Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '10

 
Kategori
Güncel
 

Tüm detayları ile kanlı 1 Mayıs, 1977

Tüm detayları ile kanlı 1 Mayıs, 1977
 

Örgütlü toplum, örgütlü sömürü mekanizmaları tarafından istenmeyen bir unsurdur...


Kanlı 1 Mayıs

Kanlı 1 Mayıs, 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramında, 34 kişinin hayatını kaybettiği 136 kişinin yaralandığı olay olarak tarihe geçmiştir. İşçi sınıfının tarihindeki en büyük katliamlardan biri olan 1 Mayıs 1977, oligarşinin kirli tarihinin de bir parçası olarak yorumlanır.

1 Mayıs İşçi Bayramı olarak, yaklaşık elli yıllık bir aradan sonra ilk kez, 400 bini aşkın üyeye sahip DİSK tarafından 1976 yılında kitlesel biçimde kutlanmıştı. Coşkulu ve renkli geçen bu kutlamanın ardından, 1977 yılında da 1 Mayıs kutlaması yine DİSK tarafından düzenleniyordu. Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün 50 yıllık aradan sonra Türkiye’de 1976 yılında yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel bir gösteriyle kutlanması, oligarşiyi büyük ölçüde tedirgin etmiş ve neticede DİSK’in organize ettiği1977 1 Mayıs’ı ise bu kez daha güçlü ve kapsamlı bir biçimde kutlanacak olması bazı insanları kayıtsız kalmama yolunda akıl almayacak planlar yapmaya itmiştir.

Kutlamalarla ilgili süreçte DİSK, 22 Nisan günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’a katılacak örgütleri ve atılacak sloganları ilan ediyor ve 20 bin DİSK görevlisinin güvenlik için hazır olduğunu duyuruyordu.

1 Mayıs öncesinde sol gruplar arasında süregelen gerilim ve sağ basının açtığı kampanya olayların habercisiymişçesine ortalığı geriyor her türlü kargaşa için zemin hazırlıyordu. Tercüman'ın ünlü imzaları Ahmet Kabaklı ve Rauf Tamer kehanetlerde bulunuyor, felaket tabloları çiziyor, "bütün yurdu kana bulaması mümkün kışkırtma ve tecavüz hareketleri"nden, "mallara, canlara kıyılabileceğinden", "saf vatandaş"ların evlerine kapanacağından söz ediyorlardı.

Bu arada basın kışkırtıcı yayınlarına hız vermekteydi. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu gazetesi “Sol 1Mayıs’ta Halkı Galeyana Getirmek İstiyor” şeklinde manşet atmıştı. 1 Mayıs gününün Tercüman’ında ise yine Rauf Tamer, ”Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama kanlar akacak. Çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır bu” diye yazıyordu. 30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinin manşeti de, “DİSK ve Maocu Gruplar arasında çatışma bekleniyor!” şeklindeydi.

Gazete manşetlerinde "Sokak işgal altında"ydı, "Mao'cu, Lenin'ci ve daha bilmemneci, fakat asla Atatürkçü olmayan bir tuhaf rüzgâr esecek"ti, "arabalar tahrip edilecek, camlar kırılacak"tı. Hergün gazetesinde, MİSK [Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu] Genel Başkanı Ömer Faruk Akıncı, 1 Mayıs'ın "komünist bayramı ve ihtilal provası" olduğunu ilan ediyordu.

Bu kampanya çığlıkları altında, bütün bunlara fırsat açan sol-içi gerginliğin yarattığı zeminde, her şey olup bittikten sonra katliamı, sol-içi çatışma diye gösterebilmek de zor olmamıştı. Cumhuriyet, Politika ve Vatan gazeteleri dışında bütün basın, 2 Mayıs gününden başlayarak bu temayı işlemiş, hatta bazıları (Günaydın) daha somut suçlu tespitleri yapabilmişti: "Mao'cu vatan hainleri, işçi bayramını kana buladı" gibi...

Miting öncesinde sol içindeki gerginlik, tarafların zaten varolan zıtlaşmaları dışında, mitinge katılma konusunda çıkmıştı. DİSK yönetimine egemen olan "ilerleme" çizgisi, tam bir zıt kutup oluşturan Halkın Birliği, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu gruplarının mitinge katılmasını istemiyordu. Bu gruplar da 1 Mayıs mitingine katılma kararı almışlardı. Ayrıca 1 Mayıs'tan hemen önceki günlerde bu üçlü gruptan iki kişi öldürülmüş, bu da gerginliği artırmıştı.

Aslında kışkırtma daha mitingin afişleri asılırken başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne sürülmüştü.

DİSK'e bağlı sendikaların, bir grup Türk-İş'e bağlı sendikayla bağımsız bazı sendikaların, çeşitli demokratik kuruluşların ve derneklerin katıldığı yürüyüş ve mitinge, emniyet raporlarına göre, “memleketin çeşitli yerlerinden gelen yaklaşık 53 dernek ve kuruluş ile 99 işçi sendikası" yer almıştı.

Mitinge katılanlar, sabah saat 10'dan beri toplandıkları Beşiktaş ve Saraçhane-Tepebaşı'ndan yürüyerek Taksim meydanına geliyor ve sırayla alandaki yerlerini alıyorlardı

Saldırı

1 Mayıs 1977 günü gerçekleştirilecek olan kutlamalar için alana yerleşme uzun sürmüş, mitingin normal süresi aşılmıştı. DİSK'in o sıradaki Genel Başkanı Kemal Türkler, DİSK üyesi sendikaların yerleşmesi tamamlandıktan sonra konuşmasını başlatmıştı. Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde, topluluğu saygı duruşuna davet etmiş ve saygı duruşunun bitiminde saat akşam yediyi biraz geçe ilk silah sesi duyulmuştu.

1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı`nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul`a gelen yaklaşık 500 bin kişi DİSK`in organizasyonu önderliğinde Taksim Meydanı`nı doldurmuştur. Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürmüş, miting de uzamıştır. Saat 19.00 sularında dönemin DİSK başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde etraftan silah sesleri duyulmaya başlandı. Sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan bu ateş sonucu insanlar panik halde kaçmaya başladı. 1 Mayıs davası iddianamesi, ilk silah atışının Abdülhak Hamit Caddesi'nden (Tarlabaşı'nın Taksim'e çıkışı) geldiğini, arkasından iki el silah daha atıldığını, Intercontinental Oteli'nin(Bugün The Marmara Oteli) önünden de iki el silah sesi duyulduğunu belirtmektedir.İlk silah sesi olayı başlatmak için bir işarettir. DİSK’in kürsü sorumlusu Sıtkı Coşkun’un “Sular İdaresi üzerinde ateş eden insanlar var. İhtar ediyoruz. Bunları etkisiz hale getirin, alın...” diye yaptığı anons işe yaramaz. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın toplum polisinin amirine sorduğu “Bu duvarın üzerinden ateş edildi bize. Bunlar polis midir, görevli midir?” sorusu da yanıtsız kalır ve İsvan coplanır. Daha sonraki soruşturmalarda ise bu kişiler tamamen reddedilir; zaten boş kovanlar da anında toplanmıştır.

İddianamede belirtildiğine göre ateş açılan diğer yerler: "Tesadüfi olmayan bu atışları, Intercontinental Oteli'nin muhtelif kat ve bölümlerinden, bu otelin yanındaki inşaat ve çiçekçi dükkânı içinden, PTT binasının üstünden, Pamuk Eczanesi'nin üstünden veya civarından aynı anda başlayan seri atışlar izlemiştir." ibaresi ile belirtilmiştir. Ateş açılan noktalardan bir diğeri olan Pamuk Eczanesi’nin üst katında ise tabancalar ve mermi kovanları bulunacaktı. Alanın tarandığı bir başka merkez de Inter Continental Oteli’ydi. Daha sonra otelin beşinci ile altıncı katının camlarında içeriden atılmış kurşunların delikleri görülecekti.

Günaydın gazetesinden Necati Doğru, ”5.katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım” diyordu.

Tüm bunların yanı sıra, dikkat çeken bir başka grup ise, ellerindeki çantaları bir an bile yere bırakmayan ve o gece uçakla ülkeyi terkeden 8–10 kişi civarındaki Amerikalıydı. Tüm bu olaylar esnasında birçok karanlık noktanın olmasının yanı sıra son derece açık olan şey, ateşin kalabalığı kürsüye doğru sıkıştırarak panik yaratma amacıdır. Panzerler kitleyi sıkıştırıyor ve insanları en dar yokuşa, Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneltiyordu. Olaylar başlamadan az önce Kazancı yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rast gele duran tekerlekli el arabaları Kazancı’ya iniş ve çıkışı engelliyorlardı. Sel halinde akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerinden geçerek Kazancı Yokuşu’ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada yokuşun biraz aşağısındaki garajdan çıkan beyaz renkli bir Renault uzun menzilli silahlarla kitleyi tarayacaktı. Beyaz Renault’da bulunan polis memuru Necati Tınaz, daha sonra bu durumu “üstümüze geldiler havaya ateş ettik” diye açıklayacaktır.

İnsanlar panik halde kaçmaya çalışırken panzerler de kalabalığın arasına doğru girmeye ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu`na itmeye başladı. Kalabalığa ateş açılıyordu fakat polis ateş açanlara değil, kalabalığın üstüne saldırıyordu. Bir kamyonun tıkadığı Kazancı Yokuşu`ndan aşağıya kaçmaya çalışan kalabalığı daha da korkutmak için bir daha ateş açıldı. İnsanlar panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam etti.

28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak yaşamını yitirdi, yaklaşık 126 kişi de yaralandı. Ölenlerin çoğu Kazancı Yokuşu'nun başında, park edilmiş kamyon yüzünden sıkışarak ölmüşlerdi. 470 kişi gözaltına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamadı. Ateşi kimin açtığı tam olarak belirlenememiş, olay halen aydınlatılamamıştır. Sular idaresinin çatısından ve otel odalarından ateş açanlar bulunamamıştır. Resmi olarak kanıtlanamayan bilgilere göre olayın planlayıcısı CIA, Intercontinetal Oteli'ni bir gün önceden boşaltıp buraya Amerika'dan getirilen CIA ajanları yerleştirmiştir. Olaydan sonra ajanlar ülke dışına çıkarılıp otel kayıtları yok edilmiştir.

Kontrgerilla tarafından askeri darbe hazırlığı olarak yapıldığı MİT tarafından Başbakan Süleyman Demirel'e rapor edilince ve 29 Mayıs 1977'de muhalefet lideri Bülent Ecevit'e İzmir hava meydanında suikast düzenlenince, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı 1 Haziran 1977'de derhal re'sen emekliye sevk edilmiştir.

İddianamede çeşitli yönlerden açılan yaylım ateşinin 8–10 dakika sürdüğü belirtiliyor. Yüzbinlerce kişinin toplandığı alanda çıkan paniğin bilânçosu içler acısı bir görüntü ve Türkiye tarihi açısından karanlık bir sayfaydı. Sonuçta o gün Taksim Alanı’nda 126 kişi yaralanmış, 34 kişi de hayatını kaybetmişti. Ölümlerin 28’i ezilmeler sonucu meydana gelmişti. Yalnızca 25 kişi Kazancı Yokuşu’nda ezilerek Meral Özkol ise panzer altında kalarak yaşamını yitirmişti. Olayda 2000’e yakın mermi atıldığı saptanmış, buna karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Açılan davanın iddianamesinde, amacın “halk üzerinde yılgı, korku ve panik yaratmak” olduğu vurgulanıyordu.

Ertesi gün basın, beklendiği veya daha önce kurgulandığı gibi sol içi çatışmayı öne çıkarıyor ve “Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” (Günaydın), manşetleri atıyordu. Sol gazeteler de hâlâ olayın ne olduğunu anlamamakta ısrarlıydılar. TKP’nin organı Politika’ya göre “1 Mayıs töreni tam bittiği sırada Maocu ve terörist oldukları ileri sürülen grupların silahlı saldırısına uğramıştı.” Diğer taraftan de benzer açıklamalar birbirini izliyordu.

Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise, “Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi” diye açıklama yapıyordu. Sol-içi çekişmelerden yararlanmak resmî ağızların da işine gelmişti. Olay akşamı İstanbul Valisi Namık Kemal Şentürk ve Emniyet Müdürü Nihat Kaner şu açıklamayı yapıyordu:

Başbakan Süleyman Demirel ise olay gecesi olağanüstü Bakanlar Kurulu toplantısına girmeden önce şunları söylüyordu: "Kemal Türkler, mitingi bir türlü sonuçlandırmadı ve uzattı. Kemal Türkler'in, bu caninin meydana getirdiği bu olaylar, 15 Haziran olaylarının bir devamıdır... Maoist grup tarafından yaratılmıştır... DİSK mitinginde, CHP'nin belediye başkanı Ahmet İsvan da vardı. TİP'ten (Türkiye İşçi Partisi) de elemanlar vardı. İşte komünizmi tehlike olarak görmezlerse olaylar buraya kadar varır."

İlk günler geride bırakıldığında, cevaplanamayan bir dizi soruyla birlikte bir "tertip" ihtimali üzerinde durulmaya başlanıyordu. CHP tarafından oluşturulan bir soruşturma komisyonu ve İstanbul Barosu'nun kurduğu bir başka komisyon çeşitli tanıkları dinlerken, gazetelerde, alanın değişik yerlerinden seçilen görgü tanıklarının ifadeleri yer almaya başlamıştı. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Osman Ateşoğlu da geniş bir soruşturma için toplum suçları bürosunun emrine tam 25 savcı yardımcısı vermişti.

6 Mayıs günü CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e çıkıyordu. Korutürk, Ecevit'i Demirel'den önce kabul etmişti. Ecevit Çankaya'dan ayrılırken gazetecilere, "bazı kuşkuları" olduğunu belirtiyor, bunu ancak Cumhurbaşkanı'na açabildiğini söylüyor, ertesi gün CHP'nin İzmir mitinginde bu kuşkularını şöyle dile getiriyordu: "Ben, devlet içinde yer almakla beraber, demokratik hukuk devletinin denetim alanı dışında kalan bazı örgütlerin, bu olaylarda başlıca etken olduğunu ve hükümetin iki kanadının da, gereken önlemleri alacak yerde, bu öğütlerden yararlanmak istediği kanısındayım." Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül kitabında yazdığına göre, Ecevit'in "kuşkuları", Özel Harp Dairesi ile ilgiliydi.

Altı Cumhuriyet savcı yardımcısı ise, 17 klasör tutan soruşturma evrakından 41 sayfalık bir iddianame ile "eldeki sanıkları" mahkemeye sevk etmişti. Mahkemenin daha sonraki seyrinde, tanık konumundaki polislerin birçoğunun ifadelerini geri aldığı görülmüş, bunların arasında aynı anda 49 sanığı teşhis den bir polis memuru da yer almıştı.

Daha ilk oturumda savcılık makamı, asıl faillerin mahkeme huzuruna getirilmesi talebinde bulunmuştu. Duruşma savcısı, ayrıca, dosyada bulunan fotoğraflardan 12 tanesinin Adli Tıp Başkanlığı’na gönderilerek, "bu fotoğraflar üzerinde işaretlenmiş yerlerdeki pencere, dam ve çatı ve diğer yerlerde görülen kişilerin, mümkünse yüzleri belli olacak şekilde, bu olmadığı takdirde ne yaptıkları ve ellerinde ne bulunduğu anlaşılacak bir şekilde büyütülmesi"ni istemişti.

Bu davanın iddianamesini hazırlayan altı savcı yardımcısı ise, iddianamede cevaplanamayan şu sorulara ve şu görüşlere vermişti: "Inter Continental Otelinin önü yüzden fazla toplum polisi memuru tarafından korunduğuna göre, bu silahlı şahısların uzun menzilli silahların ile otele nasıl girip nasıl çıktıkları suali cevapsız kalmaktadır.”

Israrla sorulan ve yanıtı aranan sorular ise şöyle sıralanabilir;

“O günün polis telsizlerinin bant kayıtları nasıl kaybolmuştu? Yukarıda sözü geçen panzere ısrarla kim emir vermişti? Taksim Sular İdaresi duvarı üzerinden, elleri başının üzerinde indirilenler kimlerdi? Neden salıverilmişlerdi? Sıraselviler-Gümüşsuyu yönünde çevreye ateş ederek geçen sivil plakalı beyaz Renault'ta kimler vardı? Emniyet aracı olduğu iddia edilen bu araçta, Samsun'da görevli Alaattin adlı bir binbaşı bulunuyor muydu?

Intercontinental Oteli 3 gün rezervasyon kabul etmemiş olduğu halde, 1 Mayıs sabahı Yeşilköy'den otele gelip yerleşen ve olaydan sonra Salı akşamı İstanbul'u terk eden yabancı bir kafile var mıydı?

Pamuk Eczanesi'nin üst katında, sahibi tarafından pazar günü açılmayan bir otomobil acentasının kapısını anahtarla açıp giren, bir süre çekirdek yiyip, sigara içerek bekleyen, oradan dışarı ateş ettikten sonra silahları dosyalar arasına saklayıp çıkanlar kimlerdi? Adli Tıp'a büyütülmek üzere gönderilen fotoğraflar kayıp mı olmuştu?”

Tüm bu sorulara verilecek yanıtlarla aydınlanacak birçok noktanın Türkiye tarihini kimlerin ve ne maksatla yazdığını ortaya çıkarmak konusunda önemli bir adım olacağı tartışılamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Fakat ne yazık ki yalnız soruşturmayı yürüten savcılarınki değil, başka soruşturma girişimleri de bir yarar sağlayamamıştır. Olayın gerçek tertipleyicileri, bazı soruların karanlığında kaybolmuşlardır. Bu olay bir kurgu ise ki ihtimaller o yönü işaret etmektedir, kurgu olayla sınırlı kalmamış olayla ilgili gerçeklerin üstünü örtmek üzerine de tertiplenmiştir. Olayı tertipleyenler, tertibe göz yumanlar, yardımcı olanlar, görevini savsaklayarak ya da bilerek soruşturulmasını engelleyenler, idari ya da siyasi sorumluluklarının gereğini yerine getirmeyenler bugün de, konunun üzerine kimsenin gidememiş olmasının rahatlığını yaşıyorlar ve anlaşıldığı üzere bir süre daha da bu rahatlığı yaşayacaklardır. Bu ve benzeri olaylardaki karanlık geçmişin üzerine bir sis örttüğü gibi yarınları da tehdit etmektedir.

Hayatını Kaybedenler

Türkiye'de mücadele tarihine kanlı bir gün olarak geçen 1 Mayıs 1977, arkasında halk düşmanı bir komplo sonucu öldürülen birçok insanı bıraktı.

Hafızalardan silinmeyen olayın kurbanları şunlardı: Mustafa Ertan, Hüseyin Kırkın, Ali Fuat Özkaş, Mürtecim Oltulu, Kahraman Alsancak, Dilan Nigis, Bayram Çitak, Ercüment Gürkut, Bayram Neyir, Ömer Harhan, Hikmet Öztürkçü, Meral Özkol, Mehmet Ali Gençoğlu, Hasan Yıldırım, Garabet Ayhan, Ziya Baki, Rasim Elmas, Kadriye Duman, Ahmet Gözükara, Hamdi Toka, Hatice Altin, Ramazan Sari, Atila Özbilen, Hacer İpeksaman, Kenan Çatak, Sibel Açıkalın, Mustafa Elmas, Nazan Güladi, Niyazi Darı, Jale Yeşil Nil, Leyla Altıparmak, Ali Sırdal, Kadir Balcı, Nazmi Arı, Beyhan Sürücü

Yaşayanların Anlatımı ile 1 Mayıs 1977

Sendika temsilcisi olarak Taksim`deki kutlamalara iştirak eden, Yalçın Ergündoğan, 1 Mayıs 1977 Taksim olaylarını anlattı. Bakın o gün neler olmuş, Taksim mitingine katılanlar neler yaşamış..İşte Ergündoğan`ın anlattıkları...

“1 Mayıs 1977 "Emek Tarihi" açısından olduğu kadar, Türkiye"nin yakın siyasi tarihi açısından da büyük önem taşıyan bir olaydır. 1 Mayıs, yakın siyasi tarihimiz içinde, (bugün biraz deşifre olmuş gibi görünen) yeni adı ile "derin devlet" in, o günkü adı ile "kontrgerilla"nın henüz aydınlatılamamış en büyük siyasi tertiplerinden ve kitle kırımlarından biridir. Sekizi kadın, biri çocuk olmak üzere 34 yurttaşımızın yaşamlarını yitirmesi, otuzikisi kurşunlanarak, diğerleri değişik şekillerde olmak üzere yüzyirmialtı kişinin de yaralanması ile sonuçlanmıştır.

O sıralarda 24 yaşında bir gençtim. DİSK"in çok kuvvetli olduğu günlerdi. Ben de DİSK 3. Bölge (İzmir) Temsilcisi (Basın Yayından Sorumlu Başkan Yardımcısı) idim. DİSK Bölge Temsilcisi Cemal Kral idi. Biz Ege bölgesinden hareket eden ( bugün için çok büyük sayılabilecek) bir otobüs konvoyu ile İstanbul"a doğru neşe içinde, türkülerle, marşlarla yola koyulmuştuk.

O günlerin ya da o 1 Mayıs"ların şimdikilerinden çok farklı boyutları ve siyasi sonuçları ve beklentileri vardı. Dünyada Sovyetler Birliği ve çok sayıda ülkenin oluşturduğu "sosyalist sistem" diye adlandırdığımız bir gerçeklik vardı. Türkiye"de de o zamanki örgütlülük ve hareketlilik sanki çok yakında bir "devrim" olacağı şeklinde idi. Doğrusu çok inanmıştık. İktidara çok yaklaştığımızı sanıyorduk. O nedenle o zamanki 1 Mayıs"lar ile bugünkü 1 Mayıs"lar arasında en azından Türkiye açısından çok büyük farklılıklar var. Şimdi "devrim" beklentisi yok. Ya da çok uzakta... Dünya çok değişti. Ülkelerin yapısı, her şey çok değişti. O zamanlar pek çoğumuzun sandığı gibi, ya da Türkiye"de "devlet" güçlerinin pompaladıkları, propaganda malzemesi yaptıkları gibi, Sovyetler Birliği"nin Türkiye"de "devrim" olması için en küçük bir çabasının olmadığı bugün açık ve net olarak herkesçe anlaşıldı...

1 Mayıs 1977 öncesi ülkedeki durumun ve kendilerini devrimci olarak ifade eden kişi ve örgütlerin halet-i ruhiyesi bugünkünden çok farklıydı. İşte bu koşullarda ve yakında devrim olacağı beklentisi ile coşku içinde hem burjuvaziye karşı büyük bir güç gösterisi yapmak hem de örgütlülüğümüzü daha da arttırmak için olanca çabamızla Taksim alanını doldurmuştuk. Ama 1 Mayıs 1977 öncesi gerek o günün gazetelerinde yazılanlar gerekse hükümetlerin tutumu, ülkede meydana gelen gerilim ve kutuplaşmalar, süre giden çatışmalar 1 Mayıs 1977"nin bir önceki yıl (kitlesel olarak ilki ) gerçekleştirilen ki gibi coşkuyla başlayıp yine aynı coşku ve sevinç ile bitemeyebileceğinin de sinyallerini veriyordu.”

“Alana tam anlamıyla büyük bir coşku da egemendi. Çok kalabalıktı. Alana değişik yönlerden gelen konvoyların girmesi saatler sürdü. Herkes alana giremedi zaten. 500 bini aşkın bir katılım gerçekleşmişti. " Bu alan 1 Mayıs Alanı !..", "Yaşasın 1 Mayıs !.." diye haykıran yüz binlerce insanla birlikte, coşku içinde 1 Mayıs"ı kutlamakta iken birden kendini "sanık" olarak bulan doksan sekiz kişiden biri idim.”

“Ben Kemal Türkler"in konuştuğu kürsünün ön tarafına denk gelen bölümde idim arkadaşlarım ile birlikte. Üzerimde de kırmızı DİSK gömleği vardı. Elimde de megafon. Zaman zaman topluluğa sesleniyorduk. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasını tam bitirmekte idi ki, alan o günkü Intercontinental Oteli"nin çatısından açılan ateşle birlikte karışmaya başladı. Kürsü hâkimiyetini eline alan Sıtkı Coşkun kitlelerin dağılmaması yönünde çağrılar yapıyordu. Bizler de ellerimizdeki "megafonlarla" Sıtkı Coşkun"unkine benzer çağrılar yapmaya çalışıyorduk.

Ama panik havası dağıtılamıyor, herkes kacışıyordu. Kurşun vızıltıları arasında herkes yata kalka kaçışırken, bir yandan da polis panzerleri sirenlerini çalarak kitlenin üzerine yöneliyor, diğer yandan da "ses bombası" kullanarak paniği daha da artırıyorlardı.

Kitleyi toparlayamayınca ben de diğerleri gibi kaçışmaya başlamıştım. Dolmabahçe Sarayı yakınında polis etrafımızı sarmış, elimdeki megafon ve sırtımdaki kırmızı DİSK gömleği ile, polise düşmüştüm. Bizi ağır hakaretler, tekme tokatlar ve cop darbeleri ile Polis araçlarına doluşturdular. Önce Sirkeci"deki (eski 2.Şube) Polis Merkezi"nin geniş nezarethanesi"ne attılar.

Aramızda 1 Mayıs kutlamalarına katılanların yanı sıra rastgele sokaktan toplanmış insanların olduğunu da zaman ilerledikçe anlamaya başlamıştık.

Bizleri bütün nezarethaneler dolu olduğu için Sirkeci"de tuttuklarını anlamıştık. Dışarıdan hiçbir haber alamıyorduk. İşkenceli, gözaltı günlerinden sonra mahkemeye çıkarıldık ve hakkımızda dava açıldı. Yıllar yılı duruşmalara gidip geldik. Gerçekte, olayın "mağdurları"(ki;iddianamede mağdurlar, `Osmanlı Bankası Taksim Şubesi, Beyoğlu Kaymakamlığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Intercontinental Müdürlüğü` görünmektedir) olan "sanıklara"; yıllarca acılar çektiren, "sakıncalılar" listelerine aldıran , "pasaport yasağı" uygulatan uzun bir yargılama sonunda kimsenin içinden çıkamadığı bir hal alarak, gerçek failleri hiçbir zaman yargı önüne çıkaramadan zaman aşımından kapanıp gitmiştir.

Yani sonradan yaşayarak göreceğimiz, bizzat tanık olacağımız gibi 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yolların taşları döşeniyordu. O zaman çok açık farkında olmasak da şu anda çok net olarak görülüyor tablo. Bugün de sivil siyasete nasıl dışarıdan, silahlı bürokrasi eliyle ya da dolaylı olarak müdahaleler yapıldığı ortada.

Demokrasinin en temel değerlerinden biri değil mi kişi hak ve özgürlükleri, örgütlenme ve gösteri yapma hakkı. 1 Mayıs"ın yeni gerilimlere malzeme edilmesine tahammül edemiyorum açıkçası. 1 Mayıs tüm dünyadaki gibi Türkiye"de de özgürce, şenlik ve coşku içinde kentin tabii ki en işlek alanlarında en göz önünde kutlanmalıdır. Kimsenin olmadığı, tecrit edilmiş alanlarda hiç 1 Mayıs kutlaması yapılır mı?”

Sonuç

İşçi bayramı adı altında kutlanması gereken 1 Mayıs, farklı bir yöne doğru çekilmiş, illegal bir eyleme dönüştürülmeye çalışılmıştır. Burada birçok farklı yapılanmanın ebetteki payı vardır ama öncelikle yukarıda belirtilen soruların yanıtlanarak bu pay içerisindeki aslan payının kime ait olduğunun çıkarılması gerekmektedir.

Ülkemizde dışarıdan veya içeriden yahut her ikisinin de dahil olduğu birileri demokratik hak mücadelesine tahammül edemiyor; düşünen, tartan, düşünce sonucu doğru bulduğunu savunan insanları pasifize etmek için elinden gelen çabayı sergiliyor. Bu çaba kimi zaman ne yazık ki utanılası görüntülere sahne oluyor ve sokaklar kana bulanıyor. Yüzyıllarca kardeşçe yaşayan bu insanlar bu oyunlar neticesinde birbirlerine düşürülüyor. Milyonların oluşturduğu kitleler, kendilerini akıllı diğerlerini salak ilan eden sözde yöneticiler ve gizli şahların elinde piyona dönüşüyorlar. Böl ve yönet her türlü derin ve gizli silahı ile ülkemizi zapt ediyor. 1 Mayıs 1977 bu zaptın önemli bir zaferidir, bu zaptın zaferi ülkemizin önemli bir kaybıdır. Bugün dahi birçok insanın çok iyi bildiği ama açıklamaya cesaret edemediği karanlık yönleri ile kanlı bir mayıs demokrasi mücadelesi içerisindeki ülkemizin bir ayıbı olarak tarih sahnelerindeki yerini almıştır. Yapılması gereken kanlı 1 Mayıs ve benzeri olayların biran evvel aydınlatılması ve sorumlularının ilan edilerek gerekli yasal uygulamaların yerine getirilmesidir.

Kanlı 1 Mayıs ve benzeri birçok olayla geçmiş kaybedilmiş, bugün geçmişin karanlığı ile kurulmuştur ama yarını kazanmak için hiçte geç değildir. Önce insanlar içi boş sloganlarla bölündüler, sonra birbirlerine düşürüldüler, küçük ve aşağılık tezgahlarla kışkırtılan kalabalıklar sokakları meydanları kana bularken birileri zafer nidaları ile başarılarını kutluyorlardı.

Çözüm; düşünen, tartan, araştıran, öğrenen, sorgulayan, akıl süzgecini kullanan, farklı görüşlere saygı gösteren insan mantalitesinden geçmektedir.

Neticede 1 Mayıs demokratik hak arama mücadelesinin bir bayramıdır ve bayram havasında kutlanmalıdır. Onu kana bulamaya çalışanların tahrikleri bu bayramı kirletmeye yetmeyecektir. Dünya emeğin hakkını alması ile güzelleşecektir, 1 Mayıs bu güzelleşmenin mihenk taşlarından olacaktır.

Ali Necati DOĞAN

 
Toplam blog
: 64
: 5712
Kayıt tarihi
: 27.06.07
 
 

İnsanım herkes kadar; zengin kadar fakir kadar, kadın kadar erkek kadar, Müslüman kadar Hristiyan ka..