Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '13

 
Kategori
Güncel
 

Tuncer Kurtiz ve Turgut Özakman'ın ardından

BİLGELİK SOYLULUKTUR

Bilgelere oldum olası hayran olmuşumdur. Bırakın bilgeyi, bilge kavramının kendisi bile ben de derin bir hayranlık uyandırır; işte bu nedenle olsa gerek kendime sormuşumdur, hep: Benim bilgelerim kimdir, diye. Bu soruyu yanıtlayabilmem için bilge kişiden ne anladığımı bilmem gerek hiç kuşkusuz.

Bilgelik, bilgiyi sevmektir. Bilginin derinliklerinden anlamlar çıkarabilmektir. Nedense bilgeleri heykeltraşlara benzetirim. Şöyle düşünürüm: Nasıl, bir heykeltraş çamura şekil veriyor, mermeri yontuyor, kayayı düzeltiyor, kullandığı malzemeden yeni bir varlık elde ediyorsa, bilge de bildiklerinden yeni bilgiler, yeni anlamlar, yeni kavramlar, yeni düşünceler yaratır. Romalı satirik şair Persius, “Kimse kendi içine girmeye çalışmaz,” der. İşte ben bu sözden anlarım ki, bilge, kendi içine girmeyi başarmış, kendi olabilmiş, sıradanlığı sıradışılığa çevirmiş kişidir. Bilgeliğe bu bakış açısıyla baktığımda benim bilgelerimin sayısı çoktur, elbette; ama ben bugün art arda kaybettiğimiz iki büyük bilgeden söz edeceğim; Tuncel Kurtiz ve Turgut Özakman’dan…

Yılmaz Güney’in yol arkadaşı olan Tuncel Kurtiz’i uzun yıllar ne kimse tanıdı, ne de bildi. Oysa o hep vardı. Yanıbaşımızdaydı. Yaşadığımız kentte, yürüdüğümüz sokakta, oturduğumuz evde, bindiğimiz belediye otobüsünde veya Şirket-i Hayriye’den beri olan vapurdaydı. Bir göz ucu mesafede, hep kısa menzillerimizin içindeydi. Görmedik onu, yok saydık. Sinemografisine baktığınızda 100’ün üzerinde filmde rol oynamış, üstelik bunların birçoğunun hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yapmış olan bu muhteşem yetenek, sadece bir sinemacı değil; aynı zamanda yazardı, şairdi. Ama biz bilmedik onun yazarlığını, okuduğu şiirlerin kime ait olduğunu da bilmedik, sık sık kendi şiirlerini okusa da. Çünkü biz, popüler kültürün racon kesen Ramiz Dayı’sını ve diğer dayılarını biliriz. Ne de olsa severiz dayılanmasını, dayılanamasak da dayılanmayı bilenlere pek bir imreniriz. O yüzden hep bir dayımız olsun isteriz. Sinemanın bu büyük ustası, örneklerine çokça rastlanan, çok sıradan olan televizyon dizilerinden birisi olan Ezel’de Ramiz Dayı’ya hayat vermek zorunda kalmasaydı, büyük çoğunluğumuz ömrünün son on yılında tanıdığı bu büyük ustayı tanımaktan mahrum olacaktık. Oysa  o, Sürü filminin Hamo’su, Duvar filminin ise Tonton Ali’siydi. Bereketli Topraklar Üzerinde’nin senaristi ve yapımcısıydı. Yazardı, Tuncel Kurtiz. Bölük Pörçük adı altında hayatını anlattığı kitap tek baskı yapmış, baskı adedi 2000 olan bu kitap sekiz yıla yakın bir süredir hala tüketilememiş. Sayıklamar adlı kitabı ise 1995 yılında yayınlanmış ve zor da olsa tükenmiş; ama ikinci baskısı yapılmamış. Kendisinin de farkında olduğu üzere, yazar adı Ramiz Dayı olan bir kitap yazsaydı, satış rekorları kırardı. Bilgelerin kaderidir, yaşarken bilinmemek, hayatın büyük bir bölümünde yalnızlığa mahkum olmak. Çünkü onların sıradışı ruhları sürekli olarak  “sıradan ruhlar tarafından engellenir.” Tıpkı Tuncel Kurtiz gibi.

Turgut Özakman’ı Türk Tiyatrosunun dev ismini, Devlet Tiyatroları Genel Müdürünü, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğretim üyesini Türk Toplumu çok uzun yıllar bihaber yaşadı. Aslında bu duruma şaşırmamak gerekir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, çoğu insan yaşadığı kentteki tiyatronun yerini bilmiyor.  Bu nedenle de tiyatroların kapısına teker teker kilit vuruluyor, zaten. Bu şartlar altnda nasıl tanınıp bilinecekti ki Turgut Özakman? Ama o kendisini tanıtmasını geç de olsa bildi.  Kendi deyimiyle elli yıllık emeğinin ürünü olan “Şu Çılgın Türkler”i 2005 yılında piyasaya çıkararak başardı, bunu.  Ne hazin değil mi? Ölüm var ve hep baş ucumuzda, herkes bunun farkında olarak yaşıyor.2005 yılında yetmiş sekiz yaşında olan Turgut Özakman, “Şu Çılgın Türkleri” yayınlayamadan yaşamını yitirseydi, ondan bihaber olacaktık. Bu başarı öyküsü bana şunu öğretti: İnsanların kitap okumadığı bir ülkede; neyi, niçin, nasıl anlatacağınızı iyi bilirseniz bir milyondan fazla insana kitap okutabiliyorsunuz. Ölüm gerçeğini belki de herkesten iyi bilen bu koca çınar, ilerlemiş yaşın getirdiği hastalıklara rağmen günde on iki saat çalışarak “Diriliş- Çanakkale 1915” ve “Cumhuriyet- Türk Mucizesi”, “Cumhuriyet-Türk Mucizesi 2” adlı destansı romanları bitirmeyi başardığı gibi, bir de üstüne “Şu Çılgın Türkler-Kıbrıs”ı yazdı. Üstelik bu kitaplar,öyle risale boyutunda kitaplar değil, gerçek birer kitap. Her birinde binlerce belge, yüzlerce resim, onlarca harita var.

Turgut Özakman artık yok. O,Türkiye gibi bir ülkede bir milyondan fazla satan (basılan değil) bir kitabın yazarı olmayı başarmış birisiydi -başka bütün özelliklerini bir kenara bıraksak bile- sadece ve sadece bu özelliğiyle bir yurttaş olarak yaşadığı topluma olan borcunu ödedi, aydın olmanın sorumluluğunu fazlasıyla  yerine getirdi. İşte bunun adı soyluluktur. “Soyluluk sizin geçmişinizde değil, gittiğiniz yolun üstündedir” diyor Nietzsche.

Yürüdükleri yollara ve o yollarda nasıl yürüdüklerine bakarsak Tuncel Kurtiz’in de, Turgut Özakman’nın da soylu yolculuklarının devam ettiğini çok net bir şekilde görürüz.  

 

 

 
Toplam blog
: 22
: 501
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

Ben,"bir şey biliyorum, hiçbir şey bilmediğimi."Ben, bilimin en büyük yol gösterici olduğuna inan..