Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '10

 
Kategori
Siyaset
 

Türban'ın örttükleri

Türban'ın örttükleri
 

Sonbaharın ilk yağmurları ile birlikte yaz güneşinin rehavetinde aylarca nadasa yatan “çatışma ruhu” yeşermeye başladı vatan toprağımızda. Meclis tatile çıkarken yaptıkları kapanış konuşmalarında meclisin tatile çıkış tarihinin ertelenmemesinde tam bir mütabakata varmış olmanın sevinci, ve dışarıdan bakan birinin görev süreleri boyunca sorumlulukları dahilindeki coğrafyalarda devletin sağlamakla yükümlü olduğu tüm asgari hizmetlerin sağlanmış olmasından kaynaklandığını sanabileceği bir gurur ifadesi, ile kürsüden birbirlerine iltifatlar yağdırıp iyi tatiller dileyen milletvekilleri; temsil etmedikleri coğrafyalarda geçirdikleri tatil dönüşü yaptıkları açılış konuşmalarına “şimdi sırası değil”ler ile, “samimiyet testleri” ile, “ne yapacağımızı size soracak değiliz”ler ile başlayarak yetisiz insanlara özgü, bir işin nasıl yapılabileceğini araştırmak yerine bir işin nasıl ve neden yapılamayacağını anlatma güdülerini harekete geçirip; sebebi sorgulamadan sonucu kabul etmeyi ibadet haline getirmiş, bugün Tuncel Kurtiz bir partinin başına Ramiz Dayı karakterine bürünüp geçse ona seçim barajını aşacak kadar oy vereceğine emin olduğum bir seçmen kitlesine layık olmaya çalışacaklarını göstermeye devam ettiler. Halk çoğunluğunun lideri başbakanımız da okyanus ötesine yolladığı teşekkür mesajları ile kapattığı sezonu türbanın kamusal alana sokulması mesajı ile açarak kendisini dünya dertlerinden arınmış bir sufinin huşu içinde bakan gözleri ile izleyen seçmenlerinin gönül tellerini titretmeye kaldığı yerden devam etti… 

Londra’da yaşayan bir arkadaşım geçen hafta içinde, yıllardır aynı şeyleri tartışmaktan neden bıkılmadığını sorgulayan bir mesaj attığında aklıma türban ile ilgili yazdığım bir yazı geldi. Açtım baktım yazıyı 2008 başında yazmışım. Neredeyse üç sene geçmiş ve bugün geldiğimiz noktada halen türbana özgürlük için yazılar yazılıyor, akil adamlar tartışıyor, politikacılar konuşuyor. Halen salt insan’ı tartışabilecek olgunluğa gelemedik… Hiç kimse “insana özgürlüğü“ yazmıyor, tartışmıyor, konuşmuyor. Aldoux Huxley, “Bir propagandacının başlıca amacı belirli bir insan topluluğuna diğerlerinin insan olduğunu unutturmaktır” der. Okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, insan topluluklarının hakim olduğu ülkelerde propagandacıların ellerinde ve dillerinde sallandırdıkları objelerin, simgelerin, sembollerin karmaşasında insanın özü kendi başına pazarlanabilir bir malzeme olmaktan çıkıp, ancak döneme uygun popüler bir düşünce ve bir obje ile satışa çıkarıldığında pazarda kendine bir kimlik ve bir yer edinebilir hale gelir. Özün pazarlandığı düşünce gün gelir demokrasi olur, gün gelir teokrasi, bu obje gün gelir kamuflaj olur, gün gelir türban… Birbirimize bakarken gördüğümüzün bir insan olduğunu unutturacak bir sürü aksesuar ile kaplanır bedenlerimiz... 

Bugün işleyen sınırlı sayıda demokratik sistemin, örneğin ABD’nin, kuruluş aşamasında bir anayasaya duyulan ihtiyacın çıkış noktası kişilerin temel hak ve özgürlüklerini devlete karşı güvence altına almak iken bizim ülkemizde yapılan anayasalar tam tersi mantıkta devleti vatandaşlara karşı koruma ve güvence altına almak amacı ile yapılandırılmıştır. Geriye dönüp baktığımızda insanların temel hak ve özgürlüklerine ait problemlerin sadece bu dönemde değil çok partili sisteme geçildiğinden bu yana her dönemin güç ve iktidar sahiplerinin izin verdiği ölçüde ve doğrultuda tartışılabildiğini görürüz “hür ve demokratik” parlementer sistemimizde. Bugün türban konusu tartışılırken, her türlü düşüncenin özgürce ifade edildiği özerk bir kuruluş olması gereken üniversitelerden bu konuda tek bir açıklama gelemiyor ise yıllardır rektörlük seçimlerinde oy kullanan öğretim üyelerinin özgür iradesi ile birinci seçilen adayları değil son sıradaki yandaş adayların isimlerini köşke gönderen YÖK’ün ve bu atamaları onaylayan Cumhurbaşkanı’nın bunda çok emeği vardır. Kişinin eğitim ve öğrenim hakkının anayasal bir hak olduğunu söyleyen ve öğrencilerin sırf başlarını kapattıkları için “yaka paça” sınıftan atılmalarına izin vermeyeceklerini gördüğü her kameraya, yüzünde koruma altına aldığı mağdur öğrencilerin yıllardır uğradıkları baskıları ve acıları derinden hissettiğini bilmemizi isteyen vakur ve babacan bir ifade ile, ısrarla vurgulayan YÖK başkanının; siyasileri kimi zaman alkışlarla, kimi zaman pankartlarla, kimi zaman sözlü olarak protesto eden sol görüşlü öğrencilerin yaka paça gözaltına alınması ya da tutuklanması karşısında hiç röportaj verdiğini hatırlamıyorum... Türkiyenin tarihinde bir utanç lekesi olarak asılı duran 1980 darbesinin ürünü bir kurumun başına üniversitelerin seçim sonucu önerdiği adaylar hiçe sayılarak tepeden inme bir şekilde getirilen bir yetkiliden de mevkisini borçlu olduğu partinin seçmenlerini değil tüm öğrencilerin temel hak ve özgürlüklerini destekleyecek bir tutum savunmasını beklemek naiflik olurdu... 

Sonbaharın insanı düşünmeye, sorgulamaya ve hüzne çağıran puslu rengi sardı bedenimizi, kaçış yok… Sisteme anti-demokratik şekilde entegre edilen kurumlar yaşarken , devlet kurumlarının başına yapılan atamalar seçimle değil insiyatif ile yapılırken, mecliste halk’ın sadece belli bir çoğunluğunun görüşleri temsil edilebiliyorken, 550 tane milletvekili yapmaları için maaş aldıkları bir işi “referandum” adı altında halk’a yaptırmak istediğinde halkın çoğunluğu bu dayatmaya evet derken, insanın temel hak ve özgürlükleri George Orwell’in Hayvan Çifliği’nde yaptığı ”Bütün hayvanlar eşittir fakat bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir” tanımı çerçevesinde değerlendirilirken, üzerimize örttüğümüz aksesuarlar içimizdeki insanı birbirimizden saklamaya devam ederken, dışarıda yağmur yağıyorken ve elimden gelen tek şey yazı yazmak iken, bir yazıyı sonlandırmak bile ince bir hüzün barındırıyor içinde… 

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..