Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '07

     
    Kategori
    Kültür - Sanat
     

    Türk dizileri

    Türk milletinin vazgeçemediği en önemli şeyler arasında 'epidemik dürtü'; yani salgın hastalık gibi yayılan sosyal taklit yatıyor bence. Ne demek istiyorum? Cebinde parası olan ve dükkan açmak isteyen yaratıcı bir insan düşünün. Sağdan soldan borç, biraz babadan derken caddenin birinde bir dükkan açıyor.

    Farzedelim ki x satacak. Dükkan açılıyor ve bir süre sonra işler iyiye gitmeye başlıyor. Borçlar ödeniyor. Kara bile geçecekken. Hoooop o da ne? Karşı caddede iflas eden butiğin yerine uyanığın biri yeni bir X'ci açıyor. Karşıdaki kazanıyor ya. O niye kazanmasın. Hem belki daha çok sermayesi de vardır. Sonra bunu gören diğerleri ve diğerleri...

    İşte yurdum insanından gerçek bir manzara. Halbuki o adam onu düşünmüş, araştırmış, sosyal bir analiz yapmış. Belki de aylarca o yörenin insanının neyi tüketeceğini düşünerek geçirmiş zamanını ve birileri kalkıp bu emeğe ortak oluyor. Sen de düşün başka bir şey üret değil mi? Yok. O hazır kazanıyor ya tamam. Hırsızlığın arapçası diyorum ben buna.

    Her neyse hemen köprüyü inşa edip, konuya geleceğim. Türk dizileri... Bir zamanların parmakla sayılacak kadar az çekilen televizyon keyfiydiler. Kuruntu Ailesi, Bizimkiler, Uzaylı Zekiye, Perihan Abla, Süper Baba ... vb. Randevular onların yayın akışına göre akortlanıyor, sosyal hayatın maç sohpetlerinden sonraki en uğrak konusunu oluşturuyorlardı. Üstelik de kaliteliydiler. Çünkü prodüktörler seçici davranıyorlardı. Hem ön plan hem de arka planda.

    Amacım şimdiki dizilere çamur sıçratmak değil elbette. Şu anda da çok kaliteli şeyler yapılıyor zaman zaman. Bunca dizi çekilmesinin yararları yok mu elbette bir çok. Mesela tiyatrocu arkadaşlarımın elinin biraz para görmesi bence parlak bir sebep.

    Ama ben yine bir önceki konuya döneceğim. Adamın biri ya da birileri dizi yaptı diye ortalığa koşuşturan insan kalabalığından bahsediyorum. Kaliteyi yükselteceklerine durmadan aşağıya çeken mankenler, güzel yüzleri hayatında ilk kez kadra giren uzun ince kadınlar, güzel güzel adamlar... Ve bunların arasına sanattan ve oyunculuktan kopulmasın diye serpiştirilen gerçek oyuncular görüyoruz. Bu işe hayatını vermiş savaşçılar... Ya da onların eğitim almış yeni nesilleri çıkıyor sahneye. Ne olarak sadece figüran olarak veya üçüncü şanslıysa ikinci karakter olarak. Kalite tam artacakken gönülleri kadar alkışları da bol olan yurdum insanı akdeniz duygusallığına yenilerek beş para etmez bir diziye reyting rekorları kırdırabiliyor.

    Ve sonra ne oluyor biliyor musunuz? Onlar, bu işi ben biliyorum diye ortalık da ahkam kesliyorlar. İşte diyorlar reyting kağıdını sallayarak. Ben, ben, ben! Çoğunluğun alkışladığı gerçek sanattır anlayışı, 22 temmuzdaki gibi bir ölçümle aynı kefeye konamaz maalesef. Sanat demokratik bir şey değildir. En fazla alkış toplayanın en iyi olduğu konusunda verilen yargı yanlıştır. Önemli değil mi; tabi ki halkın beğenisi de önemli ama bugün bir takım diziler sosyal hayatın hoyratlığına, mafyalaşmaya veyahut tam tersi iyimserliğe sevkediyorsa insanları, bu sanatın gücüdür ve asla yadsınamaz. Dikkatli olalım. Alkışlarınız paranız kadar kıymetli olduğu güne kadar bu yozluk devam eder derim ben.

    Bir sonraki yazımda yurdum insanını aptal yerine koyan senaryolardan ve diyaloglardan bahsedeceğim ...
     
    Toplam blog
    : 1
    : 361
    Kayıt tarihi
    : 07.08.07
     
     

    Hayalgücüyle iş yapan, her türlü fikri tartışmak, bu fikirlerin üzerine yenilerini inşaa etmek ve ge..