyor.
Böylesine tüketmek kendimizi de çevremizi de, pek doğru değil belki de. Tuhaf bir hazımsızlık ve mutsuzluk da yaratmaya başladığını düşünüyorum. Tüketim galiba verecek bir şeyiniz kalmadığında bitiyor. Bazı insanların hayatlarında giden terslikler, tıpkı sokakta yürürken selamlardan kaçan insanların bu sosyal iletişim ağından çıkmaları gibi bir etki yaratmakta. Böylesine reklam bombardımanının arasında hatta en içinde yaşarken bir de insanların kendi kişisel reklamlarını seyretmek, izlemek yorucu olabiliyor.
Her şeyin fazlası zarar demiş ya atalarımız...bunun da fazlası zarar.
"Yemeklerden sonra birer adet Facebook Post’u yazıyorum, daha fazlası mide ekşitebilir."

Neyse şimdi siz onu bunu bırakın...madem bu tüketim devam ediyor ve edecek...siz de tıklayın reklamlarımı...ne olacak yahu?! Yemeklerden sonra filan da değil ne zaman canınız çekerse.

 
Toplam blog
: 237
: 1302
Kayıt tarihi
: 06.08.07
 
 

Biyolojinin son yıllarda, özellikle son 10 yılda içeriğinin yoğun bir şekilde moleküler düzeye inmes..