Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '08

 
Kategori
Kitap
 

Türbanlı

Türbanlı
 

Mehmet Akçınar’ın İlya Yayınlarından çıkan ilk romanı “Türbanlı”… 264 sayfa.

Adı gibi konusu, kurgusu, dili de ilginç.

“Türban” kelimesi Türkiye’de İslam dininde yer alan “hicabın” yani başörtüsünün farklı bir tanımıdır. Gelenekselleşen baş örtmeden ayrı olarak siyasi temelli bir sorun halini almıştır. Bu nedenle “Türbanlı” ismi bende ilk olarak, özellikle son yıllarda gündemde tutulmaya çalışılan türbanın kamusal alana sokulması girişimlerini ve türbanlı öğrencilerin üniversite eylemlerini çağrıştırdı

“Türbanlı” romanında bunların hiçbiri yok.

Roman, başkahraman Uygar ile Türbanlı Ebru’nun aşk ve cinsellik ekseninde gelişiyor. Ancak Türbanlı bir aşk romanı değil. Günümüz Türkiye’sindeki holdinglerin ve büyük şirketlerin iş ilişkilerini bu bağlamda aslında kapitalist sistemi de sorgulayan ancak dostluğun ve dayanışmanın önemini ön plana çıkaran farklı bir metin.

Uygar, elli yaşlarında, 1.85 boyunda, sağlıklı, yakışıklı bir işadamıdır. 68 kuşağındandır. İTÜ inşaat mühendisliğini okurken öğrenci hareketinin içinde yer almıştır. Okulu bitirdikten sonra bir Kamu İktisadi Teşebbüsünde İşletme Müdürlüğüne kadar yükselir ancak bu kez 12 Eylül darbesi bir kasırga gibi savurur onu. İşinden atılır. Karısından boşanır. Yalnızdır. Başının çaresine bakmak zorundadır. Emlak işine el atar ve kısa sürede inşaat sektöründe başarılı bir işadamı olur. Şirketinin üstlendiği son iş, Dikilli’de kaplıca evleri yapıp, bunları devre mülk olarak satmaktır. Uygar, beraber çalışmayı düşündüğü bir holdingin kendi şirketini köşeye sıkıştırma planlarını sezer ve buna karşı direnir.

Ebru, türbanlı bir işkadınıdır. 25 yaşındadır. Uzun boylu, sarışın, alımlı, güzel bir duldur. Yalnız yaşamaktadır. Ebru ve Uygar’ın yolları bir şehirlerarası yolcu treninde çakışır ilkin. Göz göze gelirler, ikisinin de yüreği aşk ateşiyle yanar tutuşur. Ancak çok sürmez, yol biter, istasyonda kalabalığa karışırlar. “… o an kanat çırpıp uçuverdi pencere önünden minik bir kır serçesi özgürlüğün tadını çıkarırcasına; ne hoş ne güzel demedi kimse, o da hiçbir yana bakmadı, uçup gitti gülüp ağlar gibi…(syf.6)” Yazgılarının onları tekrar buluşturacaklarından habersiz günlük işlerine dalar giderler. Ancak yolları hiç de tahmin edemeyecekleri bir yerde yeniden kesişecektir. Türbanlı Ebru aslında kendisini özgürlüğe kavuşturacak, içinde bulunduğu baskılardan, tutsaklıktan alıp çıkaracak, korkularından kurtaracak, yalnızlığına son verecek birini beklemektedir.

Uygar, iş görüşmesi için bir holdingin kapısını çaldığında kapıyı açanın trende göz göze geldiği, gözlerine vurulduğu Türbanlı olduğunu görür. Hem şaşıracak hem sevinecektir buna. Bu rastlantı onun yaşamında yepyeni bir dünyanın kapılarını açacaktır. Ebru için de aynı şeyler geçerlidir. İkisinin de asla tahmin edemeyeceği gelişmeler, yaşamın da aslında belirsizliklerle ve sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha gösterecektir.

Aynı yaşam, insanoğlunun omuz omuza, yan yana verdikleri insanlık kavgasının da kutsallığını gösterecektir. Paylaşım, dostluk, özveri, umut, arkadaşlık kavramlarının sıcaklığı da gün yüzüne çıkacaktır böylece. Yarına sevgiyle, dostlukla yürümenin ışıltılarını gösterecektir.

Yazar, “Türbanlı” romanında farklı düşlerin, umutların, dostlukların, arkadaşlıkların, insanlığın izini sürüyor. Bu izi sürerken “önce insan” diyor, insanlığın henüz bitmediğini, yüreklerde bir yerde hala yanan umut ışıltılarının varlığını haykırıyor.

Roman kahramanlarının duyguları, olaylar karşısındaki tavırları çok gerçekçi, hayatın içinden. Kurgulanan insan psikolojileri, duygusal sıkıntıları derinlemesine işlemiş yazar. Okuyucu aynı duyguları hissedebiliyor, onları yaşamış gibi, edebiyat bu değil midir zaten? Akçınar, insan ilişkilerinin en yoğun olduğu zamanın, aşık olunan zaman olduğuna inanıyor bu yüzden aşkı ve insanı derinlemesine yazıyor. İlişkiler yumağı olan yaşama başka bir pencereden bakıyor.

Türbanlı romanının ana izleği aşktan çok insanlığa, dostluğa sarılıştır. Roman konusu, güzel bir kurgu, duru bir dille verilmiştir. Başarılı betimlemeler, duygusal çözümlemeler ve diyaloglarla olay adım adım yansıtılmıştır. Kahramanların zaman zaman sözsüz, içsel konuşmaları da metne ayrı bir tat katmaktadır. Bu içsel dünyaya yolculuklar, anlamlı, metni tamamlayıcı, kuvvetlendirici niteliktedir.

Mehmet Akçınar, roman dilini çok iyi kullanıyor. Anlatım zenginliğine başvurması, detaylara inmesi, Kur’an ayetlerinden ve şairlerin dizelerinden örnekler vermesi, bunları metne yedirmesi romanın akıcılığını sağlıyor.

Türbanlı’nın, kolay okunan, okuru derinden sarsan tılsımlı bir yanı da var. Yaşamın içinden, toplumun ruhunu yansıtan bir metin olmasının bunda çok etkisi var kuşkusuz. Türbanlı yer yer erotik, kışkırtıcı paragraflarla da süslenmiş. Ancak bu anlatımlar da sanatsal bir dille aktarılmış.

Romanın diğer kahramanları, Mustafa, Hasan, Ali ve Moruk yaşamın bir kıyısından her an karşımıza çıkacak kadar canlı karakterler. Aralarında dostluktan öte, kardeşçe bir ilişki var. Beraber oturdukları rakı sofralarında yaşamı sorgulayan derin felsefi yolculuklara çıkıyorlar. Rakı sofrasını da ince detaylarına kadar anlatıyor yazar. Sofrada olanların ruh halini, sevdalarını, düşlerini görmek mümkün. “…masada içten dört dost: Uygar, Mustafa, Hasan ve rakı! Sustular. … ortada yoğrulan uğultuysa susmadı. Birileri kendisiyle alışverişte şimdi… Yaşamın kırgın, hırçın dalgalarına kapılmış, nerede, nasıl bir kıyıya vururum diye beklemede… Bir başına çıkıp gitmelerin, bulutlarda yürümelerin, acı çekmelerin, delice sevmelerin, çılgınca sevişmelerin, savrulan sarı saçların, iri çağla yeşili hareli gözlerin hüznünü yaşamada. …(syf 59-60)”

Türbanlı, geleceğe umutla bakan, iyimser bir roman. Bunda yazarın hümanist kişiliğinin etkisi büyük diye düşünüyorum. “İnsanı yarına taşıyan ürünüdür, sevgisidir… az sonra sizlere şirketi ve sevgimi bırakıp gideceğim. … Birbirinize kol kanat gerin, muhtaç olanın sofrasına sıcak bir tas çorba, önüne bir iki dilim ekmek koyun ve yarın için çalışın. (syf.262)” cümlesine benzer cümleler bunu çok güzel anlatıyor.

Sizlere keyifli okumalar dilerken yazımı bir alıntıyla bitiriyorum.

“Uygar, yalnızlığın kuytu koynuna yaslanmış, yaşamda aradığı ama bulamadığı gizle gidiyordu. Aradığı gizi, gideceği yerde de bulamayacağını bile bile…(syf.263)"

Acaba aradığı gizi bulacak mı?

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..