Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '07

 
Kategori
Eğitim
 

Tunceli'ye değil sanki başka bir ülkeye giriyorduk

Tunceli'ye değil sanki başka bir ülkeye giriyorduk
 

Uyandığımda saat sekize geliyordu. Traş oldum. Üzerimi giyindim ve aşağıya indim. Aşağıya indiğimde Ahmet Bey ve şoför beni bekliyorlardı. Ahmet Beyle kucaklaşıp, hal hatır sorduk. Kahvaltıdan sonra Tunceli’ye doğru yola çıktık. Arabamız 1990 model ford markaydı. Elazığ’a ilk defa gelmiştim. Akşam karanlık olduğu için şehir hakkında bir fikir yürütememiştim. Gündüz gözüyle gördüğüme göre Elazığ orta büyüklükte bir kentti. Şehrin doğu çıkışına Diyarbakır-Bingöl kavşağı vardı. Doğru giden yol Diyarbakır’a gidiyordu. Biz ise sola dönmüş Bingöl’e doğru ilerliyorduk. Havaalanı kavşağını geçtik. Yolun sağında bir dağ sırası uzanıyordu. Solumuzda ise Keban Barajı vardı. Arıcak yol kavşağına ulaştığımızda yine askerler nöbet tutuyor, araç kontrolü yapıyorlardı. Kontrolden geçtik. Sağımızdaki bakır işletmelerini izleyerek onbeş-yirmi dakika sonra Elazığ’ın Kovancılar İlçesine ulaştık. İlçe çıkışında sola küçük bir yol ayrılıyordu. Levha da o yön Tunceli’yi gösteriyordu. Arabamız yavaşladı ve sola döndü. Bir süre ip gibi uzanan dar bir yolda ilerledikten sonra hafif bir yokuş tırmandık. Yokuştan sonra yol bir vadiye doğru inmeye başladı. Vadide yağmur sularıyla coşmuş bir ırmak akıyordu.

''Bu ırmağın adı nedir?'' diye sordum.

Şoför:

''Peri Suyu, müdürüm.'' dedi.

Döne döne köprüye yaklaşmıştık. Köprünün ilerisinde olağanüstü bir hareketlilik gözüküyordu. Yine kum torbaları, torbanın arkasında askerler vardı. Otobüsler, kamyonlar ve otomobiller durdurulmuştu. Askerler telaş içinde hareket ediyorlardı. Sanki başka bir ülkenin sınırındaydık ve pasaport kontrolü yapılıyordu. Bir asker bizim araca ''dur'' işareti yaptı. Durduk:

''Hangi kurum? ''diye sordu.

Şoför:

''Milli Eğitim.'' dedi.

Asker şöyle bir yüzümüze baktı. Hareket etmemize izin verdi.

''Eğer milli eğitim müdürü olduğunuzu öğrenselerdi konvoyu beklemek zorunda kalabilirdik.'' dedi Ahmet Bey. ''Daha geçen aya kadar resmi araçların konvoysuz şehir dışına çıkmasına izin vermiyorlardı.''

Neyse ki konvoyu beklemek zorunda kalmamıştık. Bir köyden geçtik. Okula baktım. Harap bir vaziyetteydi.

''Okul kapalı mı? '' diye sordum.

Ahmet Bey:

''Bütün köy okulları kapalı. Karakol bulunan birkaç köy hariç.'' dedi.

Biraz ileride solda büyük binalar gözüküyordu.

''Orası neresi?'' diye sordum.

''Akpazar Kasabası. O görünen binalar da bizim Hasan Ali Yücel Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’na ait.''

Tekrar tepelere doğru tırmandık. Tam tepeye çıktığımızda yolun kenarında iki tank vardı. Daha önce şahit olduğum bir durum değildi bu.

''Tanklar burada ne geziyor?''

''Burada güvenlik önlemi almışlar. Sanıyorum üst düzey birisi il dışına gidecek veya il dışından gelecek.''

Daha sonraki gidiş gelişlerimde pek çok kez gördüm askerleri orada. Yağmur yağarken, rüzgar eserken, bazen kar üstünde, bazen çamur içinde güvenlik sağlamaya çalışıyorlardı.

Tekrar tepeden aşağı doğru indik. Keban Baraj Gölü ta buralara kadar uzanıyordu. Göktepe Köyü’nden geçtik. Göktepe İlköğretim Okulumuzun bacası tütüyordu. Sevindim.

Mazgirt Köprüsü’ne yaklaşmıştık. Yol ayrımında yine kontrol vardı. Kontrol için araçlar durdurulmuştu. Bizi de durdurdular. Aracın hangi kuruma ait olduğunu sorup bıraktılar. Munzur Çayı üzerinde yeni bir baraj yapılıyordu. Baraj inşaatının yanından geçtik. Basında duyduğunuz, yıllardır bir türlü hizmete alınamayan, trilyonlara mal olan, trilyonlar çalındığı iddia edilen Uzunçayır Barajı’nın yanından yani.

Sol tarafımızda yüksek kayalıklar vardı. Sağ tarafımızda Munzur Çayı akıyordu. Çay dedimse kocaman bir nehir.

Ama yakın dedikleri Tunceli henüz gözükmüyordu. Kendimi tutamadım.

''Tunceli nerde kaldı?'' diye sordum.

''Az kaldı müdürüm. Yaklaşık on-onbeş kilometre.'' dedi şoför.

Terk edilen binaları harabeye dönmüş bir köyden geçiyorduk. Okul tam yolun kenarında ve harap vaziyetteydi. Anlaşılan kapatalı yıllar olmuştu.

Yolun sağında yakılmış, yıkılmış bina kalıntıları vardı. Merak edip, bakınca Ahmet Bey açıklama gereği duydu:

''Buralar il tarım müdürlüğüne aitti. Tavuk yetiştiriliyordu. İçindeki tavuklarla birlikte yakılmış'' dedi.

Virajı dönerken nehrin üzerindeki yaya köprüsü ilişti gözüme. Halatları koparılarak kullanım dışı bırakılmıştı. Munzur Çayı hızlı hızlı, toprağı yalayarak, yüreklere ürperti salarak akıyordu. Akmıyor koşuyordu.

Nehrin öte yakasında birkaç ev gözüküyordu.

''Karşıdaki evlerde insanlar yaşamıyor mu?'' diye sordum.

''Yaşıyor.''

''Peki köprü yok. Karşıya nasıl geçiyorlar?''

''Salla geçiyorlar.''

''Peki Köprü niçin kullanılmaz hale getirilmiş?''

''Devlet yıktı köprüyü.'' dediler. ''Dağdakilerin geçişini önlemek için.''

İçim sızladı. İnsanlar yararlansın diye yaptığın köprüyü yıkmak, diktiğin ormanı yakmak zorunda kalacaksın, olacak iş mi? O günlerde devletin kendi yaptığı köprüyü yıkmasını, kendi diktiği ormanı yakmasına bir anlam verememiştim.

Az ileride yine yol kenarında tanklar vardı.

''Burası Dinar Deresi.'' dedi Ahmet Bey. ''Burası kritik noktalardan birisi.''

Son virajı da döndüğümüzde nihayet, kent görünmüştü. Virajı döner dönmez bu defa polis kontrol noktasıyla karşılaştık. Kente girenleri polisler de kontrol ediyordu. Kontrol noktasını geçtikten sonra Ahmet Bey sağdaki binayı göstererek:

''Yeni vilayet burası.'' dedi.

''Milli Eğitim Müdürlüğü vilayette değil mi?''

''Hayır, biz eski yerimizde kaldık. Eski idarecilerimiz vilayetin içinde olmak istememişler.''

Yeni Tunceli’den geçiyorduk. Birkaç yıl içinde pek çok ev yapılmıştı burada. Apartman inşaatları peş peşe yükselmeye başlamıştı. Tekrar vadiye indik. Munzur Çayı ile Pülümür Çayı’nın buluşma noktasına geldik. Munzur Çayı üzerinde karşıya geçmemizi sağlayacak başka bir köprü vardı. Köprü başını özel kuvvetler tutmuştu. Pülümür yolu başlangıcında askerler Pülümür yönüne gidenleri kontrol ediyorlardı.

Sola döndük ve şehre girdik. Ortada küçük bir meydan, meydanın hemen yanında belediye binası yer alıyordu. İleriki yıllarda Tunceli’nin nabzının bu meydanda attığına şahit olacaktım. İnsanların burada buluştuğunu, burada konuştuğunu, söylemlerini ve eylemlerini burada yaptıklarını gözlemleyecektim.

Adı büyük kenti küçük Tunceli dağların kucağına saklanmıştı sanki. Öğretmen evi belediye binasının karşısındaki sokaktaydı. Doğruca öğretmen evine geçtik.

Odamı ayırmışlardı. Hemen birinci katta ve öğretmen evinin en lüks odası sözde. Hemen bütün milli eğitim müdürleri bu odada konaklamış. Şimdi ben konaklayacağım. Benden sonra kimler konaklayacak kim bilir? Oysa ben hiç sevmem kapalı yerleri. Hele önünde dümdüz uzanan bir ova yoksa, güneşin doğuşunu ve batışını görmüyorsam. Ama şimdi mecburdum. Ne kadar süre bu odada konaklayacağımı da bilmiyordum.

Eşyalarımı yerleştirdikten sonra Milli Eğitim Müdürlüğüne çıktık. Personel beni merak ediyordu anlaşılan.

''Hoş geldin'' demek ve meraklarını gidermek için hemen hepsi yanıma uğradılar. Şube müdürlerimizle ve ilköğretim müfettişlerimizle tanıştık. Öğleden sonrası için Vali Beyden randevu aldım. Öğleden sonra yanına gidip ''uygun görürse görevime başlamak istediğimi'' söyledim. Vali Mehmet Ali Bey konuşkan bir adamdı. Ben kısa sürede ziyaretimi tamamlayıp makamından çıkmayı planlamıştım ama olmadı. Laf lafı açtı. Ziyaretim uzun sürdü. Vali Bey mülkiye müfettişliğinden gelmişti. Tecrübeli bir insandı. Vali Beyin makamından çıktıktan sonra vali yardımcılarıyla tanıştım. Tekrar Milli Eğitim Müdürlüğüne döndüğümde mesai saati bitmişti. Gelen yazıları kontrol ettim. Acil olarak gitmesi gereken ve imla hatası olmayan evrakları imzaladım. Bir taraftan da müdürlüğümüzle ilgili ilgililerden bilgi aldım.

Akşama öğretmen evine döndüm. Sokakta kimse yoktu. Herkes evine çekilmişti. Ben de odama çekildim. Evi aradım. Eşimle ilk izlenimlerimizi paylaştık. Sonra yatağıma uzandım, uzandığım yerden bir süre televizyon izledim. Evet, Tunceli gerçekten farklı bir yerdi. Ve bu farklılık insana ürperti veriyordu.

 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..