Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Türk sineması

Türk sineması
 

Sinemayı en iyi tarif edenlerden birisi belki de İran’lı bir sinema işletmecisinin söylediğidir.

İran’lı bir sinema işletmecisi sinema hakkında çok güzel bir şey söylemiş: "Hayal satirem." Yani hayal satıyor. Bu nedenle bana göre, sinemanın temeli Türk oyun sanatı "Gölge Oyunu"na dayanmaktadır.

Gölge oyunu, yalın anlamda, perde gerisine gölge yansıtarak oyun oynatma sanatıdır.

Sinema da beyaz perdeye yansıyan görüntülerdir.

"Gölge Oyunu"nun karakterlerinden-tiplemelerinden-kahramanlarından bir tanesi de Karagöz’dü.

"Karagöz", Anadolu’da ilk kez Şeyh Küşteri tarafından 14. yüzyılda halka sunulmuş, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Osmanlı egemenliğinde bulunan üç kıtadaki bütün yerleşim yerlerine yayılmıştı.

"Kukla" ve "Hokkabaz" gibi temaşa oyunları da vardı.

Hokkabaz, hokkalarla oynanıyordu. Hokka oyunu denilebilir ki, göz bağcılığı, el çabukluğu gösterileri içinde en yaygın olanıdır.

Oyun kısaca şöyledir: Tersine çevrilmiş üç kap ve küçük yuvarlaklar kullanılır.

"Orta Oyunu"da önemlidir.

Orta Oyunu, doğaçlamaya dayanan geleneksel Türk halk tiyatrosudur. Halk arasında oynandığından bu ismi almıştır. Oyuncular belli bir metne değil verilen konuya göre sözlerini ve davranışlarını belirlemektedir. Ortaoyunu, fasıl dağarcığı yönünden gölge oyununa benzer. İşlenen konular çok zengindir.

Sinema, saniyede gözün önünden ilk önce 16 resmin, daha sonra 24 resim geçirme esasına dayanan teknolojik bir sanat dalıdır.

Bu nedenle bu sanat dalına ilk başta, “Canlı fotoğraf-hareketli fotoğraf” denildi.

George Eastman (1889) yılında filmi bulmuştu.

"Canlı-Hareket filmi" beyaz perdeye yansıtan araçlardan ilkini Fransız Nicephore Niepce (1827), ikincisini ABD’li Thomas Edison (1891), üçüncüsünü de Fransız Louis ve Auguste Lumiere adlı kardeşler (1894) yapmıştı.

Bunlardan önce de bu işe katkısı olan çok daha kişi vardı yukarıda saydığım gibi. Sinemanın icad tarihi olarak 28 Aralık 1895 tarihi kabul edilir.

Lumier kardeşler, bu tarihte halka açık ilk film gösterimini Paris’te bir kahvehanenin bodrum katında yapmışlardı. Halka açık bu ilk film gösterisini 25 kişi izlemişti.

İlk konulu filmler 1903 yılında ABD’de yapıldı. Bu filmin adı, “Büyük Tren Soygunu” idi.

İlk filmler hem sessiz hem de yazısızdı.

Örneğin, film gösterilen yerlerden birinin ilanı şöyleydi:

30 Ağustos 1909 tarihinde yayınlanan ilan:

“Kadıköy Zamboğlu’nda Mösyö Weinberg idaresinde Pathe Freres Sinematograf Tiyatrosu. İş bu Çarşamba günü hanımlara mahsus gayet latif manzaralar irae olunacak ve ince saz takımı icrayı terennüm edecektir.”

İlanda belirtildiği gibi, bir taraftan film seyrediliyor diğer taraftan “ince saz takımı” fasıl geçiyordu.

Filmleri sessiz olduğu için seyircilerin sıkılmaması amacıyla böyle bir çare düşünülmüştü.

1960 sonrası şunu hatırlıyorum. Sinema salonu olmadığı ve sessiz filmler gösterildiği zaman filmi gösteren şahıs o filmle ilgili konuşmalar yapardı sahneler beyaz perdeye yansıdığı zaman.

Bir anlamda süflörlük yapardı birisi film gösterilirken.

Film gösteriminin duyurusu sadece gazete ilanlarıyla değil çığırtkanlarla da yapılırdı.

Bu işi meslek edinen şahıs, sokak sokak dolaşarak filmin duyurusunu bağırarak yapardı. Bu çığırtkanlar daha sonra filmin afişlerini vücutlarına asarak duyurularını yapmaya başlamışlardı.

İlk sesli film ABD’de yapıldı. 1926’da yapılan bir buluşla filmlere müzik eklendi. 1927’de ilk sözlü film (Caz Şarkıcısı) yapıldı.

Fakat filmin tamamının sözlü ve müzikli yapıldığı film 1928’de çevrilen “New York Işıkları” filmiydi.

1930’da ilk renkli film çevrildi.

Türk-Osmanlı Devleti dönemine bakalım. Türkiye’de ilk film, 1896’da Yıldız Sarayı’nda oynatıldı. Tabii o yıllarda gösterilen filmler, 3-5 dakika süren, kısa metrajlı, basit konulu, yer yer belgesel yanı ağır basan filmlerdi.

Halk perdede, gölge oyununa alışık olduğundan perdede oynatılan bu kısa filmleri çabuk benimsedi.

Osmanlı Devletinin bu döneminde oynatılan bu kısa filmler Almanya, İtalya ve Fransa’dan getiriliyordu.

19. yüzyılın ortalarından itibaren, eğlence araçları çoğalmış, Ramazan aylarında halkın eğlencesi tiyatro, gölge oyunu, orta oyunu ve sinema olmuştu.

Bu oyunlar ve gösteriler sadece ramazan aylarında değil, bayramlarda, panayırlarda da yapılırdı.

Ramazan eğlencelerinde ilk olarak kahramanları Karagöz-Hacivat olan gölge oyunu, ya da orta oyunu olarak “Kavuklu”, “Pişekar” oynatılır, daha sonra kısa metrajlı filmler izletilirdi tiyatrolarda ve kahvehanelerde seyirciye.

Fransız Fathe Film Şirketi’nin İstanbul temsilcisi Polonya asıllı Musevi Sigmund Weinberg, 1897’de, Beyoğlu’ndaki Sponek (Sponeck Birahenesi ile Şehzadebaşı’ndaki Feyziye Kıraathanesi’nde seyirciye film izlettirmeye başladı.

1897’de, ilk sinemalar yalnız erkeklere mahsustu. Sonra kadınlar matinesi yapılmaya başlandı. Daha sonra salonlar kapıdan perdeye doğru dikey bir perde veya tahta paravanla ikiye bölünerek bir tarafta erkekler, diğer tarafta kadınlar aynı salonda izlerdi.

9.2.1897 tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan bir ilanda İstanbul’daki bazı salonlarda gösterilen filmler şunlardı:

“1) Şimendifer, 2) Asker, 3) Sür’atli Ressam, 4) Müthiş Bir Gece, 5) Bahçıvan, 6) Paris’te Konkordiya Meydanı, 7) Opera Meydanı, 8) Trovil Sahilinde Bir Sabah, 9) Sen Nehrinde Bir Vapur, 10) Deniz Hamamı, 11) Zavallı İhtiyar, 12) Çar Hazretlerinin Paris’e Gelişi, 13) Petrol ile Müteharrik Arabalar Yarışı, 14) Şerburg’da Donanma Talimi, 15) Buharlı Harman, 16) Ustasından Usta (İlk Velospit Dersi), 17) İlan Yapıştırmak Yasaktır, 18) Genç Kız Mektebi, 19) Marsilya Rıhtımları, 20) 60 Saniyede 10 Şapka, 21) Mis Ver (İngiliz Raksı), 22) Lui Fereller (Dans Serpantin), 23) Bir Parisli’nin Soyunması, vesaire renkli menazırı umimiye vaz olunacaktır.”

Aynı salonda kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı film izlemesi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 1923 yılında kaldırıldı.

Aileler çoluk-çocuk herkes sinemaya gitmeye başladı.

Sinema, halk için dış dünya ile bağlantının en önemli aracıydı.

Sinema halkın, dünyaya açılan penceresiydi, “hayal” dünyasıydı, “büyülü” dünyasıydı.

Filmlerden çok şey öğrenildi.

Filmin kahramanlarından etkilenir, onlar üzüldüğü zaman üzülür, onlar güldüğünde güler, mutlu olduğu zaman mutlu olur, hüzünlendiğinde hüzünlenir, kötünün karşısında iyi olurduk.

Eski sinemalarda film bittikten sonra seyirciler perdeye yansıtılan, “Teşekkür ederiz, gene buyurunuz” yazısı ile uğurlanırdı.

Halkın, en ucuz ve tek eğlence yeri sinemalardı.

Özellikle yazlık sinemalar panayır yerleri gibiydi.

Çaylar demlenir, yemekler getirilir, çekirdekler çitlenirdi. Sohbetler edilirdi. Evlerde yapılan misafirlik sinema salonlarında devam edilirdi. Tabii bir dönem geldi bu panayır havası ortadan kalktı, yerine “sınıfsal” farklılık geldi.

Hem sınemalar sınıfsal duruma göre ayrıldı hem de sinema koltukları.

“Loca”, “Lüks”, birinci sınıf koltuk, ikinci sınıf koltuk, üçüncü sınıf koltuk ve en ön koltuk diye sinema koltukları ayrılır, ona göre bilet ücreti ödenirdi.

Sinemaya ilgi o kadar çok arttı ki, 1940’li, 1950’li ve 1960’lı yıllarda “bilet karaborsası” başladı. Bu karaborsaya bir türlü engel olunamadı.

22 Mayıs 1941 tarihli bir gazete haberi özetle şöyledir:

“Dün yapılan kontrollar sırasında Marmara, Hilal ve Milli sinemalarının haddinden fazla seyirci aldıkları görülerek haklarında ceza zabtı olunmuştur.”

Sinemalara fazla müşteri alınmasını engellemek amacıyla 22 Kasım 1945 tarihinde numaralanmasına karar verildi.

Sinema salonlarının bütün koltuklarının dolması nedeniyle, salgın bir hastalığın ortaya çıkmaması için, 11 Mayıs 1947 tarihinden itibaren, sinemaların son film gösteriminden sonra dezenfekte edilmesine karar verilmişti.

Sinemaya ilgi çeşitli nedenlerle azalınca “karaborsa bilet” satışı da kendiliğinden ortadan kalktı.

Sinemalar sevgililerle buluşma, hatta sevişme yeriydi.

Bu nedenle sinemalarda bu dönemler o dönemin ahlak anlayışına göre bazı olaylar çıkmıştı.

12 Şubat 1946 tarihinde, “Emniyet Müdürlüğü ahlak zabıtası memurları, Beyoğlu sinemalarından birinin locasında bir kadınla erkeği uygunsuz vaziyette yakalayarak Beyoğlu cürmü meşhud mahkemesine vermişlerdir.”

2006 yılına gireceğimiz şu günlerde yaklaşık 60 yıl önce böyle olaylar yaşanıyordu.

Türk Sinemasında İlkler:

Türkiye’de ilk filmler, daha doğrusu ilk film görüntüleri, 1911 yılında çekildi.

İlk çekilen film, Romanya Devlet adamlarının Osmanlı Başkentine ziyaretiyle ilgili belgesel filmdi.

Romanya devlet adamlarının Osmanlı Başkentine geliş-gidişleri, kabul törenleri görüntülenmişti.

İkinci çekilen film, “V. Sultan Mehmed Reşad’ın Manastır ve Selanik Şehirlerini Ziyaret” görüntüleriydi.

Bu iki belgesel filmi, o dönem Osmanlı Devleti’nin yönetiminde bulunan Manastır şehrinde fotoğrafçılık yapan Osmanlı vatandaşları olan Janaki Manaki ve Milton Manaki adlı kardeşler Londra’dan getirdikleri “Bioscope 300” adlı kamerayla çekmişlerdi.

Daha sonra, yedeksubay Ali Fuat Uzkınay, 14 Kasım 1914 tarihinde, Yeşilköy’deki “Rus Abidesinin Yıkılışı” belgeselini çekti.

Birinci Paylaşım Savaşı’na girildikten üç gün sonra çekilmişti bu belgesel film.

İlk sinema salonu 19 Mart 1914’te Cevat Boyer'le Murat Bey'ler tarafından Şehzadebaşı'nda Milli Sinema adı ile açılmıştı.

İstanbul Sultanisi'nde film gösterileri düzenleyen Şakir Seden'le Ali Fuat Uzkınay, Sirkeci'de lokantacılık yapan Ali Efendi'yi (Öztuna) ikna ederek ikinci Türk sinemasının 6 Temmuz 1914’te açılmasını sağladılar.

Sinemaya Ali Efendi adı verildi.

Ali Efendi (Öztuna), Şakir Seden ile Kemal Seden kardeşlerin amcasıydı.

Ali Fuat Uzkınay, daha sonra, Üsküdar Doğancılar’daki, “Jale”, “Hale” ve “İnşirah” adlı üç sinemanın işletmeciliğini yaptı.

1915 yılında “Merkez Ordu Sinema Dairesi-MOSD”, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle kuruldu. Müdürlüğüne Sigmund Weinberg, yardımcılığına Ali Fuat Uzkınay getirildi. 1916 yılında Sigmund Weingberg görevden alındı, yerine Ali Fuat Uzkınay getirildi.

27 Ağustos 1916’da MOSD Müdürlüğüne getirilen Ali Fuat Uzkınay, 1917’de sinema sanatını daha iyi öğrenmek amacıyla Almanya’ya gitti.

Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD), bir sinema okulu gibiydi. Buraya kayıt yaptıranlara sinema eğitimi verilirdi. Türkiye’nin ilk sinema eğitimi veren okulu sayılabilir.

1917’de “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti(MMC) Sinemacılık Kolu” kuruldu.

MMC Sinemacılık Kolunun müdürü Dr. Hikmet Hamdi Bey’di. Dr. Hikmet Hamdi Bey’le beraber çalışan diğer sinemacılık kolu yöneticileri Kenan Erginsoy ile Sedat Simavi’ydi.

Kenan Erginsoy MMC’de kameramanlık yaptı.

Ahmet Muhtar Paşa, Askeri Müze Sinemasını kurarak, halkı sinema izlemeye teşvik etti. Bundan sonra sinema ve seyirci sayısı hızla arttı.

Sinemanın ilk konulu filmlerinden birisi 1917 yılında çekilen, “Pençe” adlı filmdi. Yazar Mehmet Rauf’un aynı adlı eserinden filmleştirilmişti.

Pençe filminin oyuncuları: Ahmet Muvahhit, Eliza Binemeciyan, Nurettin Şefkati, Raşit Rıza’ydı.

Sedat Simavi, bu film, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti (MMC) adına çekmişti. Sedat Simavi’nin Müdafaa-i Milliye Cemiyeti adına çektiği diğer film adı, “Casus”du.

Yurt dışında ilk Türk filmi 1918’de çekildi. Celal Esat Arseven tarafından Almanya’da çekilen filmin adı “Koruyan Ölü” idi.

1918 yılında, “Himmet Ağa’nın İzdivacı” adlı film çekildi.

Filmin yapım ve görüntü yönetmeni: Ali Fuat Uzkınay, oyuncuları: Ahmet Fehim, Arşak Benliyan, İsmail Galip, Kemal Emin.

1919 yılında Malül Gaziler Cemiyeti (MGC) Sinemacılar Kolu kuruldu. Müdürü Ali Fuat Uzkınay’dı. MGC sinema kolunu Ali Fuat Uzkınay, Ahmet Fehim, Şadi Fikret ve Fazlı Necip, birlikte yürüttüler.

1919 yılı başlarında, Malül Gaziler Cemiyeti (MGC) Sinema Kolu tarafından “Mürebbiye” filmi çekildi. Filmin görüntü yönetmeni Ali Fuat Uzkınay’dı.

Oyuncuları: Ahmet Fehim, Raşit Rıza, Şahap Rıza, İsmail Zahit, Madam Bayzar, Madam Kalitea, Behzat Haki.

Yusuf Ziya Ortaç’ın eserinden 1919 yılında “Binnaz” adlı bir film daha çevrildi. Görüntü yönetmeni: Fuat Uzkınay, oyuncular: Ekrem, Hakkı Necip, İsmail Zahit, Rana Dilberyan, Madam Blanche, Hüseyin Kemal.

“Binnaz” adlı film için o günkü koşullarda hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış, her türlü masraf karşılanarak film çekilmişti. Belirtildiğine göre, o dönem için bu filme 5.000 lira harcanmıştı.

“Binnaz” adlı film, yurt dışına satılan ilk Türk filmiydi.

1919’da, Muhsin Ertuğrul tarafından Almanya’da “Samlson” isimli film çekildi.

1919 yılında Malül Gaziler Cemiyeti (MGC), belgesel filmler çekti. Örneğin İzmir’in emperyalist işgalci güçler tarafından işgalini kınamak amacıyla Fatih’te ve Sultanahmet’te yapılan kınama gösterileri filme alındı.

1920’de, “Osmanlı Donanma Cemiyeti” tarafından “Tombul Aşığın Dört Sevgilisi” filmi, çekildi.

Şadi Fikret Karagözoğlu adlı sanatçı, 1921 yılında: “Bican Efendi Vekilharç”, “Bican Efendi Mektep Hocası” ve “Bican Efendi’nin Rüyası” adlı üç kısa komedi filmi çekildi.

1922 yılında, Ordu Foto Film Merkezi kuruldu.

1922 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini yaptığı “Boğaziçi Esrarı” filmi de yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Nur Baba” adlı eserinden beyaz perdeye aktarılmıştı.

Bu film çevrilirken Bektaşiler film stüdyosunu bastı, oyuncuları dövdü. Stüdyoda bulunan her şeyi kırıp parçaladılar.

“Nur Baba” rolünü oynayan Vahram Papazyan adlı oyuncu korkusundan oyunu bıraktı. “Nur Baba” rolünü Muhsin Ertuğrul oynadı.

Muhsin Ertuğrul, 1922 yılında, “İstanbul’da Bir Faciai Aşk” filmini çevirdi. Filmin diğer adı, “Şişli Güzeli Mediha Hanımın Faciai Katli” idi.

Ali Fuat Uzkınay, “Kemal Film” adına “Zafer Yollarında”, Ordu Foto Film Merkezi de, “İzmir Zaferi” adlı belgesel filmleri çekti.

1923 yılında çevrilen “Ateşten Gömlek” filmi yazar Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı eserinden uyarlanmıştı. Filmin yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul yapmıştı.

Türk sinemasının ilk Türk kadın oyunculari: Neyyire Neyir’le Bedia Muvahhit’di. 1923 yılında “Ateşten Gömlek” filminde oynamışlardı.

Sinemayı Türkiye’ye resmen getiren, kurumlaştırmaya çalışan adam: İttihat-Terakki partisinin liderlerinden Harbiye Nazırı Enver Paşa’ydı.

İlk kameramanlar: Ali Fuat Uzkınay, Cemil Filmer, Mazhar Yalay, Kenan Erginsoy, Burhan Felek, Cezmi Ar’dı.

İlk yönetmenler: Ali Fuat Uzkınay, Reşad Rıdvan, Sedat Simavi, Celal Esat Arseven’di.

İlk kapalı sinemayı açan Türk: Cevat Boyer’di.

İlk sinema dergileri: Temaşa (1908). Sahibi ve Vahan Efendi’ydi. Bu dergi üç sayı çıktıktan sonra kapandı. Bu dergiden tam 10 yıl sonra “Temaşa” adında yeni bir dergi daha çıkartıldı. Sahibi Seyyid Tahir’di. 25 sayı çıktıktan sonra kapandı.

1921-1922 yıllarında Cevdet Reşid Bey, “Yarın” adlı dergide “Sinema Hakkında Notlar” başlığı adı altında sinema yazımları yazdı.

Mustafa Nihat Özön, 1922 yılından itibaren “Dergah” adlı dergide, sinema yazıları yazmaya başladı.

Sinema Postası (1923) adlı dergiyi Nazım Hikmet Ran çıkartıyordu. Derginin ilk sayısının tarihi: 8 Aralık 1923’tür.

Sabiha Zekeriya Sertel, 1 Kasım 1929’da “Sinema Gazetesi” adıyla bir dergi yayımlamaya başladı.

Dünyanın ilk sözlü filmi “Caz Şarkıcısı”, İstanbul’da Elhamra Sinema salonunda 15 Mart 1930’da gösterime sunuldu.

Nazım Hikmet Ran, 1937 yılında, “Güneşe Doğru” adlı filmin senaryosunu yazdı, yönetmenliğini yaptı.

“İpek Film” şirketi adına çekilen “Güneşe Doğru” filmin oyuncuları şunlardı: Ferdi Tayfur, Abidin Dino, Neyzen Tevfik Kolaylı, Mediha, Güzin, Reşit Baran.

1930 yılında, “Vakit” gazetesi, parasız ilave vermeye başladı. Bu ilavelerde Fikret Adil, “Fa” imzasıyla sinema yazıları yazmaya başladı.

Umumi Hıfzı Kanunu’yla 6 Mayıs 1930’da, 7 yaşından küçük çocukların sinemaya götürülmesi yasaklandı. Fakat, bu kanun maddesi pek işlevsellik kazanamadı.

İlk kez bir Türk filmi 1934 yılında uluslararası film festivaline katıldı.

1934 yılında bitirilen, “Leblebici Horhor Ağa” filmi, yine 1934 yılında düzenlenen “Venedik Film Festivaline” yarışmak amacıyla katıldı.

Cumhuriyet Gazetesi ile İpek Film Stüdyosu’nun ortaklaşa düzenlediği “Senaryo Yarışmasını”, 1935 yılında Şevket Süreyya Aydemir kazandı.

Artist olmak isteyen bay ve bayanlar için 1935 yılında ilan yayınlandı.

6 Temmuz 1935’te yayınlanan ilan şöyleydi:

“Sinema artisti olmak isteyen bayan ve bayların Şişli son tramvay durağı Suvari Karakolu arkasındaki Türk Film Stüdyosuna müracaatları.”

Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de öldü. Sinemalar kendiliğinden 15 gün kapatıldı. 25 Kasım 1938’de tekrar açıldı.

İkinci Dünya Paylaşım Savaşı (1939-1945) nedeniyle Avrupa ülkelerinde film yapılamıyordu. Uzakdoğu’dan da film getirtilmiyordu. Bu nedenle sinemalarda oynatılan filmler ABD ve Mısır’dan gelmeye başladı.

ABD’nin 19 yüzyılda Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde kurduğu misyoner okullarının yanında ikinci misyoner ve kültürel etkisi böylece başlamıştı.

Çeşitli Etmenler Sinemayı Etkiliyor:

Ekonomik nedenler, çeşitli yasalar, Türk sinemasını küçümseme, video ve TV’nin çıkması, varolan olanakların iyi kullanılamaması, Türk sinemasını olumsuz etkilemiştir.

Sinema, pahalı bir uğraştır. Bu altyapıyı oluşturacak maddi olanaklar yapımcılarda yoktu. Bunun yanında, yapımcılar, sinemadan kazandıkları parayı sinemaya değil başka alanlara yatırdığından sinemaya hiç katkıları olmamıştı.

Bu arada şunu belirtmek istiyorum. Bazı sinema salonu sahipleri, bir dönem Türk sinemasını öyle küçümsüyorlardı ki, Türk filmlerini Beyoğlu’ndaki sinema salonlarında oynatmıyorlardı. Ne zaman ki, Anadolu’daki seyirci Türk filmlerine ilgi gösterdi, o zaman Beyoğlu’ndaki sinema salonu sahipleri Türk filmlerini para kazanmak amacıyla oynatmaya başladı.

Bugün de, aynıdır. Sinema salonları ABD film şirketlerinin elindedir. Eğer bu şirketler istemezse Türk filmleri bu sinema salonlarında oynatılmamaktadır.

Bu etkenlerin yanında varolan bazı yasa maddeleri sinemanın gelişmemesine engel olmuştu. Fakat, bunun nedeni sadece yasalar değil bu yasaları iyi anlıyamamış yapımcılar ve yönetmenlerdi.

Yasalarda bazı sansür maddeleri bir etkiydi ama, her işin bazı kuralları olması gerekir sanıyorum.

Birçok yönetmen ve yapımcı, sinemanın tamamen yasalara bağlı değil sadece kendi anlayışıyla yapılmasını istiyordu.

Kendi anlayışlarıyla sinema yapmak isteyenlerin savunduğu Hollywood’da bile sinema yapımı Pentagon’un denetimi altındaydı ve sinema projelerinin büyük çoğunluğunu Pentagon sağlıyordu.

Eski filmlerde, filmin jeneriğinin ardından pullu ve mühürlü bir yazı görülürdü. Bu yazı filmin denetimden geçtiğini göstermekteydi. Denetim, Ankara ve İstanbul’daki devletin il temsilcisinin başkanlığında, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları ile Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından yapılırdı.

Genelkurmay Başkanlığı, Ekonomi ve Tarım Bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı temsilcileri de bu kurula katılabilirdi.

Bu temsilciler film baştan sona kadar izler, filmin gösterilmesine ya izin verir ya da yasaklardı. Bunun yanısıra, filmin bazı yerlerinde yasaya aykırılık bulunmuşsa film sahibinin oluruyla bu kısımlar filmden çıkartılarak gösterimine izin verilirdi.

Kurulun verdiği izin belgesi o dönem filmin baş tarafına monte edilmesi zorunluydu. Bu zorunluluk sadece özel film şirketleri içindi. Devlet kurumlarının hazırladığı filmlerde böyle bir zorunluluk ve denetim yoktu.

Bu denetim, 9 Haziran 1932’de çıkartılan “Sinema filmlerinin kontrolü hakkında talimatname” ile yapılıyordu.

Bazı sinema işletmecileri tarafından “sansür kanunu” olarak nitelendirilen, “Filmlerin ve film senaryolarının kontrolüne dair nizammane”, 19 Temmuz 1939’da çıktı. Bu nizammane tekrar gözden geçirilerek 14 Ocak 1948 tarihinde yeni ilaveler yapıldı.

Türk sinema çalışanları, yasalarda varolan bazı sansür maddelerinin kaldırılması, sinemalara uygulanan vergilerin indirilmesi veya hepten kaldırılması, sinema oyuncularına sosyal güvencelerinin verilmesi, sinemaya parasal ve alt yapı teşviğinin yapılması gibi çaba gösterdi.

Kadıköy’deki Süreyya Sineması’nın sahibi, İstanbul milletvekili Süreyya İlmen Paşa, 12 Mart 1930 tarihinde TBMM’ye bir önerge vererek, sinemalardan alınan vergilerin indirilmesini istedi.

7 Ekim 1932’de “Türkiye Sinema ve Filmciler Birliği” kuruldu. Başkanı: Kemal Film Şirketi sahiplerinden Kemal Seden’di.

Sonra, “Sinemacılar ve Filmciler Cemiyeti”, 26 Kasım 1946’da kuruldu. Kurucuları: Fahir İpek, Asım Aslanhan, Cemal Pekin, Cemil Filmer, Cevat Boyer, Naci İpekçi, Faruk Kenç, Fuat Rutkay, Halil Kamil Kamil, Hikmet Aydın, İhsan İpekçi, İzzet Cemali, Anastas Anas, İskender Necef, Antoni Apostolu, Kadri Cemali, Murat Köseoğlu, Necip Erses, Nevzat Perkün, Osman Sirman, Osman Göltepe, Rasim Day, J. Kollaro, Sait Çelebi, Sezai Ural, Şakir Seden, Şükrü Bozok, Vasil Anas. Yordan Anas ve Mustafa İmamverdi.

Yine 1946’de “Yerli Film Yapanlar Cemiyeti” kuruldu. Başkanı Faruk Kenç’ti.

Faruk Kenç, Türk sinemasının kurucularından olan İttihat-Terakki partisinin liderlerinden Enver Paşa’nın yeğeniydi.

Sinemacılar ve filmciler bu ve buna benzer örgütlenmeler aracılığıyla sinemanın ve kendilerinin sorunlarını dile getiriyor, çözümlemeye çalışıyorlardı.

Sinema işleticileriyle belediyeler arasında “Darülaceze ve eğlence vergisi” nedeniyle çıkan anlaşmazlık üzerine sinemalar 19 Haziran 1934’te kapatıldı. 24 gün kapalı tutulan sinemalar 13 Temmuz 1934’te açıldı.

İçişleri Bakanı, sinema işleticilerinin itiraz ettiği “Darülaceze vergisini ödemelerine”, 19 Eylül 1934 tarihinde karar verdi.

1938 yılında çevrilen “Aynaroz Kadısı” adlı filmin yurtdışına gönderilmesi yasaklandı.

Sinemanın sorunları bu ve buna benzer sorunlarla devam etti.

Örneğin, 27 Mayıs 1960’da yapılan askeri ihtilalden sonra, iktidarı ele geçiren Milli Birlik Komitesi (MBK), anti-demokratik yasaların değiştirilmesi için çalışmalar yaptı ve iktidarda olduğu süre içinde bir çoğunu değiştirdi.

Türk Sineması’nın bazı işletmecileri, yönetmenleri ve sanatçıları da, 1939 yılından kalma “Sansür Nizamnamesi”nin değiştirilmesi için 11 Haziran 1960’da şu bildiriyi yayınlamışlardı:

“1- 19 Temmuz 1939 tarihli ‘Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname’ sinemanın dev adımlarla ilerleyen bir sanat ve endüstri kolu olmasına; üstelik düşünce hürriyeti ve sanatçının çalışmasıyla ilgili bir hukuk düzeninin 21 yılda geçirdiği değişikliklere rağmen bu güne kadar olduğu gibi kalmıştır.

Bu nizamname iki kanuna dayanılarak çıkarılmıştır. Bunlardan biri, yayınlandığı günden yakın zamanlara kadar ‘anti-demokratik’ damgasını her vakit haklı olarak yemiş; bu yüzden değişikliklere uğramış olan 14 Temmuz 1934 tarihli ‘Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’dur. Öbürü de basın, radyo, tiyatro, sinema gibi çeşitli düşünce kollarını baskı altına sokmak için çıkarılan 26 Mayıs 1934 tarihli ‘Matbuat Umum Müdürlüğü Teşkilatına ve Vazifelerine Dair Kanun’dur.

2- 1939’da meydana getirilen ve ilk biçimini bugün de sürdüren bu nizamname demokrat bir düzen ile hiç bir yönden uyuşmayacak özelliktedir.

3- Bu nizamnamenin aksaklıkları başlıca üç kolda toplanabilir:

a) Sansür Nizamnamesinin yasaklanan hususları gösteren 10 ana maddesi her türlü tefsire elverişli, her tarafa teşmil edilebilir mahiyette olduğundan ortada belirli bir durum yoktur. Senaryolar ve filmler belli esaslara göre gözden geçirilmektedir. Bu bakımdan verilen kararlar hiç bir vakit birbirini tutmamaktadır.

b) Sansür kurulu tamamiyle hükümet erkânından meydana gelmektedir. Bir tek meslek temsilcisi yoktur.

c) Bu elverişsiz durumlara karşılık sinemacının uğrayacağı maddi ve manevi zararlara karşı gerçekten işleyebilecek, hakkını aramasını sağlayabilecek bir dayanak yoktur.

4-21 yıl önce meydana getirilen; değil bugünün şartlarına hatta meydana getirildiği zamanın şartlarına bile uygun olmayan bu sansür nizamnamesi de bütün öbür ‘anti-demokratik’ kanunlar gibi tasfiye edilmeyi beklemektedir.

5- Hazırlanacak yeni Sansür Nizamnamesinin çalışmalarına meslekten de (yapımcı, yönetmen, sinema yazarı) davet edilmelidir.

Baha GELENBEVİ (Türk Sinema Sanatçıları Derneği Başkanı), Çetin KARAMANBEY (Yapımcı-Yönetmen), Burhan ARPAD (Yazar), Lütfi AKAD (Yönetmen), Metin ERKSAN (Yönetmen), Atıf Yılmaz BATIBEKİ (Yönetmen), Naci DURU (Prodüktör), Hurrem ERMAN (Yapımcı), Nusret İKBAL (Yapımcı), Nejat DURU (Prodüktör), İlhan FİLMER (Yapımcı), Nuri ERGÜN (Yönetmen), Osman Fahri SEDEN (Yapımcı-Yönetmen), Memduh ÜN (Yapımcı-Yönetmen), Halit REFİĞ (Senaryo yazarı), Attilâ İLHAN (Senaryo yazarı), Hulki SANER (Yönetmen), Erdoğan TOKATLI (Tenkitçi), Tuncan OKAN (Tenkitçi), Baykan Sezer (Tenkitçi), Ali GEVGİLİLİ (Tenkitçi), Semih TUĞRUL (Tenkitçi), Tarık Dursun KAKINÇ (Senaryo yazarı ve tenkitçi), Çetin ÖZKIRIM (Tenkitçi), Efkan EFEGAN (Oyuncu), Reha YURDAKUL (Oyuncu-Yapımcı), Ayhan IŞIK (oyuncu), Eşref KOLÇAK (Oyuncu), Osman ALYANAK (Oyuncu), Nijat ÖZÖN (Sinema yazarı).”

Türkiye İşçi Partisi (TİP) de, 27 Mayıs 1960 Anayasasına aykırı gördüğü bazı yasa maddelerinin değişmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Bu yasa maddelerinden bazıları değiştirilmiş, bazıları olduğu gibi bırakılmıştır.

TİP, “Filim sansürü Anayasa’ya aykırı” diye Anayasa Mahkemesine başvurmuş, Anayasa Mahkemesi de, 8.7.1963 tarihli 204/128 sayılı kararı ile “Sansürün dayandığı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu’nun 6. maddesinin Anayasaya uygun oluşu” dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermişti.

Hak arama eylemleri, çabaları 1990lı yıllara kadar devam etti. Bazı haklar elde edildi. Ama bu kez de seyirciyi sinema salonlarından uzaklaştıran teknolojik gelişmeler yaşandı.

Video cihazlarının çıkması, sinema salonlarında film seyretme olan ilgiyi azalttı.

Sinemaya ilginin arttırılması için seks filmleri yapılmaya başlandı. Yapılan seks filmlerinin içine 5-10 dakikalık porno filmler eklendi. Bu sinemaya ilgiyi biraz arttırdı. Uzun bir sürede sinema böyle ayakta durmaya çalıştı. Sonra televizyonun yaygınlaşması, TV kanallarının çoğalması, TV’nin siyah-beyaz ekrandan renkliye dönmesiyle sinemalar yeniden ekonomik krize girdi. Bu kriz bir süre devam etti. Bu arada CD-DVD oynatıcı makineleri icad edildi.

Evlerin salonlarına sinema salonlarındaki kadar dev TV ekranları yapıldı.

Bütün bunlar sinemadaki krizi derinleştirdi. Büyük metropol şehirlerin dışındaki bütün şehirlerdeki sinema salonlarının hepsi neredeyse kapandı.

Toplumsal hareketliliğe uygun olarak, “Devrimci sinema”, “İslamcı sinema”, “Ulusalcı sinema”, “Burjuva” sinema”, nitelemesi anlamında tartışmalar yapıldı. Bu tartışmalar sinemada kısa vadede bir hareketlilik ve yeni bir boyut kazandırmasına rağmen uzun vadede bir gelişme kazandırmadı.

Günümüzde Türk sineması, ABD sineması ve şirketlerinin egemenliği altındadır. Sadece Türk sineması değil daha bir çok sektör de yabancı emperyalist sömürüsü ve işgali altındadır.

Sadece Türk sinema sektöründe değil, yaşamın her alanında bağımsızlık şart olmuştur. Bunun yolları ve çözümleri aranmaktadır.

Umarım kurtuluş tez elden gerçekleşir.

Sinema önemli bir sanat dalı olduğunu biliyorum, Bu nedenle sinema sanatına büyük ilgi duyuyorum.

Bu ilgimin çok çeşitli nedenleri var.

Bir tanesini belirtmek istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, sinemanın önemini şöyle belirtmiştir:

“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıt’aların keşfinden çok, Dünya medeniyetinin vechesini değiştireceği görülecektir. Sinema Dünyanın en uzak uçlarında oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecek, insanlar arasındaki görüş ve görünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya gerekli olduğu önemimi vermeliyiz.”

Bu görüşlere katılmamak mümkün mü?

 
Toplam blog
: 27
: 4001
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

9 Eylül 1958, İspir/Erzurum doğumlu. İspir Lisesi (1980) mezunu. İstanbul Üniversitesi Yabancı Dille..