Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '17

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Türk Milletinin Kültürel Tini: Neşet Ertaş

Türk Milletinin Kültürel Tini: Neşet Ertaş
 

Yazı, yaşamak için vazgeçilmez olanı unutan nesillerin işidir.


I.
Neşet Ertaş dinlemek, herhangi bir sanatçıyı dinlemek gibi değildir. Onu dinlemek kendinizi dinlemek demektir. Siz; Anadolu yurdunda Türk ırkının bir evladı olarak ne anlama gelirsiniz, hangi anlamı taşırsınız, ne ile yaşar, ne ile yaşamazsanız bunu Neşet Ertaş söyler size. Size, sizi öğretir. En zoru da budur. İnsanın düşünürken en zorlandığı konu tamamıyla kendine mal olmuş gerçekleri düşünmesidir. Bunu da, zorluğundan dolayı mıdır bilinmez, genelde düşünmeyiz. İçinde doğup büyüdüğümüz kültürün mihenk taşlarını kolayca bulamayız. Kültür konusu bu yüzden akademik camia için sıkıntılı bir konudur. Literatürde kültürün tanımı bile hala net değildir, onlarca tanımı vardır kültürün. İnsanın bildiğini bilmesi gerekir kültürü tarif etmek için. Bildiğimizi zaten hep bildiğimiz için, bildiğimiz bizi biz yaptığı için; kendimiz ve bildiğimiz dışına çıkıp bunları tekrar düşüncemize konu etmek zordur.

Ozanlar, kültürün mihenk taşlarındandır. “Zaten bildiği”nden hiç şüphe etmemiş kaba kafalar bildiği üzerinde tekrar düşünme çabasına hiç girmedikleri için ozanları duyamazlar. Neşet Ertaş bu ülkede bazıları tarafından ne kadar sevilirse de bazılarınca da “gereksiz bir hüzün, kasvet” anlamına gelip sevilmemiştir. Divan şiiri ile uğraştığı için kendini yüksek-kültür mensubu zanneden ve ulu ozanı ahlaksızlıkla suçlayan İskender Pala gibilerini zaten dikkate almıyorum.

II.
Ozanların sözlü kültürün taşıyıcısı olduğu söylenir. O yüzden Neşet Ertaş hakkında yazı yazmak sıkıntılı bir iştir. Söz’den yazı’ya düşmemesi gereken “anlam”ın taşıyıcısını, sazın ve sözün ustasını satırlara sığdırmak zordur. Söz, yazı’dan daha güçlü bir taşıyıcıdır. Yazının bulunması, yani kayıt etme imkanı medeniyet için ciddi bir dönüşüm ve ilerleme kabul edilir. Ben buna hiç inanmadım! Yazı, yaşamak için vazgeçilmez olanı unutan nesillerin işidir. Söz, manayı taşıma konusunda yazıdan üstündür. Sözlü kültür demek ‘unutulmayacak olanı bilmek’ demektir. Kültürün özü sözdür. Öz, söz, töz, köz, göz vs. kelimelerin uzunca etimolojik analizini yapmadan, ozanlar için sözlü kültürün taşıyıcısı deyip geçmek kolay.

Sözlü kültür Türk milletinin neredeyse en önemli vasfıdır. Okuma yazma bilmeyen ninelerden öğrendiği manileri, şiirleri ezberleyen bir nesildik biz. Onlar kadar hayatı duyumsayamadık. Okul, şehir, kitap vs. derkeb varoluşun anlamının kaybolduğu yerde Neşet Ertaş imdadımıza yetişti. Hüznü anlamayan, hani şu aşina olunmayan nesil olmaktan ulu ozanın bozlaklarına eşlik ederken kurtulduk.

Shakespeare’in bir sözü vardır türküler için: Bir milletin türkülerini yapanlar kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür. Bu sözü ben hep iki anlamda düşündüm; birincisi bir milletin varoluşunu en iyi ozanlar duyumsamıştır; ikincisi daha öznel bir değerlendirme, milliyet gerçeği ozanlarda saklıdır, siyasette değil. Orhun yazıtları bunun için iyi bir örnektir. Modern anlamda bir devletin anayasa ve idare hukuku sayılabilecek içeriğe sahip bu yazıtların; yazıya dökülmüş olması, siyasetin kaygan zeminin kültürü taşımak için uygun olmadığı yönünde atalarımızın ciddi bir uyarısıdır. Ortasında ateş yanan bir daire oluşturup kopuzu elinde bilge bir ozandan koşuk dinleyen savaşçı göçerler kültürün gerçek taşıyıcılarıdır. Bilge Kağan gibi yöneticileri hakir görmüyorum, yanlış anlaşılmasın, onun hem bilge hem de kağan olması bu kültürün sonucudur zaten. Benim burada dikkat çekmek istediğim, Bilge Kağan gibi yöneticilerin, asıl kendilerini bağlayan esasları taşa kazımalarının nedeninin siyaset ve kültür ilişkisinin çarpıklığı olduğu. Kültür, ozanın elinde, emin ellerdedir ve yazıya dökülmemiştir. Kültür, idarecinin elinde, hem de bilge bir yönetici elindeyken bile, siyasetin azizliğine uğramaması için yazıya dökülmüştür. Bengitaşlara bu açıdan da bakılabilir; kültürünün özündeki temizliği siyasetin kirletmesine izin vermek istemeyen bilge idarecilerin bunu yazı dökmeleri…“Siyaset günleri gelip çatmadan,/Açılın kapılar Şah'a gidelim.” diyen Pir Sultan Abdal da aynı gerçeğe işaret eder. Şah’ın Erdebil ocağı, onlar için hiç de siyasi değil, kendilerinin kendileri olabildiği bir kültür ocağıdır.

Coğrafyayı vatan yapan, insan topluluğunu millet yapan; kültürdür. Siyasetin payı bunda azdır. Milliyetçilik, bence bir kültür meselesi olduğu için, bunun siyasallaştığı alan beni hep korkutur. Kitlelerin kabalığında, siyasi miting alanlarında, birçok değer hunharca harcanır. Kültür, bir gürültünün içinde ufalanır, kaybolur; değerler, bir sloganın içinde küçülür, anlamından uzaklaşır.

III.
Pir Sultan Abdal deyince; Kaygusuz Abdal, Sarı Saltuk, Abdal Musa… sayarak biter mi Abdal geleneğinin bu kültürdeki temsilcileri? Kimdir bu abdallar? “Dünya ilgilerinden kurtularak kendisini Allah yoluna adayan ve ricalü’l gayb [her devirde olan fakat görülmeyen ve Allah’ın emirlerine göre insanları idareye çalışan mübarek kimseler] diye adlandırılan evliya zümresi içinde yer alan sûfi veya eren.”(S.Uludağ) Horasan erenleri diye de anılan bu kesim Osmanlı devletinin kuruluşunda da ciddi bir rol oynamıştır. Neşet Ertaş, bu kültürün günümüzdeki temsilciydi işte.

Ulu ozanı bu tarihsel bağlamda değerlendirmek herkesin mutabık olduğu bir konu. Benim daha çok onun hakkında söylemek istediğim; onu dinlerken aldığımız haz. Yukarıda da dediğim gibi bunu ifade etmek zor.

Onu dinlemek... Dinlemek hakkındaki bir yazımdan uzun bir alıntı:
Din-mek, din-le-mek ve din-len-mek kelimeleri din- kökünden geliyor. Bizim köyde bir de "dinizik" diye bir kelime var; nazal n ile okunan, sessiz, sakin anlamlarına gelen. Dingin kelimesi de aynı anlama gelir. Hepsinin kökenindeki "din" sanırım eski Türkçemizdeki ruh anlamına gelen "tin" kelimesi... Alman felsefesinde hacimli her yer kaplayan "geist" kelimesi/kavramı da aynı anlamda.

Tin kavramı ruh olarak çevrilirse de daha geniş bir anlamı vardır. Yağmurun dinmesi ifadesinden anlaşılacağı gibi insanın bozulmamış ve bozulmayacak metafiziğine bir atıf var. İnsanın en sakin, en ilahi yanına yani... 'Ratio' kavramı , 'Geist' kavramını ne kadar karşılırsa; 'Akıl' kavramı da 'Tin' kavramını o kadar karşılar. Batı-Hrıstiyan medeniyeti içinde , doğayla ve kendiyle barışık Almanların çıkışı Geist ile , Doğu-İslam medeniyetinde, atlarıyla tabiatın içinden çıkıp gelen, göçebe kültüründe kendini tanımayı amaç edinen Türklerin çıkışı Tin birbirine çok benzer. Karaorman'ın Almanlar için anlamı, Ötüken ormanının bizim için anlamına benzeyişi gibi.

İşte Neşet Ertaş, bu kuru akılcılığın dünyasına “gönül” ile karşı koyuşun adıdır bende. Aşkın sahiciliğini yitirdiği, insanın topraktan uzaklaştığı ve tabiat ile bağını kestiği, kendisinin bile uzağına düşüp gurbette yaşadığı, ruhlarının yeri yurdu kalmayıp bir türlü sükunete kavuşamadığı bu çağda Neşet Ertaş ilaçtır.

IV.
Sizlere iddialı gelebilir ama bence Neşet Ertaş, Türk halkının tinidir. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

 
Toplam blog
: 60
: 348
Kayıt tarihi
: 07.09.16
 
 

SBF-Mülkiye mezunu, TCDD'de Memur. ..