Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '10

 
Kategori
Güncel
 

Türban kamusal alanda da haktır, ama eğer..

İkilemler öyledir ki, her iki karşıt ucu da savunmak ya da reddetmek sağduyuyu rahatsız eder, içinize sinmez. Her iki almaşığa da hak verirsiniz. Bu yüzden iki arada bir derede kalırsınız.

Örneğin, kadının kara çarşaf içinde kaybolması rahatsız eder ve reddedersiniz. Ama öte yandan, bir insanın giyimine kim ne karışır diye düşünürsünüz. Bu da doğrudur.

Bu ikilem, sizi de sarar. Bir yandan bana ne dersiniz, doğrudur, ama öte yandan niye bana ne olsun ki dersiniz, onda da haklısınızdır.

Bunun temelinde, başkasının davranışlarına karışmanın huzursuzluğu ile toplumsal bir varlık olarak topluma ve diğer bireylere olan sorumluluğunuzdan kaynaklanan bir ikilem vardır. Bu özel alan ile kamusal alan denilen şeyin sınırlarının birbirine girmesi ile ilgilidir. Bir yandan salt kendisinden sorumlu bir varlıksınız, ama öte yandan, tüm diğer bireylerle yarattığınız ortak zemine karşı bir sorumluluğunuz var.

Giyim özgürlüğü konusunda, salt bir birey olarak, kimin ne yaptığı sizi hiç ilgilendirmez. Kadın ister çarşaf giysin, isterse telis giysin. Sizi ancak söz sahibi yapan, o bireyle paylaştığınız kavramsal ortak zemindir.

Bu kavramsal ortak zemin, bireyleri biçimlendiren ve düzenleyen toplumsallıktır. Örneğin, bir bireyin, türban takması sizi ilgilendirmez, ama toplumsal olarak kadınların türban takmasına neden olacak uygulamalar sizi ilgilendirir. Çünkü, böylelikle, üzerine bastığınız ortak zeminden dolayı bu uygulamalar sizle de ilgili hale gelmiş olur.

Bireysel olarak türban takan bir kişiye, 'sıcakta, terlemiyor musun; insanın doğal hali daha iyidir; herkes nasıl giyiyorsa sen de öyle giy; sakladığın bir şey mi var; kim senin nerene neyine bakacak ki' deyin ve bunlar ne kadar rasyonel olursa olsun, siz karışamazsınız. Çünkü bu bireysel bir tercihtir.

Demin dediğim gibi, ancak, kadını bu giyim tarzına itecek, yönlendirecek şekilde toplumsal uygulamalar ortaya konuyorsa, o noktada, türbana, çarşafa vs. itiraz hakkınız doğar. Çünkü, hiç kimsenin bireyselliğinin mahiyetine, toplumsal normlarla ne lehte ne de aleyhte müdahale edilebilir.

İlkeniz budur. Bu ilkeyle tutarlı kalmak istiyorsanız, bir bireyin de, sizin bireyselliğinize ne kadar saçma gelirse gelsin, toplumsal uygulamaların dışında olarak, çarşaf giyerek gezmesine karışamazsınız. Çünkü ikinizin bireyselliği arasında birini diğerinden üstün kılacak mutlak bir kriter yoktur. [Dini giysi giyen için vardır aslında, çünkü ona göre Tanrı böyle giyin demiştir ve bu mutlaktır, bu yaklaşımından dolayı zaten dinler, siyasal alandan kültürel alana çekilmiştir. Bu nedenle, dini kültürel alana çeken mutlakçılığa karşıt anlayış, kendi tarzındaki ideal olanı mutlaklaştırmaktan ilkesi gereği kaçınmalıdır.]

Benzer şekilde, kamusal alanda da bireysel hak olarak herkes istediğini giymek özgürlüğüne sahiptir. Bunu engelleyen kurumun kendi şahsına münhasır özelliklerdir ve bu da yapılan işi engellememe koşuludur. Örneğin, 'asker üniforma giyiyor, ben çarşaf giyeceğim' denemez. [Gerçi, denebilir, asker de böyle bir düzenlemeye gidebilir. Ancak bireylerin hareket kabiliyeti ile, grupların, toplulukların hareket kabiliyeti aynı değildir. Bu nedenle bu tür kısıtlarda, birey feragat eder ve etmelidir. Çarşaftan üniforma, sen istiyorsun diye hemen olamaz. Duruma razı olamıyorsan, o işi yapmazsın. Ama diyeceğini de dersin. Gelecekteki bir düzenlemeye katkın olmuş olur.]

Yine hastanede, hijyen gerektiği için bir hemşire, yüzünü maske takması gerekmektedir, hemşire 'yok benim inancıma göre ben başımdaki dini simgeyi çıkartamam' diyorsa, onun hemşire olmaması gerekir.

Ancak bütün bu, kamusal alanda da bireysel hak ve özgürlük olarak kişilerin istediğini giyebilmesi hakkı, yine genel toplumsal uygulamalarla bağlantılı olarak ele almak gerekir. İster özel alanda, isterse kamusal alanda dinsel simgeler takmanın, buna inananlar için bireysel hak olma gerçekliğini görüp savunuyorsan, aynı zamanda, bunun, sosyal uygulama haline getirilip getirlemediğini, bu hakkın, aynı zamanda, bir baskı, zorlama aracı olacağı gerçeğini görmüyor ve savunmuyorsan, canım, savunduğun bireysel hak özgürlük filan değildir.

Bir bireyin türban giyme hakkını savunurken, eğer ülkede, bunun toplumsal bir uygulama olarak düzenlenmemesi gerektiğini savunmuyorsanız, savunduğunuz bireysel hak ve özgürlük değildir.

Çünkü savunduğunuzun bir kısmı bireysel haktır, ama daha büyük ölçüde babanın, kocanın, ağabeyin, ailenin kız ve kadın üzerindeki baskısıdır. Geleneklerin, göreneklerin ve dogmatik dinsel yapıların baskısıdır. Çoluk çocuğun, küçük yaşlarda dogmalara tabi tutulmasını savunmaktır.

Ama öyle yerinde ve olumlu koşullar vardır ki, siz gerçekten, bir kişinin, çarşaf giyiyorsa, bunun ne ailenin, ne kocanın, ne dinsel tarikatsal toplulukların baskısı olduğundan bir şüpheniz olur. Bireysel olduğuna inancınız olması için yeterli toplumsal koşullar vardır. Öyle bir durumda, bu kişi, kamusal alanda çarşaf giyemez diye itiraz edemezsiniz, çünkü bu sizin, birey hak ve özgürlük anlayışınız ile çatışır.

Genelde türban tartışmalarında, türbanın özel alanda hak olduğu, ama kamusal alanda hak olmadığı söylenir. Bu yanlıştır. Türban, hem özel alanda hem de kamusal alanda bireysel haktır. Şu koşulla ki, toplumun genel örgütlenmesi hiçbir bireysel hakkı engellemiyor ve hiçbir bireysel hakkı özel olarak tolere etmiyor ve desteklemiyor olmalıdır. Yani sağlıklı bir toplumsal örgütlenmeye sahip olmalıdır. Hiç kuşkusuz o zaman, zaten bu tür çatışmalar her iki taraf içinde ortadan kalkacaktır. Ne türban taraftarları, illa türban giyeceğim diye bunu varoluşsal sorun yapacaktır, ne de türban giymek bireyin özgürlüğünü kısıtlamaktır diyen kesimler, bu direnişi sürdüreceklerdir.

Bu noktada"Bir bireysel hakkın ve özgürlüğün sınırı nedir?" diye sormak gerekir. Bir birey, yanlış bilgiye sahip değilse, fiiliyle bir suç işlemiyorsa, eylemini baskı altında yapmıyorsa, sonuçlarını öngörebiliyorsa, yani eylemi konusunda aydınlanmışsa, o kişi, sınırsızdır. Kimse karışamaz. (Örneğin ötanazi ve kürtaj da bu kapsamdadır.) Tabi, bu ilke yine sorgulanamaz değil. Bireysel hak ve özgürlüklerin ideal bir toplum için ilke olamayacağını savunabilirsiniz. Tek bireyden topluma değil, toplumdan bireye giden bir sistem düşünebilirsiniz. Bireylerin kişisel tercihlerini değil, salt akılsal doğruları baz alabilirsiniz. O zaman öykü tamamiyle değişir tabi.

Türkiye açısından baktığımız zaman, ne bireysel açıdan ne de kamusal açıdan, bireylerin özgürleştiği bir toplum içindeyiz.

Ülkede yoğun bir birey karşıtı kurumsallık vardır. Aile yapıları, sülale kavramı, tarikatlar, aşiretler, kadının ailedeki ve toplumdaki baskılanmış yeri. Dinin henüz aydınca aşılamamış olmasının çarpıttığı gerçekler -yani onu öznel gerçeklik olarak kabul edilmemiş olması- bütün bunların, eğitim öğretim programlarında dikte edici negatif yansıyışı, din işlerine ayrılan paraların mezhepli ve politik olması, dinin halen siyasal görüşlerin belirlenmesinde etkisi olması, dinsel güç odakların siyasal toplumda, yani devlet kurumları içinde örgütlenmesi gibi faktörler.

Ben kendi şahsıma, türbanın üniversitelerde serbest bırakılması ileri sürülürken, bunun ülkede ne kadar kızın türban takması için baskıya maruz kalmasına yol açağına önem veriyorum ve esas önemli olan budur. Tanıdığınız özgürlük kimler için hangi tutsaklığa yol açmaktadır? Ne kadar, kız ya da erkek çocuğunun, bu eğilimle ve yukarda bahsettiğim çarpıklıkların yarattığı psikolojik ortam ile, daha bilgiyle tanışmadan dogmalarla tanıştırılacağı önemlidir. Daha ne kadar, kadının, erkeğin gücüne boyun eğerek kendini köle gibi hissetmesinin yolunu açacağı ve üç kuruş etmeyebilecek erkeklerin ağzının kokusunu çekeceği önemlidir.Bu yolda kurumsallaşmış bir yapının, kendisini zaman geçtikçe, daha azgın bir şekilde nasıl yeniden üreteceği önemlidir.

Eğer bütün bu söylediklerim olacaksa, bireysel hak diyerek, türban ya da çarşaf ya da her ne giysi olursa olsun farketmez, giyilmesini savunmak, bireysel hakları ortadan kaldıracak süreçleri ortaya çıkartacaktır.

Bu ayrımı yapmadan bireysel hakları savunmak şovdur, sorumsuzluktur. Ya da, tam da, türban takan kadınlar toplumu istiyorsan, siyasal bir girişimdir.

Türkiye'de, birey karşıtı kökleri olan yapılar elimine edilmedikçe, insanları dogmatizme sürükleyecek ve bireyleri bu dogmatizmin baskısı altına alacak her türlü görünüşteki ilerici adım, daha köklü insan haklarına aykırı sorunlar yaratacaktır.

Gençleri türban takmaya heves ettirecek uygulamaları savunurken, ülkede ne kadar kızın türban takmaya zorlandığını ve zorlanacağını bilmeyen, önem vermeyen kişilerin, bireysel hak diye bu yapıları savunuyor olması büyük adaletsizilk ve yanlıştır.

Denebilir ki, 'iyi de, toplumda anti bireyci yapıların hakim olduğu senin öznel düşüncendir. Sen böyle sanıyorsun diye, birey hak ve özgürlüklerini tanımayacak mıyız? Tarikatlar sivil toplum örgütü gibidirler, birey kişisel tercihi olarak orada bir tür yaşantı geliştiriyor, sana ne?'

Elbette, bireyler, arı, atomize olmuş, öpözgür, apakıllı, bilgi küpü değildir. Mutlaka başkaları ile grup dinamiği içinde, yani bireyselliğini belli ölçülerde feda ettiği yapılar içinde yaşar. Bireyselik zaten o demektir, başkaları ile ilişkide olan Kişi olmaktır. Başkalari ile ilişkide olmak da bağ, itaat, uyum vs. gerektirir. Ayrıca kişi her şeyi bilemez, düşünemez. Toplumdaki anti bireyci yapıları da bilmek zorunda değildir. Bilmemeyi tercih etmek de bir hak olabilir.

Bu itirazlar yerindedir. Hiçbir şeyi topluma dayatamazsın, ama hiç kimsenin de dayatmamasına razı gelmemelisin. Bu süreçler, siyaseti, toplumsal devinimi yaratır. Bu yazı da onlardan biridir. Bütün bu devinimler, meşru olanı ve olabilir olanı ortaya çıkartacaktır.

Leibniz demiş ki, varolan dünya mümkün dünyaların en iyisidir. Çünkü onu Tanrı yaratmıştır. Tanrı yaratmışsa, olabileceğin en iyisini yaratmıştır, bizim memedalinin dediği gibi, 'olsa tükkan senin' demiş.

Elbette, tarikatlardan, aşiretlerden geçilmeyen ülkemiz için Leibniz gibi düşünmek biraz saçmalamak olabilir. Ama kimbilir belki de gerçekten de öyledir. Bunu, teorik olarak çürütmek gerekirdi. Voltaire gibi, kötülükleri sayarak, al başına çal demekten daha iyi olurdu.

Sonuç olarak, somut bilgilerle ve gerekçelerle ortaya konacak anti bireyci toplumsallaşmış kökler bulunmadıkça, yani sağlıklı ve adil yapılanmış bir toplumda, bireyler özel alanda da, kamusal alanda da söz, eylem ve davranışlarında serbesttir. Ama bugünkü bizimki gibi bir toplumda türban özgürlüğünü savunmak toplumu çok daha dincileştirmeye götürecektir. Bunun önlemini almadan, yaratacağı 'acıları, baskıları' hesaplamadan hareket eden bir zihniyet, gerçek anlamda, türbanı birey hakkı temelinde savunuyor olamaz.

Türbanı savunan biri, ne kadar kızın tam bu nedenle giyim baskısına uğrayacağını hesaba katmıyorsa, bunun bilgisini ve gereğini talep etmiyorsa, o sadece papağandır.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..