Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Tuna boyunda bir serhat şehri: Belgrad

Tuna boyunda bir serhat şehri: Belgrad
 

Geçenlerde yine rüyasında yanlışlıkla "Şefaat ya Resulallah!" diyeceği yerde "Seyahat ya Resulallah!" demiş Evliya Çelebi misali, yola çıkmadan önce birkaç dakika içinde doldurup yola revan olduğum emektar bavulumla Tuna boylarına doğru yola çıktım. Beni bir zamanlar Estergon kalesine götüren yollar, bu defa Suva ve Tuna nehirlerinin kesiştiği yerdeki Belgrad ve onun ufak bir kasabasi Smederevo'ya götürdü.

Her ne kadar bu bir zamanların türk serhad boyunda artık değil türklerin, ne boşnakların ne de hırvatların esamisi okunmuyor olsa da yüzyıllar ötesinde atılmış olan türk imzası sokak adları ve mahalle adları "Teraziya" mahallesi, "Fikir bayırı" tepesi gibi bir sürü isimle yaşıyor (onların deyimiyle bu Tuna'ya üstten bakan ve sevgililerin düşüncelerini birbirlerine anlattıklari efil efil esen tepenin adi, Fiçirbayir). Buralarda artık ne türk var, ne hırvat var ne de boşnak; varsa yoksa sırp! Çünkü sırplar bir bahar temizliği yapıp kendilerinden sadece dinleri ile ayrilan oysa ayni dili konuşan hırvatları da kovdular. Boşnaklar hırvatlar kadar şanslı değildi: onlar toplu olarak imha edildiler. (Malum sırplar sırp ortodoks kilisesine, hırvatlar ise Roma'ya bağlı. Eh boşnaklar da yönlerini kıbleye çevirmiş durumdalar.) [Ama sakın aldanayım demeyin: yüzyılın son katliamını yapan sırplara AB kapısı açılacak ama biz bahçede beklemeye devam edeceğiz. Çünku bir büyük "talihsizlik" sonucu (!), 9. yüzyılda arap kılıcı altinda atalarimiz din olarak islami secince biz de "in" gruba giremedik (baska birsey diyecektim ama neyse) ve kaldık şarklılar içinde. Avrupalılar adam kesse de avrupalı, biz ise ağzımızla kuş tutsak "öteki"...]

Kaldığım otel Belgrad'in tam merkezinde bir yerdeydi. Gecenin uykulu bir saatinde 80li yıllarda izbe yollardan geçip ulaştığım Belgrad, şimdi ise ışıl ışıldı. Her ne kadar Nikola Tesla Havaalanı bizim eski Esenboğa terminalinden sadece bir gömlek daha iyiyse de, Belgrad'da Yeni Belgrad kurulmuş ve yüksek ticaret merkezleri ile bezenmişti. Ancak NATO uçakları tarafından bir beyin cerrahı maharetiyle yandaki hiçbir binayı etkilemeden bombalanmış devlet binalarının metruk görüntüsü gece karanliginda bile insanı dehşete düşürüyordu. Ertesi sabah ise adam öldürme teknolojilerinin ne denli gelişmiş olduğunu bütün çıplaklığı ile görerek teknik bir insan olmama rağmen hayret ettim. Ama en çok hayret ettiğim bu değildi. Kapanmakta olan otel lokantasının son müşterisi olarak ısmarladığım "çorba"nın gelmesini beklerken, gözüm duvarda Miloş Obiliç'in 1389 yılının bir Haziran günü perişan olmuş sırp ordusunun kalıntıları içinde muzaffer 1. Murat Hüdavendigar'i hançerle karnından yaralayarak şehit edişini resmeden uyduruk bir yağlı boyaya takıldı. Birden kendimi kötü hissettim bu bitmeyen hınç karşısında ve aslında Türk olduğumla da gurur duydum. Kazandığımız onca zafer içinde birisini öldürdü diye kahraman yaptığımız tek kişimiz yok. İşte buyurun sırpların Miloş Obiliç'i; Ermenilerin Talat Paşa'yı Berlin'de şehid eden Daşnak katilleri... hepsi "ulusal kahraman"!

Neyse efendim....ertesi gün Smederevo'ya gittim beni almaya gelen araçla. Iki şeritli "otoyol" da aynı bizim yollarımız gibi TIRlarla dolu. Ama o ne! Bu TIR'ların çoğu TR plakalı. Evet gördüğüm TIR'ların çoğu türk. Bu ticaret durumumuz iyi anlamına geldiği gibi, onca emteayı gemi veya demiryoluyla nakletmeyi akıl edemediğiz anlamına da gelebilir. Beş gün içinde galiba sadece bir yunan TIR'i gördüm. Oysa bankalarin çoğu Piraeus Bank'a, benzin istasyonlarinin çoğu da Hellenic Petroleum Company'e ait. Ama haksızlık etmeyelim: Bir otoyol dinlenme tesisinin önünü boydan boya süsleyen panoda "Bursa Lezzet Lokantası - tereyağlı iskender ve çorba bulunur" levhası ortalığı hepten yunanlılara bırakmadığımızı göz kırpıyordu bana. Ama sonuç olarak beş asır bu millete hükmeden türkler şimdi onlar icin çorba pişiriyordu. "Neydim deme, ne oldum de!" atalarsözünü hatırladim birden.

Smederovo'daki demir-çelik fabrikasında işlerim iyi gitti ama o yemekhaneye gitmek yok muydu! Bu sırplar anlaşılan tarihi ancak yemek yerken öğrenebiliyor olmalılar. Zira bu yemekhanenin de duvarında boydan boya türklerin Smederevo kalesini alışları resmediliyordu. Bu karakalem eskizin bir fotografını, çok istememe rağmen fabrikaya fotoğraf makinasının girmesinin yasak olması nedeniyle alamadım.

Ve "Istanbul kapiya"dan sonra "Defterdar kapiya" ve ondan sonra küçük bir "çupriya (köprü)" üzerinden geçilerek girilen "Kalemegdan" kaleiçi ve "Sahat kuleya". İşte şu köşede Anadolu usulu bir tekerlekli camekan içinde "gevrek" satan bir satıcı. Biraz ötede ise sonbaharın habercisi "kebap kestane" satan bir diğeri. Sokollu Mehmet Paşa'nin (onlarin deyisiyle Megmet Pasa Sokoloviç) hediye ettigi zarif çeşme ve görkemli çınar ağaçlarının gölgesinde yüzyılların ötesinden gelen derin uykusundaki Belgrad valisi Ali Paşa'nin türbesi. Serinliklerin ve yeşilliklerin ortasındaki yalnizliğini onların ruhlarını yadederek şenlendirmeye çalıştım o erenlerin. Kale surlarının içine ilistirilmiş kuüçük bir müzede yüzyillar içinde Belgrad'in hikayesi anlatılırken türklerin nasıl sur inşa etmede de geri kaldıklarını, oysa fransızların surları bizimki gibi düz bir duvar yapmak yerine hep ok uçları gibi girintili çıkıntılı yaparak top mermilerinden ve özellikle saldırılardan koruduklarını öğrendim. Matbaayı öğrenemediğimiz gibi meğerse sur yapmayı da öğrenemeyince avrupadan biletimizi kesmişler.

Bir başka Tuna boyu şehrinde ata yadigari anılari tazelemek üzere, seyahatim yine başladığım Ankara'da bitti. Kalın sağlıcakla...

 
Toplam blog
: 14
: 3754
Kayıt tarihi
: 29.06.06
 
 

1953 Trabzon doğumluyum. TED Ankara Koleji (1971), ODTÜ Makina Müh (1976) lisans, University of New ..