Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '11

 
Kategori
Anılar
 

Tulumba

Tulumba
 

Bu tulumba başka tulumba.(Sabahattin Gencal)


 

Yazabilmek için çok okumak gerekir. Okumak, sadece kitapları bellemek değildir elbet. Okumak kitaplar gibi insanları, hayvanları ve doğayı da bellemek ve anlamaktır.
 
Kitapları okumasını az çok bilebiliyoruz. Ne okumak gerektiği, niçin ve nasıl okumak gerektiği konularında bilgi edinebiliyoruz. Ancak hayatı okumasını bildiğimizi iddia edemeyiz.
 
Doğayı, hayvanları okumak çok zor. İnsanları okumak çok daha zor.
 
İnsanları. doğrudan okumak mümkün olmasa da onları söz ve davranışlarına göre, yaptıklarına ve verdikleri eserlere göre değerlendirmeye çalışırız. Bu değerlendirmeler sübjektif olur tabi. İnsan kendini bile tanıyamamıştır, nerde kaldı başkasını okuyabilsin.
 
 
 
Doğayı okumak hayvanları okumak kavramları da çok iddialı. Okumak kelimesi yerine gözlem kelimesini kullansak daha iyi olur belki. O zaman az çok gözlem yapabildiğimizi söyleyebiliriz.
 
Böylesine bir giriş beklentileri artırır mı bilmem. Peşinen belirtelim ki gözlemimi yazacak değilim. Zaten gözlem de odaklanmayı gerektirir. Biz odaklanmıyoruz; aksine hızlanıyoruz.
 
 
 
Birkaç gündür ilçeye, fizik tedavisi görmek için iniyorum. Tabi, yaya gidiyorum. Doktorlar yürüyüş, yürüyüş diyorlardı ya işte yürüyüş 25 dakikada iniş, tedaviden sonra 30 dakikada  dönüş. Bu gidiş gelişlerde gözlem yapılabilir mi? Olsa olsa trekking  yapılabilir. (Ne yazık ki bu kelimede yerleşti dilimize.) 5-6 gün önce bir köşe yazarı (Onur Baştürk, Hürriyet) “Mevzular Arasında Trekking” başlıklı bir yazı yazmıştı. Ben de sadece fiziki olarak değil, kafamın içinde de mevzular arasında trekking  yapıyorum. Ama ne trekking. Yediden yetmişine kadınından erkeğine, fakirinden zenginine bir çok insan görüyorum. Şairin ( Nazım Hikmet’in)“ Memleketimden İnsan Manzaraları” eseri aklıma geliyor. Aynı kelimeleri kullanmak doğru olmaz belki; ama gerçek bu, “görülesi insan manzaraları.”  Marifet bu tabloyu yapabilmekte. Ne var ki transit geçerken manzara da çizilmez ki. Durağan manzara çizilebilir; ama hareketli manzara…
 
 
 
Caddelerden, ara sokaklardan akışım ilginç oluyor; ama asıl ilginçlik beynimde oluyor. Gördüklerim, hatırlatıklarım, düşüncelerim ve hayallerim öyle harmanlanıyor ki…
 
 
 
Sizin algılamanızda da bir hareket mi başladı? Hareketi bir an için durdurmaya çalışalım. Duralım bir evin önünde. Ben her gidiş gelişte bir nefeslik dururum bu evin önünde. Dikkat çekmemek için fazla durmam. Bu bir nefeslik gözlemimi yazmaya çalışayım:
 
 
 
Evin önündeyim; ama evi gördüğüm yok. Sadece bahçedeki su tulumbasını görüyorum. Bayağı tulumba. Kuyudan emme basma düzeneği ile su çekilen tulumba. Aslında tulumbaların bir birinden farkı pek yok. Fark benin anılarımdaki tulumbada:
 
 
 
Sene 1960, Aylardan Temmuz. Trabzon’daki dedemin yanından ikâmet ettiğimiz Bursa’ya giderken Samsundaki teyzemlere de uğradım. Samsunda birkaç gün kaldım. Bir ara, Teyzemin kızıyla evin arka bahçesindeki tulumbanın yanına su çekmek için gittik. Ben su çekmesini beceremiyordum. Islandık, sırılsıklam olduk. Bu andan 3 sene sonra nişanlandık. Bir sene sonra da evlendik… Bu konuyu geçiyorum. Aslında kuyuda su biter; fakat anılar bitmez. Anı dinleyecek halimiz yok ya.
 
Biz yine tulumbaya göz atalım. Objektif olarak bakalım. Yani canlandırdığı anılar, çağrıştırdığı hayalleri bırakalım. Eskiden kelimelerle resim çizmek derlerdi. Şimdi kamera var ya zahmete gerek kalmıyor. Kameramız olmadığına göre şöyle bir iki çizgi çizelim.
 
Oda büyüklüğünde bir üzüm çardağının altında kırmızı renkli tulumba. Yakın zemin beton. Suyun döküldüğü yerde akıntı yerleri var.Yani çevre fazla ıslanmıyor. Çardaktı, üzüm asmasıydı, kullanılan tahtalar ve çıtalardı diye uzatmanın anlamı yok. Nasıl yok. Benim için anlamı yok; ama hayalleri tetiklenenler için her şeyin anlamı var…
 
Bir an durup aklımıza geleni söyleyelim: Biz çok boyutlu görüyoruz: Canlanan anılar, şimdiki durum ve tetiklenen hayaller. Ayrıca sarmaşıklaşan düşünce ve duygular…
 
Tulumba ile ilgili sizlerin de anıları, hayalleri vardır kuşkusuz. Bir ara bunları erteleyip yine okumaya devam edelim:
 
Tulumbanın ön kısmında iki taş var. Taşlar arasında kül var, kömür var. Belli ki ateş yakılmış. Ne pişirildi acaba? Mısır pişirilmiş olmasın. Tulumbanın arka kısmındaki bahçede kara lahanaları da görüyorum. Kara lahanadan başka bir sebze görmüyor gözlerim. Mısırın, karalahananın sadece bende değil tüm Karadenizlilerde hatırlatacakları mutlaka vardı. Benim ek olarak dikkatimi çeken dışarıdaki iki taş arasındaki kömürler ve kül oldu.. Çocukken komşu çocuklarıyla evcilik oynarken yaktığımız ateşi , ateşleri canlandırdım. Bayağı da ısındım. Teyzemin kızıyla ıslanışımı geçtim, anılardaki bu ateşi, bu sıcaklığı da geçelim.
 
 
 
Fazla bencil davrandım değil mi? Kendi anılarımdan söz edeceğime bu çardak altında kimler oturmuş, kimler tulumbadan su çekmiş, ya da ıslanmış falan filan diye kurgu yapsak daha mı iyi olurdu.
 
 
 
Biliyor musunuz insan düşündüğünü uygulayamıyor. Bu tulumba hakkında böyle şeyler yazmak yerine bu tulumbayı yapan kişiyle konuşmak gerekirdi. Benim gözlemlerimden, sizin hayallerinizden daha önemlisi bu tulumbayı yapan kişinin duygu ve düşünceleriydi. Eskiden tulumba zorunlu olarak kullanılıyordu. Bugün zorunluluk olmadığına göre zevk için kullanılıyor. Bu tulumbayı kuran zevk sahibini görmek isterdim. Kendisini görmedim; ama zevklerinin tıpa tıp bana benzediğini söyleyebilirim. Adamın genel olarak zevkleri bizi ilgilendirmiyor; tulumba ile ilgili gözlemleri ve duygularını bilsek …
 
 
 
Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 10. 10. 2011
 
 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..