Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '13

 
Kategori
Siyaset
 

Türban ve çarşaf serbest ve dahası...

Türban ve çarşaf serbest ve dahası...
 

Bugün Salı ya, liderlerin "Grup Konuşmaları" var. Bu konuşmalardan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşması, TRT İnternet sayfasındaki "Canlı yayın" bölümünden tamamı yayınlanırken, muhalefetinki "Özet" olarak verildi. Bu uygulama ile ülkeden "Demokrasi"nin varlığından söz etmek bile mümkün değil.
 
Başbakan, Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile devlette başörtüsü yasağının kaldırıldığını duyurdu.
 
Çık kısa bir yazılımla halledildi. Yönetmeliğin 5 nci maddesinde "Kadınlar" ibaresinden sonra gelen "Elbise, pantolon, etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır" cümlesi kaldırılınca, her şey halloldu. Artık kadın çalışan, başını da örtebilir, çarşaf da giyebilir hale geldi.
 
Diğer taraftan, kadın çalışanın "Ne giyemeyeceği" fıkrası aynen korundu. Bu fıkraya dayanarak da isterse kadınların giyim ve yaşam tarzına "Karışmıyoruz" ifadesi altında karışmaya devam edecekler.
 
Örneğin, kamu çalışanı olmamasına rağmen, TV'deki bir sunucunun kıyafetine karışacak ve o kişiyi işinden edebilecekler.
 
Başbakan konuşmasında devam etti...
 
"Biz öyle bir davanın mensuplarıyız ki bu dava adeta iğneyle kuyu kazılarak bugüne ulaşılmıştır."
 
Net olarak soruyorum: Sizin Sayın Başbakan, hangi davanın mensuplarındansınız? Bugüne kadar bu davanızın ne olduğunu açıklamadınız. Hani "Anlayan anlar" gibisinden diyorsanız, olmaz... Eğer anlarsak belki de biz de size katılırız. Gidişatınız ile size katılmamız mümkün değil.
 
Devam ediyor...
 
"Birileri çıkıyor, gitsinler Arabistan’da okusunlar diyor. Çölde yaşasınlar diyor. Ya seveceksin ya terk edeceksin diyor. Yahu siz kimi kimin toprağından kovuyorsunuz? Burası bizim toprağımız. Vatanımız. Hiçbir yere gitmiyoruz, gitmeyeceğiz. Biz burada yaşıyoruz, burada da öleceğiz."
 
Elbette bu ülke hepimizin Sayın Başbakan... Siz "Ananı da al git" derseniz, "Ormanda yaşayın" derseniz, birilerinin de bunları demeye hakkı olur. Dahası ülkeyi, milleti yüzde 50 ile ikiye bölerseniz, bir gün biri, ötekini kovmaya kalkarsa, bu da sizin eseriniz olur...
 
Diyorsunuz ki: "Kurban da benim, derisi de benim, bağırsağı da benim..."
 
Yine bir kararname ile kurban derilerini toplama yetkisinin THK'dan alınarak isteyenin istediği yere vermesinin yolu açıldı. Başbakanımızın bilmediği şey, o karar zamanında alınırken ne amaçla alındığını bilmemesinden kaynaklanıyor. Bilse belki böyle suçlayıcı tarzda ifade etmeyebilirdi. Ancak kendisinin Cumhuriyet ile derdi var  anlaşılan, her cümlesinde cumhuriyeti eleştirmekle meşgul.
 
"Andımız" ile ilgili açıklamasında Reşit Galip veya Dr. Mustafa Reşit Baydur'dan da söz etti.
 
Reşit Galip veya Dr. Mustafa Reşit Baydur, II., III ve IV dönem Aydın Milletvekilidir. Ankara Çankaya'da önemli bir semtteki caddeye de adı verilmiştir. Başbakan, okullarda okutulan kaldırılan "Andımız" ile ilgili konuşurken: "İlk ve orta okullarda and uygulaması 1933 yılında başladı. Andımız metninin yazarı tartışmalı bir isim olan doktor Reşit Galip’ti. Andımızın yazarı, Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı. Aynı Reşit Galip, insanları kafataslarına göre sınıflandıran anlayışı destekleyen sözüm ona bir bilim insanıydı. And uygulamasının cumhuriyetimizle, temelleriyle uzaktan yakından ilgisi yoktu. CHP ve MHP bu uygulamanın tarihini bilmedikleri, tarihi gelişimini okuma zahmetine girişmedikleri için istismar kampanyası başlatıp milleti yanıltma yoluna gidiyorlar" diyor ve "Yanıltma" işini asıl kendisi yapıyor.
 
Burada oturup uzun uzun Reşit Galip Bey hakkında açıklamada bulunacak değilim. Merak eden kaynaklardan bilgi edinebilir. Ancak "Andımız" uygulaması 1933 yılında Reşit Galip Milli Eğitim Bakanı iken başladı. O tarihte Mustafa Kemal Atatürk hayatta idi. Neden gerek duyuldu, onu tarihin içinde ararsanız bulursunuz.
 
Ayrıca "... Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı."
 
Bir defa şunu belirtmek gerekir ki, "Türkçe Ezan" metni diye bir şeyin yazılması mümkün değil. Sadece ezan, Arapçadan Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Tercüme edilemez mi? Eğer "Edilemez" diyorsanız, "Ezan'ın anlamı yoktur" demeye getiriyorsunuz demektir. Çünkü her dil, diğer dillere çevrilir, çünkü anlamı vardır. Tercüme edilemeyen şey, anlamı olmayan şeylerdir ki, o da "Dil" değildir.
 
"Kimse kimseye yaşam tarzı dayatmayacak. Hiç kimse kimsenin özgürlük alanına müdahale etmeyecek. Birbirimize saygı duyarak hoşgörüyle davranarak anlamaya çalışarak geleceğe yürüyeceğiz" diyor sayın başbakan...
 
Ama sadece "Demekle" yetiniyor, etrafına bakmıyor.
 
Yazımın içinde de sözünü ettiğim gibi, sunucunun kıyafetine AKP Başkanvekili Hüseyin Çelik'in müdahalesini görmüyor.
 
Daha görmediği, görmek istemediği bir çok konu var. 
 
Örneğin, Fenerbahçe maçı sonrasında yaşanan olayların içinde, Trabzon başkanının davranışlarını görmezden gelip, kendisini takdir ettiğini belirtebiliyor...
 
Görmek istemediği, görmediği şeyler, aslında "Mensubu olduğu dava"nın dışında kalanlar.
 
Bir de davasının özünü bilebilseydik...
 
09 EKİM 2013
İBRAHİM PEKBAY
 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..