Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Türk, Kürt, Deutsch - Alman, Laz, Gürcü

Türk, Kürt, Deutsch - Alman, Laz, Gürcü
 

Almanya’da bir iş için gitmek üzere hareket ettiğim Essen’deki Türk Konsolosluğu’na yakın bir yerde tramvaydan indim ve yürümeye başladım. Arkamdan biri “pardon” diye seslendi ve aksanlı bir Almanca’yla Türk konsolosluğuna nasıl gidileceğini sordu. 25 – 30 yaşlarında mavi gözlü, kumral kıvırcık saçlı seyrek sakallı 1.80m boyunda bir genç… “ben de oraya gidiyorum, buyurun birlikte gidelim” dedim. Teşekkür etti ve başladık yürümeye.

Önce o sordu ve yine Almanca “Türk müsünüz?”

“Evet, Türk’üm… ya siz?” ve tekrarladım ama Türkçe “Siz de Türk müsünüz?”

Yanıtı Türkçe verdi ama biraz kelimeleri bastırarak ve aksanlı “Hayır, Türk değilim.”

İlginç… Türkçe biliyor ama aksanlı konuşuyor, Almanca’yı da aksanlı konuşuyor… o zaman Türkiye kökenli bir aileden olup, burada büyümüş, kendini mesela Kürt olarak tanımlayan biri olabilir… rastlanan bir durum. Ama yine de ihtiyatı elden bırakmıyor ve Almanca devam ediyorum:

“Türkiye kökenli misiniz?” O Türkçe yanıt veriyor “Hayır, Gürcistan”

Durum daha da ilginçleşti ama refleks olarak Almanca devam ediyorum, çünkü sohbete o Almanca başlamıştı ve Türkçe’yi de - dedim ya - biraz bastırarak, tek tek kelimelerle konuşuyordu “Bir Gürcü olarak iyi Türkçe konuşuyorsunuz” O sürpriz bir şekilde ve yine Türkçe devam ediyor: “Hayır, Gürcü değilim, Laz’ım” ve tebessümle vurguluyor “Türkçe konuşun lütfen!”

Şaşkınlığım biraz daha artıyor ama biliyorum Lazların görece yoğun olarak yaşadığı bir yer Gürcistan… bu sefer Türkçe devam ediyorum:

“Çok iyi Türkçe konuşuyorsunuz, nasıl öğrendiniz?”

“Biraz ailemden, biraz da burada, arkadaş çevremden, arkadaşlarım çoğunlukla Türk’tür… onlarla Türkçe konuşuyoruz. Ama Gürcistan’da da annem babam Türkçe biliyor, aralarında Türkçe’de konuşurlardı, Türkçe’yi oradan da biraz bilirim”

Şimdi durum daha da karmaşıklaştı. Adam Gürcistan’dan Laz bir aileden geliyor, aile içinde Türkçe’de konuşuluyor, Almanya’da Almanca değil Türkçe konuşmayı tercih ediyor, şaşkınlığımı gizleyemiyorum:

“Peki Laz’sanız neden evde Türkçe’de konuşuluyor? Laz’can nasıl?”

“Annemden dolayı Lazca iyi biliyorum ama babam Gürcü” diyor ve ekliyor “ama ikisi de Türkçe biliyor… annemin Türkçe’si Gürcüce’den daha iyi. Onlar aralarında sıkça Türkçe konuşuyor. Ben hem Laz hem de biraz Gürcü’yüm… baba tarafından, Gürcüce de bilirim”

Ben tarihi, Osmanlının Kafkas hakimiyeti zamanlarını düşünüp durumu kavramaya çalışırken soruyor: “Peki sen buralı mısın, yoksa Türkiye’den mi geldin?”

“Türkiye’den geldim” Doğu Karadenizli olduğum için gülerek şakayla ekliyorum “Ben de biraz Laz sayılırım… ama sahte Laz” sonra biraz açıklıyorum “Türkiye’de Doğu Karadenizlilere diğer yörelerde Laz derler, çoğunlukla şivesinden dolayı. Oysa ki bizde gerçek Laz çok azdır. Şimdiye kadar karşılaştığım tek gerçek Laz sizsiniz.”

Konuşurken kısacık mesafe bitmiş ve konsolosluk girişinde üst baş araması yapılan bölüme girdikten sonra farklı dairelere yöneldiğimizden tam tanışamadan ve doğru dürüst vedalaşamadan ayrıldık.

Yaklaşık on yıldır Almanya’dayım ve buraya geldiğimde Türk çevremin yanı sıra Türkçe konuştuklarından ilk önce Türk olduğunu düşündüğünüz ancak sorulduğunda kendini “Kürt “ olarak tanıtan insanlarla tanıştım. Kendini Kürt olarak tanıtsa da bunların pek azı yeterince Kürtçe biliyordu ve evlerinde Türkçe konuşulduğu için çocukları da Türkçe konuşuyordu. Bu aileler içinde Türkiye’de Kürt oldukları için baskı gördükleri gerekçesiyle Almanya’ya iltica etmiş olanlar da epey yekün tutuyor.

Aslında Türkiye’den kim gelirse resmi dairelerde pasaportlarından dolayı Türk olarak biliniyor. Burada sürekli yaşayan Türk ve Kürtlerin artık çoğu Alman vatandaşlığına geçmiş durumda ve kimliklerinde “Deutsch (doyç)” yani Alman yazıyor. Alman kimlik kartlarında etnik kökenle ilgili bir ibare yok. Yani burada Alman vatandaşıysanız resmen “doyç’sunuz”. İster Türk’üm ister Kürt’üm diyenler çocuklarını Alman okullarına gönderiyorlar, eğitim dili Almanca ama eğer belli bir kontenjanı dolduracak kadar talep varsa seçmeli Türkçe dersi de veriliyor.

Burada diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi her geçen gün yabancılara yönelik ana dili yani büyük çoğunluk Türkçe olduğundan Türkçe derslerine olan kaynaklar azaltılıyor, Türkçe öğretmenlerinin işine son veriliyor. Türk kökenlilerin uyumunu sağlama gerekçesiyle kimi okullarda ders aralarında Türkçe konuşulması bile yasaklanabiliyor. Bunun yanında vatandaşlık başvurularında en azından memurla anlaşacak kadar yeterli Almanca bilme koşulu aranıyor. Eğer yurt dışından biriyle evelenilecekse bu kişinin vize alabilmesi için de belli seviyede Almanca bilmesi gerekiyor. Yani Almanya’da yaşıyorsanız, resmen “Doyç” olmanız yetmiyor, normal bir insan olarak yaşamak istiyorsanız Almanca’dan kaçış yok.

Deutsch’sunuz Almanca’dan kaçış yok ama günlük yaşantınızda kendinizi nasıl tanıtırsınız, nece konuşursunuz, hangi gazeteyi okursunuz, hangi televizyonu izlersiniz, hangi dilde şarkı dinlersiniz, düğünde hangi parçayı çalarsınız kimse karışmaz… hele hele devlet hiç karışmaz. Politikada da bu konular daha çok yabancıların Alman toplumuna entegre olmaları bağlamında ele alınır, “yabancı kökenliler nasıl olurda Almanca öğrenmeye teşvik ve adapte edilir ya da zorlanır” tartışmaları yapılır, bu bağlamda yasal düzenlemeler yapılır.

Buna karşılık son yıllarda kamu alanında eğer farklı dillerde bilgi ve uyarılar yazılması gerekiyorsa belli başlı Avrupa dillerinin yanı sıra özellikle Türklerin yoğun yaşadığı şehirlerde Türkçe’ye de yer veriliyor; eşyaların ve tüketim maddelerinin tariflerinde ve kullanım kılavuzlarında her geçen gün daha fazla Türkçe’ye rastlanıyor. Türk kesimi hedef alan firmalar ilanlarını Türkçe yapabiliyor. Tüm bunlara devlet karışmıyor.

Şimdi buradan Türkiye’ye bakıyorum. Bilhassa terör örgütü PKK’nın ve onun siyasal uzantısı DTP’nin faaliyetlerinin merkezindeymiş gibi görülse de bence dökülen kan, yaratılan provokasyonun gürültüsünde kaybolup giden bir kültürel olarak Kürt kimliği ve Kürtçe sorunu var.

Fikret Bila’nın mesailerinin önemli bir bölümünü PKK ile mücadeleyle geçmiş emekli komutanlarla ve malum cunta döneminin devlet başkanı sıfatıyla K. Evren’le yaptığı söyleşilere de bakılırsa devlet çok absürd gerekçelerle Kürtçe’yi ve Kürt kökenlilerin kültürel kimlikleriyle kendilerini ifade etmelerini, yasaklamış, bununla kalmayıp bu kesimden insanlara hapishanelerde dahi göz açtırmayacak denli kötü muamele edip kültürel kimliklerini silmeye yönelik uygulamalarda bulunmuştur.

Türkiye’nin büyük bölümü 12 Eylül cuntasının sol kesimlere yaptıklarını bilir de Kürt kökenlilere çektirilenleri yeterince bilmez… bundan söz edenler de daha düne kadar vatan hainliği ve bölücülükle suçlanır, kovuşturmaya tabi tutulurdu. Hatta kim bilir halen birileri bu konulara eğilenleri fişleyip, sakıncalı olarak mimliyordur. Etkisini de daha çok devlet memurluğuna başvurduğunuzda ya da zaten memursanız kritik pozisyonlara talip olduğunuzda kapılar yüzünüze kapatılırsa görürsünüz. Yani Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde çıkan yasaların estirdiği demokratik rüzgarlar bu konuları daha rahat yazılır ve tartışılabilir hale getirdiyse de yine de konuşanın kendini pek rahat hissetmediği bir alandır bu Kürtçe ve Kürt kültürel kimliği. Tabi dönem dönem vaz geçtik falan dese de PKK terörü ekseninde ortaya çıkan ayrılıkçı talepler de devleti ve toplumu bu konularda adım atmakta çekingen kılar, konu küçük açılımlarla sürüncemede kalır.

Oysa ki yukarıdaki verdiğimiz Almanya’daki Türk, Kürt, Laz, Gürcü denkleminde de görülüyor ki, Türkçe bulunduğu yörede, kendi sınırlarında fazlasıyla zaten bir dayatma olmaksızın kökenleri farklı insanlar arasında tarihsel bir derinlikle ikinci bir ortak dil olarak kendiliğinden benimsenmiştir. Bunun coğrafyamızda ekonomik ve sosyolojik gelişme süreçlerinin batıdan doğuya doğru bir seyir izlemesiyle ve bunun Türkçe üzerinden aktarılmasıyla da ilgisi vardır. Bu durumda Kürt diline yönelik katı yasakçı tutum ne kadar absürd bir yaklaşımsa, Kürtçe öğrenimine sınırlamalar getirilmesi ve Kürtçe’nin Almanya’da Türkçe’nin kamu alanında kullanıldığına benzer uygulamaların engellenmesi de haklı ve mantıklı bir yan yoktur.

Böyle bir bakış açısıyla mesela Kürtçe’nin ilkokullardan başlanarak seçmeli bir dil olarak müfredata girmesi yerindedir (burada işin ekonomik boyutu dikkate alınarak sınıf açmada belli bir baraj konulabilir, örneğin bir okulda bir döneme özgü en az 15 kişilik bir talep olursa Kürtçe sınıfı açılması ve öğretmen atanması gibi). Bu ilk adımın desteklenmesi bağlamında en azından Kürtçe öğretmeni yetiştirilebilmesi için birkaç üniversitede Kürt dili edebiyatı bölümlerinin açılması düşünülebilir. Bu durum Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki sempati ve etkisini artırması açısından da önemlidir. Böylece hem kendi vatandaşını memnun eder hem de dış Kürtlerle daha sağlam ekonomik ve siyasi ilişkiler kurulması için gerekli personelin yetiştirilmesine de katkıda bulunur.

Bu yazı da dikkat edilirse Kürt kimliğini bilinçli olarak kültürel anlamda kullandım. Bunun paralelinde Türk sözü de öncelikle dış dünyanın “Türkiye Cumhuriyeti pasaportu” taşıyanlar için kullandığı bağlamda bir anlam taşımalıdır. Bu Türkiyeliliği de içinde barındıran bir sözdür ve direkt etnik kimlikle alakalı değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına kısaca Türk denmesiyle ilgilidir; tıpkı Almanya’da Alman kimlik kartını ya da pasaportunu alanlara resmen “Deutsch - doyç” denmesi gibi. Alman vatandaşlığına geçmiş, Türkiye kökenli Kürtlerin "doyç" kimliğiyle bir sorunları olduğuna rastlamadım. Buna PKK saflarında yer alan pek çok "Kürt eliti" de dahildir.

Bu durumda bizde de devlet vatandaşıyla resmi ilişkilerini verdiği kimlik kartıyla düzenleyip, resmi ifadelerde yabancı ülke vatandaşlarından ayırt etmek için Türk olarak adlandırdıktan sonrasına kafayı yormamalıdır. Yani vatandaş günlük yaşantısında kendine Türk ya da Kürt demiş, Laz demiş, Gürcü demiş , olmadı Alman vatandaşlığından Türk vatandaşlığına geçmiş ama kendini tanıtırken “deutsch” demiş, kendini ifade ettiği dilde yayın yapmış buna dinleyici kitlesi bulmuş ya da bulmamış konuları devleti ilgilendirmemelidir. Vatandaş gerekirse saçını pembeye boyayıp uzaylıyım diyebilme özgürlüğüne de sahip olmalıdır; bir sınıf dolduracak kadar öğrenciyi bir araya getirebecek kadar talep varsa seçmeli "Merih dili" bile okutulabilmelidir.

Bu konularda üst düzey politikacıların, devlet memurlarının gereksiz tartışmalara girip, vatandaşın kendine “ben neyim?” sorusunu yöneltmesinden kaçınması gerekir. Bu soru devlet tarafından ne kadar yoğun bir şekilde gündeme getirilir ve tartışılırsa bireylerin etnik kimliklerinin o denli güçlü bir şekilde benliklerinde ön plana çıkmasına neden olur ki, bu da etnik kimlikler üzerinden siyasi rant devşirmek isteyenlerin o kadar işine gelir.

Sağlam ekonomik yapıya sahip, adil bir gelir dağılımına sahip, bilim, spor ve kültürel alanlarda uluslar arası alanda başarılara koşan bir Türkiye’nin vatandaşları yeri geldiğinde bu ülkeye aitliklerine o kadar sarılıp, bunu göğüslerini gere gere söylemekten çekinmeyeceklerinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bunu dünyanın dört bir yanından gelmiş göçmenlerden oluşan ABD sağlıyorsa Türkiye fazlasıyla sağlar.

 
Toplam blog
: 60
: 1352
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Arkeolog olarak arkeoloji, Eski Çağ tarihi, günümüzde sit ve çevre sorunları başlıca ilgi alanlar..