Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Tüm yolların çıktığı şehir : Roma

Tüm yolların çıktığı şehir : Roma
 

Aşıklar çeşmesi...


Siena gezimizin ardından tüm yolların çıktığı Roma ‘ya doğru yola koyulduk. Arabada dahi olunsa yol kimi zaman çekilmiyor. Bazan uçsuz bucaksız kurşuni bir renkle kaplanmış göğün altında onu delmek için zorlayan tepelere kurulu kasabalar bazansa tek tük evleriyle çeşitli yerleşimleri aşarak Toscana ‘dan çıktık.

Roma daha şehir girişi ile büyük bir şehre girildiğini hissettiriyor. Şehre uzanan otobanlarda yol tıkanmaya başlıyor. Tüm yollar Roma ‘ya çıktığı gibi tüm herkesinde yolu Roma taraflarına çıkıyor gibi görünüyor.

Otel şehrin banliyölerinde. Güzel, hoş bir otel ama şehre uzak. Önce otobüs ardından metro ile merkeze ulaşma imkanı var. Kuşların öttüğü, ağaçlık, sakin bir yer burası. Romayı bir bilezik gibi sarmalayan otobanın biraz dışındayız.

Sabah zayıf bir kahvaltının ardından yola koyulduk. Eğer üç yıldızlı bir otelde kalıyorsanız kahvaltıdan fazla bir şey beklememeniz gerekiyor. Allahtan hava güzel. Ne üşütecek kadar serin nede yakacak kadar sıcak. Tam gezme havası.

Şehre otobüsle giriş yaptık. Önce Vatikan ‘ı gezeceğiz. Bizimde rotamızın B planı olduğu için pekte itiraz etmiyoruz ama fırsat bulur bulmaz turdan kaçıp kendi başımıza gezinmek planımız. Şehrin dışı bile pastel tonlarda sarılar, kahverengleri ile boyalı üç dört katlı art neuveau binalar ile kaplı. Eskiden şehrin tren garı olan ama günümüzde tiyatro olarak kullanılan bina da güzel. Termini ile taban tabana zıt. Biri güzel ama kullanışsız diğeri hantal ama ecnebilerin robust dediği türden.

Yollarda ana caddelerde bizim metrobüse benzer bir uygulama var. Yolun ortasındaki iki şerit otobüs ve yolcusu olan taksilere ayrılmış, eğer taksinin yolcusu yoksa diğer şeritlerden gitmekte. Zaten İtalyada öyle elinizi kaldırıp taksi durdurmak gibi bir lüksünüzde yok. Ya bir taksi durağına gideceksiniz yada telefonla taksi çağıracaksınız. Hatta taksilerin şehir içi ve otoban için bile ayrı tarifeleri mevcut. Otobüsler güzel ama yolculuk şartları İstanbuldan pekte farklı değil. Ana baba günü gibi dolu otobüslerin tek farkı içindeki yolcuların daha bir bakımlı olması sadece.

Yolların kenarları pek çok caddede portakal yada turunç ağaçları ile kaplı.Hangisi anlayamadım ama ağaçlarda durduğu, yenmediğine göre turunç olabilir. Turuncu meyveler yemyeşil ağaçlarda çok güzel bir manzara oluşturuyor. Binaların balkonları da, kendileri de kendini seyrettiren türden bakımlı yapılar. Uzay üssü gibi çıkan antenler vb söz konusu değil.

Uzunca bir süre Roma ‘yı sarmalayan şehir surlarını solumuza alarak seyrettik. Duvarlar oldukça bakımlı ama tek sıra olarak dikili durmakta. Kimi yerlerde dış yüzeyin aşağıdan yukarıya eğimli olması ve payandaların dış trafı destekliyor olması ilginç bir durum. Ya bu görünenler iç surlar yada burada da görünüşte güzel ama gerçeklikten uzak bir restorasyon söz konusu. Bu yolun dış tarafıda Romanın eğlence sektörünün seyyar çalışanlarının hizmet verdiği kısmı imiş J

Yolumuzdan ilerlerken sağ tarafta , tepesinde bir kartal olan büyücek bir kapı gördük. Borghese behçelerine giriş bu kapıdan. Vakit yok ki gezmeye.

Buradan sonra az daha giderek Tiber nehrine ulaşılıyor. Günümüzde İtalyanlar bu nehre Tevere diye dursunlar ben hala pagan dönem romalıları gibi Tiber demeyi tercih ediyorum. Tiber tekne turu yapılabilecek bir nehir değil. Sakince akan (ama Tuna ‘dan hızlı) ama etrafında yürüyüş yolları olan ve yüksek bir set ile sınırlandırılmış bir nehir. Tekne ile gezilse de birşey görme imkanı olmaz.

Neyse Floransa ve Siena ‘da yaşadığımız şanssızlıklar burada da peşimiz bırakmadı. Vatikan ‘ı defalarca turlayarak hedefimize ulaşmaya çalıştık. İki üç kere nehri geçmek zorunda kaldık ve nihayetinde otobüsü park edecek bir yer bulup otoparktan metro alt geçidi gibi bir yerden Vatika n önlerine çıktık. Bu arada SanAngelo kalesi, eski köprü gibi pek çok tarihi yapıyı , donanma komutanlığı gibi pek çok büyük ve heybetli binayı vb de gördüysekte San Pietro bazilikasının kubbesi hepsinin üzerinde kendini gösteriyordu.

Vatikan. Şehir içinde şehir, ülke içinde ülke.

Her bir ayrıntı ince ince düşünülmüş. Melekler ve Şeytanlar değişik amaçlarında saklı olduğunu söylese de daha ilginç işaretler Aya Sofyada da var. Neyse madem Vatikandayız Vatikandan bahsedelim. Sonuçta ayrı bir ülkedeyiz. Ayrı bayrağı, ayrı yasaları, kendi posta idaresi ve bankası olan , euro kullansada bastığı eurolarda papanın resminin olduğu bir yerdeyiz. Buranın kalbi San Pietro meydanı. Bazilikadan bir çift kolmuşcasına uzanan iki sütunlu yay şeklinde tam ortasında bir dikilitaş olan meydanı sarmakta. Bu kilisenin müminlerini bir ana gibi sardığını göstermekte. Burada mimari hilelerde düşünülmüş. Mesela kolonlar aşağıdan yukarıya doğru büyümekte. Böylelikle aşağıdan bakıldığında kolonlarn kalınlığı her yerde aynı görülmekte. Perspektif bir hile ile altedilmiş. Aynısı kiliseye doğru uzanan yolda da kendini göstermekte. Yol boyunca, köprüye dek uzanan sütunlar belirli bir açıyla tam düz olmayacak bir şekilde sıralanmış. Bu da kiliseden bakıldığında kolonların ip gibi bir sırada durmasına olanak vermekte. Bu hile yapılmasa kolonlar git gide küçülecek ve birbirine yaklaşmış gibi görünecek. Meydanın inşası Bernini tarafından 1656 – 1667 yılları arasında yapılmış.

Aslında Vatikan tepesi Roma yangınından sonra Neron tarafından eğlence ve katliamların yapıldığı sirkin kurulduğu yer. İtalyanların Pietro olarak andığı Petrus burada çarmığa gerildi ve yakınlarda bir yere gömüldü. Constantinus devletin dinini Hristiyanlık olarak ilan edince bazilikal planlı bir kilise inşa ettirdi. Rönesans ve sonrasında kiliseye eklemeler hemen hemen her zaman yapıldı.

Kiliseye dönelim. Büyükçe kutu biçiminde krem rengi bir bina düşünün.Binanın ön yüzünde kalın sütunlar yerleştirilmiş olsun ama. Üstünede pek çok küçük heykel yerleştirilmiş, beyaz iki köşesinde iki saat ekli kaçak kat görünümlü bir başkasını yerleştirin. (Saatlerin ikiside aynı saati göstermemekte.) Ön yüzeyde Kutunun ortasına da zorlama şeklinde yüksekçe bir kubbe birazda zorlamaymışcasına yerleştirilmiş olsun. İşte hayallerinizde bir San Pietro bazilikası inşa ettiniz. Biraz Balyanlar epeyce bir etkilenmiş sanırım bu yapıdan.

İçeri girmek için sıraya giriliyor. Sıra erken saatlerde olmamıza rağmen oldukça uzun ama hızlı ilerlediği için pek umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Sadece çakı, su şişesi gibi nesnelerle girmeniz yasaklı. Öyleki kısa etek, kadınların başının açık girmesi gibi yasaklarında uygulandığını görmedim. Epeyce dekolteli, kısa etekli hatunlarda görüş açıma sıklıkla girdi. Belki kilisenin başka başka yerlerinde yasaklar olabilir ama bazilikada bile kadınlar başı açık, kısa etekli dolaşabiliyorlardı. Macaristanda olsaydı epeyce kavga çıkardı. Yaşasın turizm yaşasın paranın gücü.

Bazilikanın içine girdik. Daha girişte rivayete göre tavan işlemeleri saf altından yapılmış bir narteks karşılıyor bizleri. İç nartekste dış narteksten pekte farklı değil aslında. Yapının her bir noktası işlemeler, rölyefler, heykeller ile bezeli. Aydınlatma sistemi de gayet güzel bir şekilde orjinal yapı içinde sırıtmaksızın yerleştirilmiş.

Apsise girildikten sonra sağ taraftan ilerledik. Sağda camekan ın arkasında sergilenen Meryem Ana ‘nın İsa ‘yı kucağında tuttuğu zarif bir heykel var.Pieta heykeli Michaelangelo ‘nun gençlik yapıtlarındandır. İlerisinde balmumu kaplanmış bir papa cesedi görülebilir. Arada sırada zeminde işlemeli logar kapağını andıran kapaklar göreceksiniz. Bunlar zeminin altında yer alan papa mezarlarının yani kriptanın havalandırması. Kilisenin ortasındaki bir alanda da hristiyanlık alemi için önemli olan kiliseler sıralanmış. 2 numarada Aya Sofya var. Zaten Aya Sofya kilise olsun kampanyalarında İtalyanların bayraktar olduğunu biliyoruz.

Ana nefe doğru ilerlerken devasa altarı geçiyorsunuz. Bernini tarafından Pantheon ‘un kapısındaki bronzların kullanılarak yapıldığı bu eser Baldacchino olarak bilinmekte. Heybetli ama muhteşem güzellikle bir eser. Burada Paulus me Petrus mu hangisi olduğundan emin olamadığım bir heykelin ayağını sıvazlarsanız hacı oluyorsunuz. Kilisenin içi ana baba günü birde bunun için sıraya giren kalabalıkları görünce iyice şaşkınlığa kapılıyorsunuz. Kilisenin en uç noktasında sarı- turuncu bir renkte görünen cam aslında cam değil. Mermer o denli inceltilmişki cam gibi ışığı geçirir hale getirmiş. Özellikle gün doğumunda renginin çok güzel olduğu anlatılmakta. Ama kilisenin devasa kubbesi bende pekte büyük bir beğeni uyandırmadı. Bizim kubbeler gibi yayvan deil burada kubbeler.

Solda şapel gibi neflerden birinde ki İtalyanlar nefleride şapel olarak kullanıyor duvarda ölümü, gerçeği, adaleti ve yardımseverliği simgeleyen bir kapı var. Mükemmel bir yapı. Bu da Bernininin.1678 ‘de tamamlamış ve ustanın kilisedeki son yapıtı. Üstündeki heykel ler arasında papa Chigi de var. 7. Alexander Anıtı olarakta biliniyor. Her bir mermeri ayrı bir ülkeden gelmiş. Makedonya , Verona , İspanya ve pek çok yer. İstanbuldan gelen tek mermer ise hemen arkadaki duvarın altındaki mermer.

Girişe göre sol tarafta Vatikan hazinelerine gidebileceğiniz bir bölüm var. Burası ayrıca ücretli. Aydınlatması güzel olmuş.

Kiliseden çıkınca Vatikan postanesine gidip birşeyler yapalım dedik. Eşim kendine kart gönderecek bense eski filatelist günlerimin hatrına pul alacağım ama nerede..... Kart atmak için çok sıra var ama pul alacak çok param yok J Gerçekten çok pahalıydı pullar.

Vatikan ‘ın enterasanlıkları arasında ordusunu oluşturan İsviçreli muhafızlar var. Bu adamlar profesyonel askerler. Çoğunluğu İsviçre ordusunda subay konumunda. Eli ayağı düzgün olmak ve katolik olmak, hiç evlenmemek gibi şartlar var. Michaelangelo ‘nun dizaynı palyoça kıyafetlerine rağmen bu adamlar aslında birinci sınıf katiller. Ama kıyafetleri neşeli mi neşeli .

Vaktimiz olursa döner kubbesine çıkarız, Sistine şapelini gezeriz dedik. Ama başka bahara kaldı vuslat.

Meydanda biraz vakit öldürüp, çeşmelerinden birinde oturduktan sonra tekrar toplanarak otobüsümüze atladık. Tiber nehrini takip ederek tarihi romaya geçeceğiz. İlkin yıkık Roma köprüsünü geçiyoruz.Orjinal adı Pons Aemilius. Ama sakın kimseye bu isimle köprüyü sormayın. Bilen yok. Sonra şehrin tek adası ve üzerindeki hastane ve kiliseyi geçiyoruz. Haritada uzakmışcasına duran yerler aslında pekte uzak yerler değil. Circus Maximus ‘a doğru ilerlerken solunuzda rotunda tarzı bir tapınak ve güzelce bir çeşme. Burası Forum Boarium. Önce nehir tanrısı Portunus ‘a adanan tapınak hristiyanlıktan sonra kutsanmış böylece yıkılmaktan kurtulmuş. Çeşme ise Fontana dei Tritoni. 1715 ‘te yapılmış. Sağınızda ise Santa Maria di Cosmedin Kilisesi bulunuyor. Bunun içinde Bocca della Verita bulunmakta. Gerçeğin ağzı denen insan yüzü şeklinde bir kanalizasyon kapağı bu. Ortaçağda bu kapaktaki ağzın yalan söyleyenlerin elini kaptığına inanılırmış. (Bizdeki kızlar sütununun iffetsiz kızları yakalaması gibi bir efsane)

Circus Maximus yani Büyük Sirk alanındayız. İtalyanlar Circo Massimo diyorlar günümüzde. Devasa bir alan. Arkada tribünler arasında duran galerileri yer almakta. Harabelerin önünde yeralan ve yarışmaların yapıldığı alanın en ucunda Roma döneminden kalan kule durmakta. Nutkum tutuldu. Romada beni en çok etkileyen ikinci yapı burası oldu.

Büyük Sirk ‘in bitiminden sola döndüğünüzde İstanbulumuzun kurucusu Büyük Constantinus ‘un yaptırdığo zafer takı görülüyor. Mermerden güzel bir yapı. İmparatorun Romaya armağanlarından biri. Gerçektende İstanbul ve Roma birbirlerine çok benzemekte. İki şehrin de yedi tepe üzerine kurulu olması gibi erguvanlarında varlığı ortaklıklardan.

Yola devam edelim. Edelim ki Colosseum ‘a varalım. 72 yılında yapımına başlanıp sekiz sene de bitirilmiş. 55, 000 kişilik yapının üstü bugün bile çözülemeyen bir halat sistemi ile kapatılıp açılabilme imkanına da sahipmiş. Güzel, heybetli bir yapı ama fotoğraflardaki gibi değil. Yapının dış yüzeyi delik teşik. Yapını üzerindeki tüm metal aksam sökülüp eritildiği, pek çok heykel ve mermer parçası San Pietro kilisesinin yapımında kullanılmak üzere yakılıp kireç yapıldığı için bu hale gelmiş. Papa denilen şahsiyetlerin şehr-i Romaya verdikleri zararın başlıca örneklerinden...

Bir tur daha atıyoruz. Bu kez eski Romadaki yeni yapılardan biri olan Vittorio Emanuel anıtı bembeyaz bir kütle olarak karşılıyor bizleri.En önde Emanuel ‘in heykeli görülüyor. Arka fonda ise Roma tapınağını andıran bir yapı ve her iki kenarında da atlı arab aheykelleri yer almakta. Yan tarafından çıkılan merdiveni eski bir Roma yapısına ait kalıntıların omuzları üzerinde uzanmakta yukarılara. Yakınında Trajan ‘ın yaptırdığı marketler. Altı kat sayabildim ben. Eğer gerçekten İstanbul bu Romadan da büyük ve heybetli ise onca yapı nerede? Aya Sofya yıkılsaymış neredeyse bir şey kalmamış olacakmış neredeyse. İki bin yıl önce yapılan dev bir alışveriş merkezi burası. Durmak yok. Tekrar Emanuel anıtına gelmeden bu kez bir zamanlar papalıktaki Venedik elçiliği olan ve sonrasında Mussolini ‘nin kullandığı Palazzo Venezia ‘nın önünden geçiyoruz.

Buradan Karakalla hamamlarına yöneliyoruz. Bir başka dev yapıda bu. Karakalla ‘nın Ankarada da dev boyutta bir hamam kompleksi var. Ama bu yapı devasa. Otobüsle yanından geçerken sanki Ali Sami Yen stadının yanından geçiyormuş gibi hissettim kendimi. Belki daha da büyüktür. Kullanım kapasitesi 1500 kişilikmiş. 400 yıl kadar kullanılmış.

Eski Roma bitti, buradan modern dünyaya dönüyoruz. Termini garının sağındaki Dioklettian Hamamlarının önünde yer alan Repubblica Meydanına çıkıyoruz. Güzel bir meydan .Ortasındaki çeşme Avrupanın en erotik çeşmesi seçilmiş. Ortanın fışkıran su kenarda sere serpe uzana hatun heykellerinin kıçlarına damlamakta. Zarif bir ayrıntı. Hamam ise zamanında epeyce büyükmüş. Yerine Santa Maria degli Angelli kilisesi yapılmış. Köhne görünümlü bir kilise.

Barberini Meydanına varmadan bir köşede indik . Artık Roma ‘ya ayak basmış durumdayız.<ı> Sonsuz şehir ile bütünleştik sonuçta. Cavour Bulvarına çıkıp yürüdük. Art neuveau binaların arasında , birbirinden güzel mağazalara bakıp ilerliyoruz. Şimdili hedefimiz Trevi Meydanındaki Aşk Çeşmesi. Aşk çeşmesi diye burayı bilen söyleyen sanırım sadece biz Türkler. Tüm dünya Fontana di Trevi (Trevi Çeşmesi) diyor başka birşey demiyor. Tahminlerimden çok çok küçük bir yer ama gayet zarif bir yapı.

Nefte deniz Tanrısı Neptün gene bir istiridye içinden çıkmış, iki atlı Triton benzeri arkadaşta yanında ama hafif biraz önünde yer almış atları sürmeye çalışıyorlar. Duvarda, Neptün ‘ün sağında ve solunda birer genç kız heykeli ve tam üstlerinde Romalı askerleri gösteren rölyefler yer almakta. Arkasındaki güzel duvarın üzerinde 1735 yazmakta. Fakat kitaplar çeşmenin Nicola Salvi tarafından 1762 ‘de yapıldığını yazmakta. Rivayete göre Roma askerleri susuzluktan kırılırken Trivia adında bir bakire gelir ve ayağını yere vurup su pınarını ortaya çıkarır. Romalılar su kemerleri ile kaynaktan suyu buraya kadar naklederler.

Bu meydan ana baba günü. Öyle insanlar çekilse de sevdiceğimle rahat rahat bir fotoğraf çektireyim deme şansınız pek yok. Ama burada özgürlük heykeli, lejyoner kılıklı arkadaşlarla 1 -2 Euroya fotoğraf çektirebilmeniz mümkün. Özellikle lejyoner kılıklı arkadala fotoğraf çektirmenizi öneririm. Orjinal hali bile anormal olduğu için bu uçubeyi görüntülemek eğlenceli olacaktır. Ayrıca çeşmeye para atarsanız Roma ‘ya bir daha gelebildiğinize inanılmakta. Atılan paralar geceleri toplanmakta ve geliri hayır işlerinde kullanılmaktaymış. Toplandığından şüphem yok ama hayır işleri kısmı soru işareti. Neyse bizde attık. 10 Kuruş attım. Bir daha gelirsem ya çok ucuz bir turla geleceğim yada interrail ile oğlumu peşime takıp .Ötesi yok J

Çeşmenin etrafında güzel kafeteryalar var. Fiyatları pekte pahalıca değil. Genelde Pakistanlılar çalışıyor. Hatta biz birkez daha uğrayıp birşeyler atıştırıp giderken aldığımız hediyelik eşyaların orada unuttuğumuzu farkedince bir koşu oraya döndüm. (Romada bile koştum. )Bulup sahibi gelirse diye saklamışlar. Anlatıldığı gibi kötü, art niyetli insanlar yok. Ya da bize denk gelmedi. Ayrıca çeşmenin tam karşısında bir ayakabıcı var. Özcan ‘ın dediğine göre ucuz ve kaliteli mal satan bir mağaza imiş. Bize göre Tekin, Ziya fiyatlarında bir yer. Ama İtalyanın alım gücüne göre gerçekten çok ucuz.

Burada öğle yemeği için bizde birşeyler atıştırdık. Pekte pahalı değil. Ama İtalyan pizaları epeyce ince. Ben spagetti yedim. Afşin Abi ‘nin hamsili pizasından tattım.

İspanyol merdivenlerine doğru yöneliyoruz şimdi. Sağlı sollu uzanan güzel binaları geride bırakırken karşımıza gene bir anıt sütun çıkıyor. Yapı olarak bizim Gotlar sütununu andırmakta. 8. Piu ‘nun bu sütunu 1857 ‘de Meryem Ana ‘nın günahsız doğumunu anlatmak için diktirdiği yazmakta. Sütunun tepesinde İsa olduğunu sandığım birinin heykeli var. Sanırım Çemberlitaşta zamanında böyle görülmekteydi.

İspanyol Merdivenlerinin başındaki çeşmeye gelince kafanızı kaldırıp merdivenlerdeki çılgınca kalabalığı seyredin bir süre. Mersivenler bittikten sonra iki teras, ardında bir dikilitaş daha ve görüntüyü tamamlayan iki çan kuleli, beyaz Santissima Trinita del Monti kilisesi. Sanki tüm dünya burada buluşmuş gibi. Aşağıdaki çeşme de oldukça güzel. Fontana della Barcaccia olarakta bilinen çeşmeyi Bernini ‘nin babası Pietro yapmış. Oval, küçük çeşmenin içerisinde mermerden bir kayık var. Burnundan, demir atılan yerlerinden su akıtmakta. Suyu içilebilir dense de etrafında elini, kolunu suya sokan tipleri görünce vaz geçtim. Roma ‘nın bir güzel yanıda çeşmelerindeki suların içilebilir olması, havuzlarındaki suların ise tertemiz olması. Ne çöp var içlerinde nede suların renginde bir kirlilik.

Buradan pahalı mağazaların olduğu bir caddeye sapıyoruz. Caffe Greco ‘nun caddesi bu. Buradan daha büyük bir caddeye ulaşıp sola sapıyoruz. Önce yolun sağında Trajan Sütununa çok benzeyen Marcus Aurelius sütunu görülmekte. İmpaatorun yaptığı savaşları anlatan rölyefler sarmal bir şekilde heykelin altından tepesine dek uzanmakta. Burası Piazza Colonna. Yolun karşısında ise Palazzo Chigi var. Bu da güzel bir yapı. Başbakanlık konutu olarak kullanılmakta. Berlusconi ‘ye bir uğrasaymışız. Ayıp oldu adama.

Buradan ara sokalara girdik. Borsa binasının duvarı komple Hadrian tapınağı. Buradan şehrin ne kadar yükseldiği de anlaşılmakta.

Artık Roma ‘nın en mükemmel yapısına ulaşmış durumdayız. Burası Pantheon. Tüm tanrılara adanmış tapınak burası. İlkin Agrippa tarafından dörtgen bir yapı olarak 27 ‘de yapılmış. imparator Hadrian 118 ‘de burayı tasarlamış ve inşa ettirmiş. Görülüyorki ilham geldi mi romalı imparatorlar büyük yapıları tasarlıyorlar. (Aya Sofya da Justinianos tarafından tasarlanmış rivayete göre . Sonrasında Romadaki ilk katolik kilisesi olmuş. Ama kilise tarafından şeytanın gözü ilan edilmiş kubbesinin tam ortasındaki delik nedeniyle. Oculus denmekte bu deliklere. 7. yy ‘da Romalılar vebanın bu delikten gelen şeytanların işi olduğuna inandıklarından burayı vaftiz ettirmiş sonrada kiliseye çevirtmişler.

Yapının girişindeki kısmı tam onaltı sütun taşımakta. Burada da yüzey delik deşik. Çünkü papalık yüzeye kaplı metal levhaları söktürmüş. Pantheon yapıldığında küçük bir tepenin yamacındaymış. Zaman ve insan etkileri ile on metre kadar alçalmış bulunduğu yer günümüzdeki Roma zeminine göre.

Pantheon ‘un içine girdik sonunda. Girer girmez çarpıldık. 40 metrelik dev kubbenin tam ortasından içeri giren gün ışığı tüm mekanı aydınlatmakta. Kubbe altı metrelik duvarlarla desteklenmiş. Hafif olması içinde hafif malzemeden kaplamalara kullanılmış. Sadece biz vurulmamışız bu yapıya. Thomas Jefferson bu yapının bir benzerini Virginia Üniverisitesine yaptırmış. Tipi amerikan görgüsüzlüğü. Zemindeki izlerin yerinde eskiden bronz kaplı imiş. Papa 8. Urban (tam bir sanat düşmanı olmalı) San Angelo kalesine top yapılsın diye bunları söktürüp eritmiş. Adam tam anlamıyla bir vandal ki bununla da kalmayıp orjinal kapılarıda erittirmiş. Metal daha sonra Bernini ve Borromini tarafından San Pietro kilisesindeki Baldacchino ‘nun yapımında kullanılmış.

İçerisinde ağırlıkla olarak toprak rengi mermerlerin kullanıldığı görülüyor. Yürürken ayağınızın sürtünmesinden çıkan ses defalarca tatlı bir sesle yankılanmakta. Garibaldinin, Rafaelin mezarları hep burada. Anı defterinin başına bir görevli koymuşlar kadın Sophia Loren filmlerindeki cadaloz kaynanaya birebir benzemekte.

Tahta sıralara oturduk eşimle. İçeriyi dolanan çekik gözlüleri, duvarlardaki resimleri izledik bir süre.

Yine ortasında çeşme olan etrafında kafeteryaların sardığı küçük bir meydan daha, Piazza Rotunda. Çeşmenin otasında bir dikilitaş, dikilitaşın eteklerinde ise Romadaki hemen hemen her çeşmede göreceğiniz çirkin görünümlü balıklardan var. Rengarenk, pastel tonlu binalar buradaki korkunç kalabalığa gölgelik olmuş.

Buradan Romadaki en güzel meydan olan Navona Meydanına çıktık. Roma döneminde araba yarışlarının yapıldığı oval bir meydan burası. Tam karşıda büyükçe, kubbeli bir kilse ve yanında Brezilya elçiliği var. Etraf kafeteryalarla dolu. Bir fincan kapuçino 5 euro. Kapuçinonun yanında bir bardakta su getiriyorlar. Tadını beğendiğimi söyleyemeyeceğim ama insanı yakan güneşin altında su iyi gitti. Ayrıca burada olma kapayrı bir duygu. Meydanın ortasında üç tane çeşme var. Biri Melekler ve Şeytanlarda Robert Langdon ‘un suikastçi ile dövüştüğü meydan. Çeşmelerin arasında turist grupları, resim, karakalem çalışmaları yapıp satmaya çalışan sanatçılar ne ararsanız var.

En ünlü çeşme, Fontana dei Quattro Fiumi ‘dir. Bu ortasında dikilitaş olan çeşme. Buradaki heykeller eski dünyanın bilinen dört nehri olan Nil, Ganj, Tuna ve Plata Nehri ‘ni simgelemektedir. Solundaki çeşme ise Fontana del Moro. Moro burada, Mağripliyi simgelemekte. Bunlar Bernini tarafından yapılmış eserler. 19. yy ‘a dek meydandaki bu çeşmelerin giderleri kapatılıp meydanı su basması sağlanırmış. Zenginler burada tekneleri ile gezermiş. Rivayet böyle...

Meydanda tur bitti ve rehber bizi serbest bıraktı. Sonunda eşimle başbaşa kaldık. Yukarıda da dediğim gibi kafeteryada birşeyler içtikten sonra Pantheon ‘a uğradık. Sadece ayağımı zemine sürüp çıkan sesi dinlemek için. Gerekirse bir daha sadece bunu yapıp çıkan sesi dinlemek için Roma ‘ya gidebilirim.

Akşam, mesai bitimi. İtalyanlarda bizden pek farklı değil. Başbakanlık konutu olan Palazzo Chigi ve diğer devlet dairelerinin olduğu yerlerde motosikletli eskortlar çıkıyor ardından kaliteli bir araba. İşlerinden çıkanlarda durakları doldurmaya başlamış en akılcıl yöntem yürümek gibi görünüyor. Biz İspanyol merdivenlerindeki terasa çıkalım diye yola koyulduk. Burada yolumuzun üzerindeki Sant’Ignazıo di Loyola kilisesine denk geldik. Tur planlarında olmayan bir kilise ama bence görülmesi gerekli. Büyük, serin bir mekan. Kubbesiz. Başlangıçta kubbe yapılmak istendiyse de kilisenin yakınlarındaki rahibeler manzaralarının kapanacağının öne sürerek itiraz etmişler. Bunun üzerine düz bir tavan yapılmış ve içi çok güzel resmedilmiş. Andrea Pozzo 1685 ‘te yapmış tavanın resim işlerini. Cizvitlerin başarıları resmedilmiş. Dört kadın dört kıtayı betimlemekte kullanlmış.

Nedendir bilinmez İspanyol merdivenlerine gitmedik. Bunu yerine tekrar aşk çeşmesine gittik. Dondurmacı aradık ama aradığımızı bulamadık. Çeşmeyi gören bir yere oturup etrafı seyrettik. Buradan ana caddeye gidip UPIM mağazasına girdik. Burası kozmetik vb ‘yi oldukça ucuza alabileceğiniz bir yer. Zaten İtalyanların indirim mağazalarından. Burada önceden aldığımız hediyelikleri unuttuğumuzu görünce bir koşu kafeteryaya gittim. Neyse ki hediyelikleri saklamışlar. Oradan döndüm.

Buluşma noktasında hesaplı, bizim BIM ‘lere benzer bir mağazaya denk gelip biraz alışveriş yaptık. Roma işte topu topu bu kadar sürdü.

Roma sonuçta aslında kolay gezilebilen bir yer ama tek günlük değil. Bir gün vatikan ve navona meydanı gibi yerler gezilir. Sonrasında tarihi kısım ve Piazza Venezia çevresi gezilir. Bir sonrasında ise Borghese bahçeleri, ostia antica dolaşılabilir. Dördüncü gün ise atlanılan yerler gezilebilir yada yakın çevreye gidilebilir.

Bununla beraber gezilmesi zor değil. Önemli noktalar birbirine epeyce yakın.

İstanbul ‘un eskisi işte. Kolay olmuyor gezmesi...

 
Toplam blog
: 35
: 3517
Kayıt tarihi
: 10.08.09
 
 

Gezmeyi severim. Aileden gelen bir alışkanlık bu. Ufacıktım gezdiğimi hatırlıyorum. Gezeceğim. Ağ..