Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Zeynep Öztekin Yıldırım

http://blog.milliyet.com.tr/gecanne

16 Mart '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Turing'in hezeyanı

Hiç, bir roman ya da öykü kitabı yabancı bir dilden Türkçeye nasıl çevrilir, ne evrelerden oluşur düşündünüz mü? Bir Cumartesi bakalım yeni ne kitaplar var diye girdiğiniz herhangi bir kitapçıdan aldığınız çevrilmiş bir romanda kaç kişinin emeği var düşündünüz mü? Roman ile çevirmen, çevirmen ile yayınevi, editör ile çevirmen  nasıl buluşur aklınıza geldi mi ? Benim de gelmemişti taa ki Bolivyalı yazar Edmundo Paz Soldan’ın “Turing’in Hezeyanı” isimli romanını Ayrıntı Yayınları için çevirene kadar. Çevirmen önce; benim durumumda İspanyolca; bir dil ve edebiyat bölümünden mezun olur. Yıllarını mezun olduğu bölüm ile ilgili bir işte çalışmak için verir. Çalışır, çalışır, çevirmenlik çok hoşuna gider. Hz. İsa’nın bir sözünü okur mesleğine daha da çok sarılır. Söyledikleri, aşağı yukarı şöyledir: “Bir dili diğerine çevirebilen sizler, insanları birbirine yaklaştırdığınız için cennete gideceksiniz.” Her tür toplantıda sözlü çeviri yapar, her konuda yazılı çeviri de yapar. Sonra bir gün ama bütün bunlar aynı gün tüketiliyor diye düşünür. Biraz daha kalıcı bir iş yapmam gerek der. Önce “Jose Martiden Çocuk Hikayeleri” adlı öykü kitabını çevirir. O sırada oğluna 6 aylık hamiledir. Yarı oturarak, yarı yatarak, laptop kucağında, laptop masada, parkta ağaçların altında okuyarak, her bilinmeyen kelime çıkışında sinirlenerek, uykudan gözleri kapanırken, son cümle, son cümle diye kendini motive ederek kitabı bitirir. 2009 yılının Temmuz, Ağustos aylarıdır. Sonra oğlu Yankı doğar, onu büyütür, oğlu liseye başlamış değildir tabii ki sadece on sekiz aylık olmuştur ! Bakar ki artık kendine günde birkaç saat ayırabiliyor, çeşitli yayınevlerine elektronik posta atar, böyle böyle diye, bir editörden cevap gelir, biz de İspanyolca konuşulan ülkelerin edebiyatı ile ilgileniyorduk, istediğimiz bir yazar çıkınca sizinle temasa geçeceğiz. Birkaç ay sonra tatildeyken çevirmenin telefonu çalar, arayan efsanevi editördür (kendisinin bu yazıdan haberi olmadığı için adını veremiyorum), kendisine iki romanın ilk bölümleri yollanacaktır, hangisini isterse onu çevirmeye başlayabilecektir.

Tatilden dönülür, birkaç gün sonra Yurtiçi Kargo bir zarf bırakır, zarf heyecanla açılır, içinden yirmişer sayfalık iki dosya çıkar, birinde karar kılar ve çevirmeye başlar, yine o tatlı heyecan basmıştır, her çevirdiği işte olduğu gibi, bu bir nevi bilmece ya da matematik problemi çözmek gibidir. Problem ne kadar zorsa o kadar zevkli gelir. Hayatında hiç duymadığı kelimeleri aramak için elindeki sözlükler yetmez çünkü  Türkiye’de de henüz o seviyede İspanyolca-Türkçe sözlük yazan bir kimse yoktur. Sağolsun kutsal internet ve oradaki El Diccionario de la Real Academia’nın sözlüğü yani tüm dünyada İspanyolca konuşulan ülkelerin dil akademisyenlerinin her yıl yenileyerek oluşturduğu sözlük. İspanya’dan başka Bolivya, Uruguay, Meksika, Arjantin, Küba, Şili, vs’de yeni ne kelime çıktıysa bu sözlükte bulmak mümkündür. İspanyolca’dan İspanyolca’ya çeviriyor ama olsun o kadar bilgimiz var alimallah. İşte lafı uzatmayalım, kitap çevrilmeye başlanır ama oğluş kağıtları, kalemleri kendine rakip görür, anne her masaya oturduğunda saldırıya geçer. Dur oğlum, yapma oğlumla geçen günlerden sonra. Anne bir karara varır, oğluş iki ay boyunca yarım gün kreşe gidecektir çünkü mevsim yazdır, oturulan şehir Ankaradır ve aile büyükleri hep yazlıktadır. Hava çok sıcak olduğu için zaten akşam beşe kadar evde kapalı kalındığından en azından dokuzdan on ikiye kadar oğluş kreşte biraz oynar, anne de çeviri yapar.

Kitapla her buluşma adeta gizli bir randevu gibidir, kocadan, oğluşdan hem çalınan hem de çalınmayan bir zaman dilimidir adeta. Hem suçluluk duyulan hem de ama ben bu işi seviyorum denilen. Virginia Woolf’un dediği bir kadının kendi parası ve bir de odası olması gerekir sözünü doğrulamaktadır bu çalışma. Konsantre olmak için kendine ait bir odaya ihtiyacı vardır ama bu, hiç de hoşuna gitmeyen ev halkı da vardır bir yanda. Çünkü kadındır, annedir ve her daim hizmete hazır olmalıdır, çalışma odası da ne demektir. Bu arada yaz bitmiş bakıcımız da tatilden dönmüş artık anne gönül rahatlığıyla oğlunu evde bırakıp haftada üç gün dışarıda bir yerde çalışıp geri dönmektedir. Yani bir de bakıcımızın da emeği vardır bu işte.

 Kitap çok heyecanlı bir siyasi polisiye olduğu için her gece hevesle oturur masanın başına çevirmen, kitabın sonunu okumaz çünkü o da merak ediyordur sonunun nasıl biteceğini. Sona yaklaştıkça içini bir hüzün kaplar sevgiliyle vedalaşma vakti gelmiştir, bir türlü veda edemez, şurayı da düzelteyim, şu bölümü tekrar okuyayım, burası olmamış ya beğenilmezse diye diye sonunda bir tıkla editöre yollar. Üstünden bir yük kalkar artık bir süre hergün düzenli olarak çevirmesi gereken sayfalar yoktur. Bu altı ay içinde bir de ameliyat geçirir. Annesi kızım kalk çeviri yap der ameliyattan iki gün sonra ama yok aldığı narkozun etkisi henüz geçmemiştir.

Sonra gönderdiği dört yüz sayfayı önce editör okur sonra redaksiyona yollanır, imla vs problemsiz olduğu için redaksiyona gerek olmaz, ama yine de yayınevinde gözden geçiren çalışanlar vardır, onlar bir özet çıkarıp çevirmene sorarlar, şurda virgül olacak mı, bu ifade sorunlu tekrar gözden geçirin, gibi. En son son okuma yapılır. Ve 5 Aralıkta gönderilen kitap 1 Şubatta basılmış olur. Ve 5 Şubatta Türkiyedeki tüm kitapçılarda yerini alır.

“Turing’in Hezeyanı”nın yorumunu kitabın arka kapağında bulabilirsiniz, çevirmeni kim mi? Tabi ki ben Zeynep Öztekin Yıldırım, Yankı’nın annesi!

Ankara, 16 Mart 2012        

 
Toplam blog
: 12
: 556
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

Yirmi yıllık mütercim-tercümanım, şimdilerde öğretmenliği deneyimliyorum. Boş zamanlarımda yazmay..