Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '10

 
Kategori
Güncel
 

Türbanda geldiğimiz son nokta budur

Türbanda geldiğimiz son nokta budur
 

Ha gayret Kemal bey!


Büyüklerimiz ve onlardan rol çalan küçüklerimiz şöyle diyorlar.

- Başörtüsü problemi, toplumsal mutabakatla çözülmelidir.

- Yeni anayasa, toplumsal mutabakatla yapılmalıdır.

Bu ve buna benzer söylemler yıllardır sürüp gidiyor. Son anayasa değişikliği ile ilgili halkoylaması öncesinde de aynı şeyler tekrarlanıp durdu. Hükümet'e çatıldı; "İktidar, ben yaptım oldu keyfiliğiyle hareket ediyor" denildi.

Sonunda referandum bitti.

Farklı siyasi görüş sahiplerinin destegiyle ortaya, % 58 lik "evetli" bir sonuç çıktı. Tepedeki ayrışma ve çatışmaya rağmen tabanda, toplumsal mutabakat oluştu. Doğrusu bu, "hayır!" diye yeri göğü inletenlerin tutumlarını sorgulamalarını gerekli kılacak bir duruma işaret ediyordu. Yani şu, "bidon kafalı" millet bile anayasa değişikliğini, akil adamlardan! daha doğru okudu.

Eğer dinlediklerim doğruysa, anayasa değişikliğine uyum için hazırlanan HSYK taslağıyla iktidar, yargıdaki insiyatifini ciddi biçimde kaybediyor. Hani hükümet yargıyı ele geçiriyordu?

Vatandaşın basiretini farkeden ilk muhalif kişinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu olduğunu söyleyebiliriz. Referandumun hemen ertesinde yeni anayasa talebini seslendirmesini, başörtüsü problemini çözme yönündeki niyetini canlı tutmasını buna örnek olarak gösterebiliriz.

İyi saatte olsunlar bu konuda, Kemal Bey'e destek verir mi, verirse nereye kadar müsade eder bilemem. Daha şimdiden, soyadı Anadol olan bir başka Kemal'in su koyvermeye başladığını, başörtüsüyle birlikte, YÖK'ün ve dokunulmazlıkların kaldırılması şartını öne sürerek, ipe un serdiğini görüyoruz. Açıkçası artık, eski başkan Deniz Baykal yok ama onun, Şeyh Edebali ve çarşaf açılımlarını akamete uğratan güç, halâ CHP'deki yerini koruyor.

Bu durumda Kılıçtaroğlu'nun, niyetinde samimi olsa bile, verdiği sözleri yerine getirmesi kolay olmayacaktır.

Siyasilerin türbandan sözetmesi medyayı da harekete geçirdi. Tartışma proğramlarının konusu başörtüsü olarak belirlendi. Ben de bunlardan iki tanesini izledim ve türban karşıtlarının, gerçekte olaya hangi açıdan baktıklarını anlamış oldum.

"Kur'anda başörtüsü emri yoktur!" diyen Prof. Alpaslan Işıklı, olaya tilki kurnazlığıyla yaklaşıyor. Meseleye islâm çerçevesinden bakıyormuş gibi yaparak, muhataplarını etkilemeye çalışıyor.

Başörtüsüne çözüm olacak hiç bir öneri sunmuyor. Kur'anda "tesettür yok" diyerek, olayı kaynağında kurutmayı hedefliyor. Halbuki tartışma, örtünmenin, Kur'ani olup olmadığı üzerinde yapılmıyor. Tesettürün, "dinen farz olduğu" noktasından hareketle, "üniversitelerde başörtüsü serbestliği nasıl gerçekleştirilebilir?" e cevap bulunmaya çalışılıyor.

Işıklı, iddialarını dine ve din adamlarına dayandırmasına rağmen problemi, "herkese başını açtırarak" çözüyor. Yani Alpaslan Bey, biraz sinsice hareket ediyor. Siyaset bilimci Prof. Meryem Koray ise gizlemeye gerek duymadan gerçek fikrini ortaya koyuyor:

"Kuran erkek egemen bir dindir. (aslında Kur'an din değildir. Bir kitaptır H.A) ... Böyle bir din var, inanç diyorlar ben karışamıyorum. Özgürlükse, ... bunun her tarafını konuşuruz inançsa karışmam. Bir kuranı elinize almak, erkek egemen toplumu kabullenmek(tir). (Dinin) Kul diye gördüğü erkek! Eşitsizlik çok açık, bir yerde açıkça söylüyor; erkeği ben üstün yarattım diyor. İnançsa kendiniz yaşayın ama bu toplumunda kendine göre kuralları var ona uyun. Kadının en güzel yerlerinden biri saçıdır kendilerini çirkinleştirmek istiyorlarsa örtünsünler diyorum." diyor.

Bütün bunları söyleyen kadın: "Ben üniversitelerde gerçekleşmiş olan örtünmenin bir yasak, (bir) kısıtlama olmaktan çıkarılması(ndan), resmen bu sorunun Türkiye'nin gündeminde kalkmasından yanayım" da diyor.

Ayrıca, "İmam hatip gibi tamamen din ağırlıklı bir eğitimin de ortadan kalkmasını çok doğru bulduğunu" söylüyor.

Doğrusu özgürlük ve eşitlik adına üniversitelerde türban serbestliğinden yana olan bir akademisyenin, aynı zamanda ("böyle bir din var ... diyorlar" diyerek) insanların inançlarını küçümsemesine ve din eğitimine karşı çıkmasına akıl erdiremedim. "İnançsa kendiniz yaşayın ama bu toplumun da kendine göre kuralları var, ona uyun!" demek bir çelişkidir. Hem özgürlüklerden yana olacaksınız, hemde kişisel veya toplumsal taleplere karşı çıkacaksınız! Başka bir soru ise, "Bu toplum"la kastedilen kim? Eğer bununla lâikler kastediliyorsa, ötekiler ne? Neden bu ülkedeki yüzde yetmişlik kesim, hep yüzde otuzluk grubun kurallarına tabi olmak zorundadır. Hakkında vahiy mi var!

Başörtüsü konusundaki engin bilgilerinden faydalandığım akademisyenlerden biri de eski YÖK başkanlarından Kemal Gürüz idi. Bugün kendisini, bir toplantıda 10. yıl marşı eşliğinde bayrak sallayıp ağlarken gördüm. Demek ki, onun da her insan gibi duyguları vardı ve gözyaşı dökecek bir şeyler hissedebiliyordu.

Halbuki, üç gün önce izlediğim proğramda kendisine, YÖK Başkanı olduğu dönemde zorla başları açtırılan, peruk takmak zorunda bırakılan, hatta okuldan atılan kızlara yapılan haksızlıklardan pişmanlık duyup duymadığı sorulduğunda hiç te duygusal bir tepki vermemişti.

Cevap olarak aydınlanmadan, aklın vahiyden üstün olduğundan bahsetmişti. Böylece çağımızda, dine ve dini inançlara yer olmadığını açıkça anlatmıştı. Yani sn. Gürüz, semavi kaynaklı inançların engellenmesi karşısında galeyana gelen hisleri, akıtılan yaşları ve çekilen acıları önemsemiyordu.

Ona göre, duygunun makbulü, onuncu yıl marşı okunurken veya Atatürk'ün sesi dinlenirken harekete geçendi. Dolayısı ile Kemal Gürüz Bey, İzmir'deki toplantıda marş okunurken hissetttiklerini, okuldan atılan başörtülü kızlar ağlarken hissetmemişti (1)

Anlaşılıyor ki, yukarıda örneklerini verdiğim bilim insanlarının üniversiteleri işgal ettiği, yargının da aynı paralelde yürüdüğü bir vasatta, türban serbestisi ve dini inanç özgürlüğü konusunda mutabakat sağlamak zannedildiği kadar kolay, hatta mümkün olmayacaktır.

Çünkü hayatlarında inanca yer vermeyen bu kimseler aynı zamanda, din olgusunu kökten reddetmektedir. İşin en tehlikeli yönü ise bu kategorideki insanlar, inananlara tahammül edememektedir. Bu gerçek karşısında bağımsız yargıdan, haktan, adaletten ve hukuktan sözetmek boşunadır. Doğrusu şudur. Güçlü olan kazanacaktır! Hiç hoş değildir ama malesef realite budur!

(1)- İzmir Ekonomi Üniversitesi'nin (İEÜ) 10. akademik yılı açılışına katılan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, öğrencilere ilk dersi verdi. Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün ise, sinevizyon gösterimi sırasında Mustafa Kemal Atatürk'ün sesinin verilmesi üzerine gözyaşlarına hakim olamadığı görüldü. http://www.birincikuvvet.com/Egitim/280791-Suleyman_Demirel_Izmirde_Ders_Verdi__.html

Resim: klavyem.tk

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..